Kabul etsek de, etmesek de her insan bir davanın içindedir. Kimileri hak, kimileri batıl bir davanın içinde, bazısı menfaat, bazısı verim peşindedir. Bazı insanlar içinde bulunduğu davada aktif, bazısı pasiftir. Bu durum, şartlar ve şahıslara göre değişebilir. Kişilerin içerisinde bulunduğu dava şahıslarla hareketlenebilir. Her kişi inandığı davayı inancıyla ve yorumuyla süsler. Bu yorumlar, toplumun bazı kesimde eleştiri görürken, bir başka kesiminde takdir edilebilir.Öyleyse diyebiliriz ki; insanlar belli bir süreçten sonra, davanın vitrini olurlar. Her dava, temsil eden kişinin şahsında görünür. Size bakanlar sizin vasfınızda, içinde bulunduğuz davayı yargılar. Hareketleriniz, konuşmalarınız, tavırlarınız, savunduğunuz yahut eleştirdiğiniz konular, hatta tebessümünüz ve ses tonunuzdan dahi sizi yorumlayıp, inancınızı kabul edebilir ya da eleştirebilirler. İşte bu durum insana mükellefiyet yükler. Yani sizin en ufak bir hatanız sadece size değil, davanıza da mal edilir.Ağır bir sorumluluk olarak görünen bu durum, eğer dikkat edilirse, aslında bazen sizin kişiliğinizin olumlu yönde şekillenmesini sağlayan bir olgu haline dönüşebilir.Çünkü bazen öyle bir konuma gelirsiniz ki; kendinizi değil de davanızı düşünerek tedbirler alırsınız. Ya da bir ortamda savunduğunuz davayı, sahiplenip, yeterince anlatabilmek için, kendinizi en donanımlı hale getirirsiniz.Her soruya, her eleştiriye karşı hazır olabilmek için, sürekli araştırırsınız, öğrenirsiniz. Farklı çevreler edinip, her kesimden insanlara ulaşmaya çabalarken, sosyalleşirsiniz.İçinde bulunduğunuz çevreye kendinizi kabul ettirmek için, insanlara gönül boyutundan yaklaşarak, sevilirsiniz. Sevildiğinizi hissederseniz etrafınıza gülümser gözlerle bakar, pozitif enerji verir ve daha çok verim sağlarsınız. Bu durumda sizi huzurlu ve mutlu kılar.İşte böylelikle etrafınızdakiler tarafından fark edildiği zaman, sizin bu güzel vasıflarınızı görenler, size karşı yakınlık besleyip sizi severler, sizin düşüncelerinizi benimserler. Sizi benimseyen insanlar zamanla sizin gibi olmak için gayret gösterir, sizi örnek alırlar. Eğer bu şekilde hareket ederlerse onlarda sizin inandığınız davaya ram olurlar. Bu dava içinde sizin gibi hizmet verirler.Onlarda donanımlarını çevresine yansıtır ve yayarlar. Burada Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın veciz bir sözü aklıma geldi. "sever ve sevilirseniz davanıza ram edemeyeceğiniz hiç kimse yoktur."Bu sebeple hangi şehirde ya da hangi ülkede olduğumuz önemli değil. Köyde ya da büyük bir şehirde olmamızın da önemi yok. İlla üniversite mezunu olmak da gerekmiyor. Her bir insan bir gurup topluluktur. Her kişi kendi gurubuna hitap edebilir. Bazıları arkadaşlarıyla birlikte konsere giderken anlatır, bazıları çalıştığı iş yerindeki mesai arkadaşlarına anlatır, bazıları annesiyle gittiği misafirliklerdeki akranlarına anlatır, bazıları da tarlada çalışırken anlatır. Bunun bir kalıbı yoktur. Şartları kendimize göre uyarlayarak ve özelikle de konuşma dilimizi insanların durumuna göre ayarlayarak çevremize hitabımızı yapabiliriz. Burada da dikkat etmemiz gereken şey, muhatabın anlayacağı dil ve üslupla konuşabilmektir. Bu bilinçle her gönle sevgi davasının, her zihne insanlığın ram edilmesini diliyorum?
Behiye İnekçioğlu / diğer yazıları
- Bir olma vakti / 17.01.2018
- Görmeyene göstermek / 03.10.2014
- Yaparak ve yaşayarak öğrenme süreci / 21.09.2014
- İçimizde kalsın! / 15.09.2014
- Bir parmağı eksik olanlar! / 08.09.2014
- Davaya ram olabilmek / 29.08.2014
- Bu inancın adı nedir? / 24.08.2014
- Haydi, kızlar okula! / 11.08.2014
- İhanet, esaret, asalet ve vicdan / 31.07.2014
- Hoş geldin ya şehr-i Ramazan! / 30.06.2014
- Görmeyene göstermek / 03.10.2014
- Yaparak ve yaşayarak öğrenme süreci / 21.09.2014
- İçimizde kalsın! / 15.09.2014
- Bir parmağı eksik olanlar! / 08.09.2014
- Davaya ram olabilmek / 29.08.2014
- Bu inancın adı nedir? / 24.08.2014
- Haydi, kızlar okula! / 11.08.2014
- İhanet, esaret, asalet ve vicdan / 31.07.2014
- Hoş geldin ya şehr-i Ramazan! / 30.06.2014