Egemenliği tartışmaya açmak isteyenler, yıllar öncesinden bunun altyapısını oluşturmaya başladılar. Onun için hiç kimsenin bilmediği ve kulanmadığı ucube kavramlar türettiler. Bu kavramlardan biri de "Dünya Vatandaşlığı" kavramıdır. Bu kavramı kullananlar, vatan, millet, bayrak, sancak, bağımsızlık... diyenlere, "biz dünya vatandaşıyız" diyerek çaka sattılar. "Dünya vatandaşlığı neyin, nesidir?" diye soranlara, verdikleri cevaplar ise hep havada kaldı. Ayakları bir türlü yere basmadı. Ama yine de bu kavramı sorgulamadan kullananlar bir hayli arttı.
Aynı vatanda yaşayanlara vatandaş tenildiğine göre, dünya vatandaşlığı ne anlama gelir? Bütün dünya, bir insana nasıl vatan olabilir? Biz bilmiyorduk, meğer bazılarına oluyormuş. Küresel ekonomiyi savunanlar şu fikri empoze ettiler. Dediler ki, "sermayenin vatanı olmaz. Öyleyse sermayedarın da vatanı olmamalı. Sermayedar için vatan, sermayesini koruduğu ve artırdığı yerdir". İşte bu fikri yaymak isteyenler, "vatan" ve "vatandaşlık" kavramlarına yeni tanımlar getirmeye başladılar. Hatırlanacağı üzere kimileri, "dayak yemediği yeri vatan" olarak tanımlarken, kimileri, kadınların bazı uzuvlarını vatandan üstün göstermeye kadar varan saçmalıklar zırvaladılar.
Halbuki bizim milletin anlayışında, vatanın toprak, mal-mülk ve servet gibi maddi unsurların üzerinde, bir de manevi unsurları vardır. İsmail Hami Danışmend'e göre millet de iki unsurdan oluşur. "Bunlardan biri maddi, diğeri de manevidir. Maddi unsur toprak ve servettir. Manevi unsur din, dil, örf ve adettir. Maddi unsurunu kaybetmiş, istilaya uğramış bir millet, aradan yüzyıllar geçse, manevi unsurları saklı kalmak şartıyla, günün birinde yeniden dirilir. Fakat manevi unsurunu kaybetmiş bir millet için bir daha dirilme imkan ve ihtimali yoktur". Said Halim Paşa da aynı görüşleri paylaşır ve şöyle der: "Her milletin milli kanun ve ananeleri üzerinde yaşadığı topraktan daha kıymetli bir manevi vatan meydana getirirler. Çünkü insan topluluklarını bir millet haline getiren onlardır" (buhranlarımız, s. 78).
Demek ki, vatanı işgal edilmiş millet, yalnız toprağı değil, onu millet yapan değerleri de kaybettiği için esir düşmüş olur. Bu değerleri elinden alınmış bir kişiye, sahip olduğu topraktan daha çok toprak ve servet verilse, o kişi yine esirdir. Bundan dolayı milli değerlerini, hangi sebeple olursa olsun kaybeden milletlere esir milletler denilmektedir. Vatan bu değerlerin korunduğu ve yaşandığı yerdir. Herhangi bir toprağı vatan yapanda, bu değerlerdir.
Küreselleşmeyi bir ideoloji olarak benimseyenlere göre, bu söylediklerimizin hiç bir anlam ifade etmeyeceğini çok iyi biliyoruz. Çünkü onlar, bir ülkede doğuyor, bir başka ülkede oturuyor, bir üçüncü ülkeden eş seçiyor. Sonra gidip başka bir ülkede çalışıyor. Çocuğunu başka bir ülkede dünyaya getiriyor. Askerliğini bir ülkede yaparken, vergisini başka bir ülkede ödüyor. Onun için de onlar, kendilerini dünya vatandaşı görüyorlar. Bu şekilde yaşayan bir kişi, vatanın manevi unsurunu tanımazsa, çok rahatlıkla "ben dünya vatandaşıyım" diyebilir. Bu biraz yakışık alabilir. Ama vatanın manevi unsurlarına inanan bir kişi için, böyle bir şey asla söz konusu olamaz.
İşin bir başka yönüne gelelim. Bir kişi gerçekten dünya vatandaşı olabilir mi? Bize göre olamaz. Çünkü her insanın daha çok sevdiği ve gönülden bağlandığı bir vatan mutlaka olacaktır. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, bu bağlılığı kesip atmak mümkün değildir. İşte asıl vatan budur. Yani gönüldeki vatandır. Bundan dolayı dünya vatandaşlığı kavramını ucube ve anlamsız buluyoruz. Hele bu kavramı esas alarak, egemenliği tartışmayı gaflet, dalalet ve hatta daha kötü bir fiil olarak görüyoruz.
Aynı vatanda yaşayanlara vatandaş tenildiğine göre, dünya vatandaşlığı ne anlama gelir? Bütün dünya, bir insana nasıl vatan olabilir? Biz bilmiyorduk, meğer bazılarına oluyormuş. Küresel ekonomiyi savunanlar şu fikri empoze ettiler. Dediler ki, "sermayenin vatanı olmaz. Öyleyse sermayedarın da vatanı olmamalı. Sermayedar için vatan, sermayesini koruduğu ve artırdığı yerdir". İşte bu fikri yaymak isteyenler, "vatan" ve "vatandaşlık" kavramlarına yeni tanımlar getirmeye başladılar. Hatırlanacağı üzere kimileri, "dayak yemediği yeri vatan" olarak tanımlarken, kimileri, kadınların bazı uzuvlarını vatandan üstün göstermeye kadar varan saçmalıklar zırvaladılar.
Halbuki bizim milletin anlayışında, vatanın toprak, mal-mülk ve servet gibi maddi unsurların üzerinde, bir de manevi unsurları vardır. İsmail Hami Danışmend'e göre millet de iki unsurdan oluşur. "Bunlardan biri maddi, diğeri de manevidir. Maddi unsur toprak ve servettir. Manevi unsur din, dil, örf ve adettir. Maddi unsurunu kaybetmiş, istilaya uğramış bir millet, aradan yüzyıllar geçse, manevi unsurları saklı kalmak şartıyla, günün birinde yeniden dirilir. Fakat manevi unsurunu kaybetmiş bir millet için bir daha dirilme imkan ve ihtimali yoktur". Said Halim Paşa da aynı görüşleri paylaşır ve şöyle der: "Her milletin milli kanun ve ananeleri üzerinde yaşadığı topraktan daha kıymetli bir manevi vatan meydana getirirler. Çünkü insan topluluklarını bir millet haline getiren onlardır" (buhranlarımız, s. 78).
Demek ki, vatanı işgal edilmiş millet, yalnız toprağı değil, onu millet yapan değerleri de kaybettiği için esir düşmüş olur. Bu değerleri elinden alınmış bir kişiye, sahip olduğu topraktan daha çok toprak ve servet verilse, o kişi yine esirdir. Bundan dolayı milli değerlerini, hangi sebeple olursa olsun kaybeden milletlere esir milletler denilmektedir. Vatan bu değerlerin korunduğu ve yaşandığı yerdir. Herhangi bir toprağı vatan yapanda, bu değerlerdir.
Küreselleşmeyi bir ideoloji olarak benimseyenlere göre, bu söylediklerimizin hiç bir anlam ifade etmeyeceğini çok iyi biliyoruz. Çünkü onlar, bir ülkede doğuyor, bir başka ülkede oturuyor, bir üçüncü ülkeden eş seçiyor. Sonra gidip başka bir ülkede çalışıyor. Çocuğunu başka bir ülkede dünyaya getiriyor. Askerliğini bir ülkede yaparken, vergisini başka bir ülkede ödüyor. Onun için de onlar, kendilerini dünya vatandaşı görüyorlar. Bu şekilde yaşayan bir kişi, vatanın manevi unsurunu tanımazsa, çok rahatlıkla "ben dünya vatandaşıyım" diyebilir. Bu biraz yakışık alabilir. Ama vatanın manevi unsurlarına inanan bir kişi için, böyle bir şey asla söz konusu olamaz.
İşin bir başka yönüne gelelim. Bir kişi gerçekten dünya vatandaşı olabilir mi? Bize göre olamaz. Çünkü her insanın daha çok sevdiği ve gönülden bağlandığı bir vatan mutlaka olacaktır. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, bu bağlılığı kesip atmak mümkün değildir. İşte asıl vatan budur. Yani gönüldeki vatandır. Bundan dolayı dünya vatandaşlığı kavramını ucube ve anlamsız buluyoruz. Hele bu kavramı esas alarak, egemenliği tartışmayı gaflet, dalalet ve hatta daha kötü bir fiil olarak görüyoruz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018