Son yaşadığımız felaket gösterdi ki hiç ders almamışız. Ne var ki, karşılaştığımız her afet sonrası "bu bize ders olsun" deyimi yine tedavülde…
Asıl soruyu soralım: Türkiye depreme hazırlanabilir mi?
Türkiye, Güneydoğu Asya'dan başlayarak Batı Avrupa'ya kadar uzanan binlerce kilometre uzunluğundaki Alp-Himalaya deprem kuşağı ortasındadır. Bu nedenle Anadolu toprakları bu kuşaktaki diğer bölgeler gibi milyonlarca yıldır yıkıcı depremlerden etkileniyor ve etkilenmeye devam edecek.
Depremin nedenleri, oluştuğu ve oluşabileceği yerler, olası büyüklüğü, olduğu takdirde, nereleri nasıl etkileyebileceği gibi konular farklı disiplinler tarafından araştırılıyor. Bugünün bilim düzeyi içerisinde bu sorulara belli olasılıklar dahilinde cevap vermek mümkünse de depremin nerede, hangi büyüklükte ve daha da önemlisi ne zaman olacağını kesin olarak bilmek mümkün değil.
Bu konuda bilim insanlarının önündeki en büyük engel her depremin kendine has özellikleri olması bu nedenle de bir depremde elde edinilen bilginin diğer depremlere birebir uygulanamaması. Bugün toplumun genel beklentisi bilim insanlarının depremin olacağı anı ve yerini önceden bildirmesi ve böylece depremi en azından can kaybı olmadan atlatmak ise de bu beklenti maalesef bugün için uzak bir hayal… Bu durumda da yapılacak yegâne iş kalıyor: Olması kaçınılmaz olan yıkıcı depremin vereceği zararı azaltmak ya da daha yaygın tabiri ile depreme hazır olmak.
Peki, bunun üstesinden nasıl gelinecek?
Her şeyden önce kültürel altyapının ve toplumsal bakış açısının değiştirilmesi gerekiyor. Anadolu toprakları çok sayıda medeniyetlerin deprem yüzünden büyük hasar aldığı hatta yok olduğu örnekler ile dolu. Genç Türkiye Cumhuriyeti 1939 yılında Erzincan'da bu toprakların gördüğü en büyük depremlerden birini yaşadığından bu yana depremlerde 80 binden fazla can kaybettik. An itibariyle 6 Şubat depremlerindeki can kaybımız 30 binin çok üzerinde.
Yıkılan, dağılan hayatlar ve büyük maddi kayıplar yaşadık, yaşıyoruz. Gelinen noktada hâlâ büyük depremlere gebeyiz. Zarar azaltma/depreme hazırlanma karşısında istenen ve beklenen seviyenin çok altındayız.
Afete hazırlık ve zarar azaltmanın temelinde bilinçli toplum yatar. Aileden başlayarak yaşam boyu eğitimle doğa kaynaklı afetlerle baş etme kültürünün ve bu yoldaki bilimsel yaklaşımın toplumun ve idari mekanizmanın her seviyesine yerleştirilmesi esastır.
Siyasi iktidarların kararlılığı afetle baş etmede en önemli unsurdur. Geçmişten bugüne değişen hükûmetlerin değişmez bir biçimde oy uğruna almış olduğu kararlar, bilhassa imar afları afete dayanıklı yapılaşmanın ve toplumsal yaklaşımın önündeki en önemli engeller olagelmiştir.
Hızlı nüfus artışı ve ekonomik gelişmenin bir türlü toplumun refahını sağlayacak düzeye erişmemiş olması kırsaldan kente göçü, o ise çarpık ve afete dayanıksız yapılaşma ve kentleşmeyi doğurmuştur.
1948 sonrasında yapılan 22 doğrudan ya da dolaylı imar affı ve 2018 yılında uygulanan imar barışı ile çarpık yapılaşma önlenmek bir yana adeta teşvik edilmiştir. Seçim dönemlerinde göz yumulan kaçak ya da kontrolsüz yapılaşma sonradan yapılan aflarla yasal hale getirilmiş, bu ve çok sayıda başka nedenlerle bugün ülkemizde afetlere karşı dayanıksız bir yapı stoku ortaya çıkmıştır. 10 ilimizde bu stok kaldırılmayı bekleyen enkaza dönüşmüştür. Sırada depreme dayanıklı hale getirilmeyi bekleyen 7 milyon kadar bina olduğu tahmin edilmektedir. Ülkenin neredeyse tamamı deprem açısından tehlikeli konumdadır.
Çere OHAL ilanı değil, bilimsel eğitimin ışığında afet kültürü geliştirilmiş, ekonomik sorunlar ile baş etme gücü olan bir toplum yapısına ulaşmadır.
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023