Yıkıldık… Çöken sadece binalar mı? Koca bir devletin enkazı altında kalan canlar.
Asrın felaketi ve devletin acziyeti.
Ranta dayalı politikalar…
Yaşadığımız kentlerdeki imar faaliyetlerini ve neye hizmet ettiklerini iyi anlayabilmek için son yıllara bakalım. Özellikle 2002 yılından itibaren iktidarı tek başına elinde bulunduran siyasal gücün bu süreç içinde yaptığı tüm yasal düzenlemeleri ve bunların demokrasiye, ekonomiye ve kentlerimize yansımalarını tekrar hatırlayıp, yeni düzenlemelerin nelere yol açacağını kestirmemiz şimdiden mümkün olacaktır.
1999 büyük Marmara Depremi, kentlerde ranta dayalı politikaları çok daha rahat uygulayabilmek için kritik bir eşik oldu. Kente yönelik tüm müdahaleleri meşrulaştırmanın aracı olarak kullanıldı.
O zamana kadar "küresel kent", "yarışan kent", "finans merkezi" kavramları üzerinden şekillenen İstanbul'da bundan sonra yapılacak bütün projelerde depreme karşı güvenli bir kentin yeniden inşa edilmesi gerekliliği üzerine bir söylem değişikliğine gidildi.
Yine bu dönemde TOKİ, EMLAK GYO ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı geniş yetkilerle kentlerin yapılaşması üzerinde söz ve karar sahibi haline gelmiştir.
Meclis'te yasa değişikliği yapmak yerine, Kanun Hükmünde Kararnameler ve sonrasında cumhurbaşkanlığı kararnameleri olarak idari yapıların hemen hemen tamamında yeni düzenlemeler yapılırken imar mevzuatında da büyük değişiklikler olmuştur. İmarla ilgili yapılan düzenlemeler hem kentsel hem de kırsal alanlar üzerinde büyük tahribata yol açmıştır.
Marmara Depremi'nin üzerinden 20 yıl geçtikten sonra 26 Eylül'de Silivri açıklarında meydana gelen 5.8 büyüklüğünde bir depremle yeniden kamuoyunun gündemine gelen "beklenen İstanbul Depremi" tartışmaları gösterdi ki hazırlık konusunda pek de yol alamamıştır. Hatta, artan nüfus-yapı stoku, kent içinde boşluklar oluşturan kamusal alanların bile yoğun yapılaşmalarla tüketildiği daha da kaotik bir ortamdan söz etmemiz mümkündür.
21.03.2000 tarihinde depremlere ilişkin konularda halka güvenilir bilgiler vermek, deprem araştırmaları için öncelikli alanları belirleyerek kamu kurum ve kuruluşlarına politika ve stratejiler önermek, deprem konusunda kamu yöneticilerine danışmanlık yapmak, yasa, yönetmelik gibi düzenlemeler ve uygulamalar için merkezi ve yerel yönetimlere görüş ve önerilerde bulunmak üzere bağımsız, bir bilimsel kurul olarak kurulmuş olan Ulusal Deprem Konseyi maalesef 2007 yılı başında bir genelgeyle kaldırılmıştır.
Yapılan kimi yasal düzenlemeler; afetleri önleme bahanesiyle kenti yağmalamanın bir aracı olarak kullanılmıştır. Kentsel dönüşüm alanlarında hayata geçirilmiş projelerle, bölgede yaşayan insanlara güvenli ve sağlıklı yaşam alanları sağlama yerine, kent merkezlerinde yaşayan yoksulların ve hatta orta sınıfın bu gölgelerden ayrılmak zorunda bırakıldığı görülmektedir.
Kamusal alanların özelleştirilerek satılması, afet sonrası kullanılabilecek kent içi boşlukların yok edilmesi ile sonuçlanmıştır. 1999 depremi sonrasında afet toplanma alanlarının büyük bir kısmı aynı yöntemlerle tüketilmiş olup günümüzde AVM ve rezidanslara ev sahipliği yapmaktadır. Doğal afetlere karşı kentlerimizi daha güvenilir ve sağlıklı hale getirmek için toplanan her türlü vergi ve benzeri ödemeler amaçları dışında kullanılmıştır. Ardı ardına değiştirilen imar yönetmelikleri ile parsellerde yapılaşmaları maksimuma çıkaracak düzenlemeler getirilmiştir.
Kentlerin ve kırsalın ekonomik bir değer olarak görülüp metalaştırılması ve tüketilmesi olsa olsa yeni afetlere davetiye çıkarır.
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023