'Dijital çağda sınıfta kalan insanlık (6)' seslendirme dosyası:
Descartes'in "Düşünüyorum o halde varım" mottosu dijital çağda "Sanal dünyada, Sosyal hesaplarda, medyada görünüyorsam o halde varım", şekline dönüştü. Bu zamanda sanal dünya da görme, görünme sosyal medya kullanıcılarına farklı bir haz, farklı bir mutluluk yaşatıyor. Bu dünyada ki takip, beğeni ve ilgiden dolayı insanlar kendini önemsediğini ve önemsendiğini düşünüyor. Artık sosyal ağlar insanların bu hayatta ki etkisinin, popülerliğinin, var olup olmadığının parametresi oldu. Öyle ki başarının takipçi sayısıyla değerlendirildiğini görüyoruz. Kamu yararını gözeten sosyal medya platformlarını ve kullanıcılarını ayrı tutarsak genel olarak sosyal medyanın geldiği durumu şöyle ifade edebiliriz; bazı insanların sık kullandığı biçimde "Kaç kuruşluk adamsın" sözü, "Kaç takipçin varsa o kadar adamsın" sözüne evirildi. Bir yanlış anlayış bir başka yanlış anlayışa dönüştü maalesef. Adamlık ölçüsünün kriterleri bunlar mıdır?
Öyle ki takipçi sayısı çok olanlar bu durumu gelir kapısına dönüştürerek, ticari olarak da kullanıyor. İyide bir gelir elde ettiklerini okuyoruz, duyuyoruz. Ne satıyorlar diye baktığımızda, dijital dünya da oluşan imajlarını, popülerliklerini satıyorlar. Takipçilerini, fanlarını etkileyip, algı oluşturarak yönlendiriyorlar. Spor kulüplerinin taraftarları gibi.
Bu durum, kontrolsüz olduğun da çok tehlikeli. Sonuçları çok kötü olabiliyor. Bu öyle bir iş ki takipçi sayısını artırmak isteyen bazı kişiler, sosyal ağlarda daha çok beğenilmek ve daha çok ilgi çekmek için, akla hayale gelmeyecek işler yaparken, bazen de tüm mahremiyetlerini gözler önüne sermekte hiçbir sakınca görmüyorlar.
Bu durum insan onuruna zarar veriyor. İnsan onuru kavramına sözlüklerde baktığımız da (!) ; izzetinefis, şeref, özsaygı, erdem, haysiyet, vakar, gurur, saygınlık, kendine saygı duyma ve başkalarını da kendine saygılı kılma olarak açıklandığını görüyoruz.
Bir İnsan özelini, mahremiyetini, sosyal platformlarda takipçi sayısını artırmak uğruna kullanırsa ne olur? Olacak olan şudur; belki takipçi sayısı artar, ama kişiliğini, adamlığını, onurunu kaybeder. Her zaman çıkarı ve menfaati uğruna süfli arzuları doğrultusunda hareket etmeyi nihai hedef olarak alan ilkesiz biri, omurgalı, onurlu bir dik duruş sergileyemez. Yalnız kendini düşünen, kendi çıkarını herkesinkinden üstün tutan insan, hodbin, hodkâm, egoist, bencil biridir. Yağlı olarak gördüğü her kapıyı bekleyen, bir maymuncuk gibi her kapının kilidine göre şekil alıp açan, araziye göre davranan bir bukalemun olur. "Çorba nerde kaynar, maymunlar orada oynar" misali her türlü fırıldaklığı menfaati için yapar. Bir insan onurunu, şerefini kaybederse dünyaları verse de bir daha elde etmesi çok zor. Bir insanın elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar, bunlardan belki yok olmaz, ölmez. Bunları Allah sağlık sıhhat, afiyet verirse yine edinebilir. Âmâ bir insanın, bir milletin onuru kırılır, ruhu öldürürlerse, işte bunun çaresi, telafisi yoktur. Öyle ki bugün şerefi olmayanların yarında onuru, şerefi biraz zor olur. Böylesi akıbetlerden Allah nefsimizi ve neslimizi muhafaza etsin.
İlkeli bir duruş sergileyemeyen bu tür şeref yoksunu insanlar toplumsal yapının çözülmesine, bozulmasına de neden oluyor. Toplumu ayakta tutan değerlerin, ilkelerin, İnançların, normların yok edilmesi için adeta serseri birer mayın gibi sanal âlemde, ekranlarda, toplumda, insanların için de dolanıyorlar. Kutsal değer kavramlarının içini dolduran, insanların kimlik ve kişilik kazanmasının kaynağı olan din, iman, Allah korkusu, vatan, bayrak, sancak, özgürlük, bağımsızlık, hayâ, utanma duygusu, helal, haram, hak, hukuk hassasiyetlerini yok ederek toplumu çökertip her türlü müdahaleye, operasyona hazır hale getiriyorlar. Tabiri caizse birer sivil işgal ordusunun mensubu gibi çalışıyorlar.
Bilhassa ergenlik döneminde ki çocuklar için çok kötü örnek teşkil ediyorlar. Özellikle gençler arasında mahremiyet algısını basitleştirerek, sıradanlaşmasına yol açıyorlar. Kutsal kabul edilen milli ve manevi değerlerin, kazanımların içi boşalıyor. Millî bütünlüğe zarar veriyorlar. Manevi bütünlüğe zarar veriyorlar.
Şunu belirtelim ki takipçi sayısını artırmayı, beğeni almayı yalnızca gençler değil, belli bir yaşa gelmiş, meslek sahibi olmuş, toplum tarafından saygınlığı olan eğitim seviyesi yüksek insanlar dahi yapmaktadır.
Buradan anlaşılacağı üzere beğeni toplamak, bir kitle tarafından takip edilmek, herhangi bir faaliyet yaparken başka insanların onayına, alkışına ve takdirine ihtiyaç duymak her insanın ister istemez beklentisi olan, çok insani bir durumdur. Meşruiyet dairesi içinde olursa hiçbir sakıncası da yok. Ancak takipçi sayısını artırmak için özelini, mahremiyetini pazara çıkarmak anlaşılır gibi değildir. Her şeyi bir meta gibi görüp, pazarlamak, takipçi sayısını artırmak için her yolu mubah görerek, değerlendirmek insanlığı bitirir.
İşte tam bu noktada insanların takipçi sayılarını artırmak için, adeta yarışır gibi yaptıkları paylaşımların bazı toplumsal sonuçlarını da görmek gerekiyor.
Nedir bunlar diye baktığımız da; özel hayatların teşhir edilmesinin doğallaşması, sıradanlaşması, bunların neticesinde mahremiyet algısının çöktüğü bir topluma doğru sürüklendiğimizi söyleyebiliriz. Bu durumu kimlerin istediğini önceki makalelerimizde ifade etmeye çalışmış olmakla beraber yine hatırlatalım; Kapitalizm dayanışma içinde, birlik beraberlik içinde olan bir toplum istemiyor. Çünkü böylesi toplumları istediği gibi kullanamayacağını, kontrol edemeyeceğini biliyor. Yine kendini bilen, kişiliği olan insan da istemiyor. Ne istiyor bu Kapitalizm? Kontrolünde olan, kalabalıklar içinde yığına dönüşmüş, amaçsız, hedefsiz, çer çöp olmuş, başıboş insanlardan oluşmuş kitleler.
İnsanların bu sanal âleme bu kadar kapılmalarının aslında temel sebebi de, Kapitalizmdir. Kapitalizmin insanlar ve toplumlar üzerin de her yönden tam bir alan hâkimiyetini sağlayan felsefesinin ve sosyolojisinin de pek çok sonucu var. Bu sonuçların en önemli olanı; insanların ve toplumların çağın sosyal hastalığı olan başıboşluk ve YALNIZLIK illetidir.
Maalesef, çok akıllı, çok bilgili olan, özgürlükçü olan çağdaş İnsan(!), ruhunun dijital teknoloji tarafından kontrol edilmesi için, hapsedilmesi için, gönüllü bir teslimiyet içine giriyor. Bu teslimiyet sanal bir esarete, dijital bir köleliğe neden oluyor.
Son tahlil de diyebiliriz ki bu dijital oyuncakları kullanırken çok dikkat edilmeli, kullanıcılarını kontrolü altına almamalı. Aynı zaman da unutulmamalı, İnternette paylaşılan hiçbir bilginin gizli kalmadığı, silinse bile kaybolmadığı gerçeği göz önüne alınarak paylaşımlar yapılmalı, hatta mümkünse paylaşımlar minimum seviyede olmalı, gizli kalması gereken bilgiler internette kesinlikle paylaşılmamalıdır.
Her ne kadar internet ortamında ki etik ihlaller karşısında yasa koyucular, buna bağlı olarak çeşitli kurullar, ilgili sivil toplum kuruluşları ve dernekler tarafından vatandaşların haklarını koruma hususun da bir çaba harcansa da hiçbir çaba kullanıcının bilinçli olması ve özdenetimi kadar etkili olamayacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ergül Güner / diğer yazıları
- Volkan Konak / 08.04.2025
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025