"Aç kalan bir ulus ne mantık dinler, ne adalete kulak asar, ne de başka bir şeyle eğilir."
Seneca
Demokrasi, 21. yüzyıldan sağ salim çıkabilecek mi? Demokrasi, politika, hürriyet, eşitlik, adalet sözcükleri, hep ülkümüzün ufuklarını genişleten kelimelerdir. Ama bunların gerçek anlamlarını hala bildiğimizden emin değiliz ve bunları bir zihniyetten ziyade popüler bir refleksle kabul ediyoruz. Kelimelerin arka planındaki gerçekliğini düşündüğümüzde, bunların hakikatte ne anlama geldiğini görebiliyor muyuz?
Adalet, özgürlük ve eşitlik sırf yasalarda yazılı olmasıyla bizatihi fertlerce yaşandığını göstermediği gibi, bu kelimelerin çıktığı kavramlar sadece hukuki metin de değildir.
Her kelimenin ardında bir hayat, bir birikim, bir oluş, bir zihniyet, bir tavır vardır. Adalet vicdanlı olanların yapacağı erdemdir, hürriyet ruhu olanların soluyacağı şeydir, eşitlik hakkı gözetenlerin uyguladığı iştir.
"Demokrasi"ye yapılan birçok eleştiriden biri de "demokrasi" kelimesini oluşturan sözcüklerin gerçek anlamının ne kadar boş olduğudur. Demokrasi krizinin, demokrasinin yeterince demokratik olmamasından kaynaklandığı söylenmektedir. Özellikle demokraside, halkın bizzat sahip olmadığı bir "gücü", nasıl olur da başkasına verdiği hala çözülmemiş bir meseledir.
Demokrasi, halkın bizzat kendi kendini yönetmesi diye tanımlanıyorsa, bu, gerçekten imkansız bir şeydir; hatta ne çağımıza ne de herhangi başka bir çağda gerçeklik payı olabilecek bir şeydir. Burada, kendimizi kelimeler arkasında aldatmayalım.
İnsanların aynı anda, hem yöneten hem de yönetilen olabileceklerini başta kabul etmek, kabul edilemez bir çelişkidir. Çünkü bu anlamsızdır; neden böyledir denirse, eskiden beri kullanılagelen mantık kuralına göre; aynı varlık, aynı zamanda ve aynı ilgi içinde hem "eylem halinde" hem de, "kuvvet halinde" olamaz. Mutlak surette bir yönetenler, bir de yönetilenler vardır.
Modern dünyada yöneticilerin büyük maharetleri, bir illüzyon ustalığıyla, halkın kendi kendini yönettiğine halkı bizzat inadırmalarıdır. Burada bu yanılsamayı oluşturmak için "kamuya oy hakkı" denen şey icat edilmiştir. Zira, her zaman "oy hakkı" halkın istediği gerçek tercihi olmayabilir, seçimden çıkan "çoğunluk kararı" bazı zaman zulmün kaynağı da olabilir.
Yasa, kanun koyucunun, sırf çoğunlukla seçildiği için, çoğunluğun kanati olduğu kabul ediliyorsa da; burada farkına varılmayan şey, halkın kanaatinin çok kolayca yönlendirilebileceği ve değiştirebileceği hususudur. Bu demokrasi kelimesi aynı zamanda, batılı anlayışın, durmaksızın kendi ilkelerini "evrensel muvafakat" olarak dünyaya empoze ettirmesi ve bunları "hakikatin mısdakı" göstermesinin ne denli temelsiz ve tehlikeli olduğunu gösterir.
Soğuk savaşın sona ermesiyle, sanayileşmiş batı dünyasının tamamı, kendilerinin belirlediği gücün kurallarını, Washington'dan Tokyo'ya kadar "demokrasi" adına politik kürede yayma imkanı bulmuşlardır. Kapitalizm hiç olmadığı kadar kutsanmış, hatta tarihin sonu geldiği ve kesin zaferin sermayedar batılı görüşün lehinde kazanıldığı ilan edilmiştir.
Burada oluşan ilkeler "küreselleşmenin temel kuralları" olarak kabul edilmiş ve dünya sathında, "olmazsa olmaz" düsturlarla, başkaca çıkar yol yokmuşçasına bütün dünya milletlerine empoze edilmiştir.
Bugün "küreselleşmeye" karşı çıkmak, beyinsel bir arızasının olmasına eş değer kabul edilecek kadar bir inanış kabul edilmiştir. "Evrensel demokratik değerler" artık "küresel ilkelerle" yer değiştirmiş ve bu prensipleri kabul etmemek için direnen güçler "gerici", "kinci," "budala" olmakla itham edilmişlerdir. Ama bu manipülasyon, demokrasideki var olan paradoksu engelleyememiştir.
Demokrasi paradoksu, demokrasinin bütün dünyada hızla yayılırken, aynı oranda da bekleneni veremeyerek, büyük hayal kırıklığı yaşatmasıdır. Çünkü işsizlik gibi, uluslararası mali krizlerin neden olduğu ulusal ekonomi krizleri gibi, çevresel kirlilik ve silahlanma gibi uluslararası global boyutlu makro meseleler altından, hükümetlerin artık tek başlarına kalkamayacak derecede küçük kalmaları ve yine mesela belediye hizmetleri gibi mikro çaplı mahalli meselelerde ise, tam tersine bu kez çok büyük kalmaları yüzünden aciz kalmaları demokrasilerde hoşnutsuzlar yaratmıştır.
Bu yeni çağın doğurduğu problemleri halledeceği sözünü veren, ama 18. yüzyılın modası geçmiş liberal demokrasi anlayışlarıyla yetersiz kalarak bu sıkıntıları gideremeyen hükümetler ve hükümetleri oluşturan politik partiler de büyük puan kaybetmişlerdir. Ve bu da demokrasileri zora sokmakta, kalıcı çözümler getirilmemesine neden olmaktadır.
Bu demokratik kısır döngü ve hoşnutsuzluk, ulusların geleceğini, yeni kuşakların istikballerini nasıl ve ne şekilde etkileyecektir? Onların kültürel medeniyeteri ne halde olacaktır? İnsanlığın geleceğine, ortak mirasına nasıl bir fayda getirecektir?
Bütün bunların cevabı henüz verilmemiştir. Gerçekte bu "demokrasi" adı altında oluşan küresel baskıcı güce, hangi büyük bir güç karşı koyabilecek ve dünya üzerinde politik iktidara alabildiğine sahip olan bu güce, hangi politik otorite dur diyebilecektir?
Seneca
Demokrasi, 21. yüzyıldan sağ salim çıkabilecek mi? Demokrasi, politika, hürriyet, eşitlik, adalet sözcükleri, hep ülkümüzün ufuklarını genişleten kelimelerdir. Ama bunların gerçek anlamlarını hala bildiğimizden emin değiliz ve bunları bir zihniyetten ziyade popüler bir refleksle kabul ediyoruz. Kelimelerin arka planındaki gerçekliğini düşündüğümüzde, bunların hakikatte ne anlama geldiğini görebiliyor muyuz?
Adalet, özgürlük ve eşitlik sırf yasalarda yazılı olmasıyla bizatihi fertlerce yaşandığını göstermediği gibi, bu kelimelerin çıktığı kavramlar sadece hukuki metin de değildir.
Her kelimenin ardında bir hayat, bir birikim, bir oluş, bir zihniyet, bir tavır vardır. Adalet vicdanlı olanların yapacağı erdemdir, hürriyet ruhu olanların soluyacağı şeydir, eşitlik hakkı gözetenlerin uyguladığı iştir.
"Demokrasi"ye yapılan birçok eleştiriden biri de "demokrasi" kelimesini oluşturan sözcüklerin gerçek anlamının ne kadar boş olduğudur. Demokrasi krizinin, demokrasinin yeterince demokratik olmamasından kaynaklandığı söylenmektedir. Özellikle demokraside, halkın bizzat sahip olmadığı bir "gücü", nasıl olur da başkasına verdiği hala çözülmemiş bir meseledir.
Demokrasi, halkın bizzat kendi kendini yönetmesi diye tanımlanıyorsa, bu, gerçekten imkansız bir şeydir; hatta ne çağımıza ne de herhangi başka bir çağda gerçeklik payı olabilecek bir şeydir. Burada, kendimizi kelimeler arkasında aldatmayalım.
İnsanların aynı anda, hem yöneten hem de yönetilen olabileceklerini başta kabul etmek, kabul edilemez bir çelişkidir. Çünkü bu anlamsızdır; neden böyledir denirse, eskiden beri kullanılagelen mantık kuralına göre; aynı varlık, aynı zamanda ve aynı ilgi içinde hem "eylem halinde" hem de, "kuvvet halinde" olamaz. Mutlak surette bir yönetenler, bir de yönetilenler vardır.
Modern dünyada yöneticilerin büyük maharetleri, bir illüzyon ustalığıyla, halkın kendi kendini yönettiğine halkı bizzat inadırmalarıdır. Burada bu yanılsamayı oluşturmak için "kamuya oy hakkı" denen şey icat edilmiştir. Zira, her zaman "oy hakkı" halkın istediği gerçek tercihi olmayabilir, seçimden çıkan "çoğunluk kararı" bazı zaman zulmün kaynağı da olabilir.
Yasa, kanun koyucunun, sırf çoğunlukla seçildiği için, çoğunluğun kanati olduğu kabul ediliyorsa da; burada farkına varılmayan şey, halkın kanaatinin çok kolayca yönlendirilebileceği ve değiştirebileceği hususudur. Bu demokrasi kelimesi aynı zamanda, batılı anlayışın, durmaksızın kendi ilkelerini "evrensel muvafakat" olarak dünyaya empoze ettirmesi ve bunları "hakikatin mısdakı" göstermesinin ne denli temelsiz ve tehlikeli olduğunu gösterir.
Soğuk savaşın sona ermesiyle, sanayileşmiş batı dünyasının tamamı, kendilerinin belirlediği gücün kurallarını, Washington'dan Tokyo'ya kadar "demokrasi" adına politik kürede yayma imkanı bulmuşlardır. Kapitalizm hiç olmadığı kadar kutsanmış, hatta tarihin sonu geldiği ve kesin zaferin sermayedar batılı görüşün lehinde kazanıldığı ilan edilmiştir.
Burada oluşan ilkeler "küreselleşmenin temel kuralları" olarak kabul edilmiş ve dünya sathında, "olmazsa olmaz" düsturlarla, başkaca çıkar yol yokmuşçasına bütün dünya milletlerine empoze edilmiştir.
Bugün "küreselleşmeye" karşı çıkmak, beyinsel bir arızasının olmasına eş değer kabul edilecek kadar bir inanış kabul edilmiştir. "Evrensel demokratik değerler" artık "küresel ilkelerle" yer değiştirmiş ve bu prensipleri kabul etmemek için direnen güçler "gerici", "kinci," "budala" olmakla itham edilmişlerdir. Ama bu manipülasyon, demokrasideki var olan paradoksu engelleyememiştir.
Demokrasi paradoksu, demokrasinin bütün dünyada hızla yayılırken, aynı oranda da bekleneni veremeyerek, büyük hayal kırıklığı yaşatmasıdır. Çünkü işsizlik gibi, uluslararası mali krizlerin neden olduğu ulusal ekonomi krizleri gibi, çevresel kirlilik ve silahlanma gibi uluslararası global boyutlu makro meseleler altından, hükümetlerin artık tek başlarına kalkamayacak derecede küçük kalmaları ve yine mesela belediye hizmetleri gibi mikro çaplı mahalli meselelerde ise, tam tersine bu kez çok büyük kalmaları yüzünden aciz kalmaları demokrasilerde hoşnutsuzlar yaratmıştır.
Bu yeni çağın doğurduğu problemleri halledeceği sözünü veren, ama 18. yüzyılın modası geçmiş liberal demokrasi anlayışlarıyla yetersiz kalarak bu sıkıntıları gideremeyen hükümetler ve hükümetleri oluşturan politik partiler de büyük puan kaybetmişlerdir. Ve bu da demokrasileri zora sokmakta, kalıcı çözümler getirilmemesine neden olmaktadır.
Bu demokratik kısır döngü ve hoşnutsuzluk, ulusların geleceğini, yeni kuşakların istikballerini nasıl ve ne şekilde etkileyecektir? Onların kültürel medeniyeteri ne halde olacaktır? İnsanlığın geleceğine, ortak mirasına nasıl bir fayda getirecektir?
Bütün bunların cevabı henüz verilmemiştir. Gerçekte bu "demokrasi" adı altında oluşan küresel baskıcı güce, hangi büyük bir güç karşı koyabilecek ve dünya üzerinde politik iktidara alabildiğine sahip olan bu güce, hangi politik otorite dur diyebilecektir?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Adnan Ulutaş / diğer yazıları
- Bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? / 23.07.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002