Türkiye ekonomisinin yılın ilk çeyreğinde yüzde 5 büyümesi, hükümet üyelerini adeta büyülemiş, diğer göstergeleri, dahası halkın sıkıntılarını görmelerine engel olmuştur.
Hâlbuki gerçekleşen tüketime dayalı bir büyümedir ki, o da büyütüldüğü kadar önemli bir gelişme değildir. Çünkü üretim artmadan, tüketimi sürekli arttırma imkânı bulunmamaktadır. Bir başka deyişle üretimsiz tüketim sürdürülemez bir durumdur.
Büyüme, üretimle gerçekleşirse gelir ve istihdamı arttırır. Türkiye, tüketimle büyüdüğü içindir ki, yüzde 5'lik bir büyümenin istihdama hiçbir artısı olmamıştır.
Tam aksine büyümeye rağmen, işsizlik oranı yüzde 12,6'ya yükselmiştir. Bu çelişki, tüketimle büyümenin önemsizliğini ortaya koyması bakımından çok dikkat çekicidir.
Gerçekten de borçlanarak tüketmek ve bunu zenginlik saymak anlamsızdır. Daha doğrusu insanın kendi kendini aldatmasıdır.
Büyüleyen yüzde 5'lik büyümeye bakınız ki, bunun 3,1 puanı halkın, 1,3 puanı devletin tüketiminden kaynaklanmaktadır. Geriye kalan sadece 0,6 puandır. İşte asıl olan da budur.
Esasen tüketimle büyüme, belli bir zaman sonra mutlaka ekonomik krize neden olur. Nasıl olmasın ki, geliri arttırmadan tüketimi arttırmanın borçlanmaktan başka bir yolu var mıdır? Bundan dolayıdır ki, günümüzde borçlanmak bireylerin, şirketlerin ve devletlerin en büyük açmazı olarak önümüzde durmaktadır.
Ekonomist Thomas Sedlacek, "İyi, Kötü ve Ekonomi" adlı kitabından borçla ilgili şu tespitte bulunur: "İçinde bulunduğumuz dönem para ve borç üzerine yükseldiğine göre, belki günün birinde tarihe 'Borç çağı' olarak geçecek ve bunun nasıl gerçekleştiğini incelemek gerçekten ilginç olacak." (s.86).
Hangi tür büyüme olursa olsun, hesaplanmasında büyük bir anlamsızlık yapılmaktadır. Şöyle ki, bir ülkede yalnız bir aile büyüse, o ülke büyümüş kabul edilmektedir. Daha açık bir deyişle, büyümeden nüfusun ancak küçük bir kesimi yararlanmaktadır. O nedenle büyüme rakamları, toplumun büyük çoğunluğunu ilgilendirmemektedir.
Türkiye, uzun yıllardır yatırım, sanayileşme ve üretimle büyümeyi rafa kaldırmış, küresel ölçekte serseri mayın gibi dolaşan sıcak paranın peşine düşmüştür. Bu parayı, yüksek faiz vererek ülkeye çekmek marifet sayılıyor. Hâsılı hükümet üyeleri, sadra şifa olmayan başarılarla büyüleniyor, büyülendikçe de gerçekleri algılamaktan mahrum kalıyorlar.
Peki, öyleyse ne yapılmalı? Yapılması gereken ilk iş, miadı dolmuş, eskimiş, pörsümüş, sömürüden başka hiçbir şey getirmeyen kapitalizmi terk etmek, Milli Ekonomi Modeli'ne dönmektir.
Bunu yaptığımız zaman, borçlanmadan, milli para ile milli kaynakları devreye koyarak, gerçek büyümeyi ve kalkınmayı sağlayabiliriz. Aksi halde hormonlu büyümeyle büyülenmekten ömür boyu kurtulamayız.
Hâlbuki gerçekleşen tüketime dayalı bir büyümedir ki, o da büyütüldüğü kadar önemli bir gelişme değildir. Çünkü üretim artmadan, tüketimi sürekli arttırma imkânı bulunmamaktadır. Bir başka deyişle üretimsiz tüketim sürdürülemez bir durumdur.
Büyüme, üretimle gerçekleşirse gelir ve istihdamı arttırır. Türkiye, tüketimle büyüdüğü içindir ki, yüzde 5'lik bir büyümenin istihdama hiçbir artısı olmamıştır.
Tam aksine büyümeye rağmen, işsizlik oranı yüzde 12,6'ya yükselmiştir. Bu çelişki, tüketimle büyümenin önemsizliğini ortaya koyması bakımından çok dikkat çekicidir.
Gerçekten de borçlanarak tüketmek ve bunu zenginlik saymak anlamsızdır. Daha doğrusu insanın kendi kendini aldatmasıdır.
Büyüleyen yüzde 5'lik büyümeye bakınız ki, bunun 3,1 puanı halkın, 1,3 puanı devletin tüketiminden kaynaklanmaktadır. Geriye kalan sadece 0,6 puandır. İşte asıl olan da budur.
Esasen tüketimle büyüme, belli bir zaman sonra mutlaka ekonomik krize neden olur. Nasıl olmasın ki, geliri arttırmadan tüketimi arttırmanın borçlanmaktan başka bir yolu var mıdır? Bundan dolayıdır ki, günümüzde borçlanmak bireylerin, şirketlerin ve devletlerin en büyük açmazı olarak önümüzde durmaktadır.
Ekonomist Thomas Sedlacek, "İyi, Kötü ve Ekonomi" adlı kitabından borçla ilgili şu tespitte bulunur: "İçinde bulunduğumuz dönem para ve borç üzerine yükseldiğine göre, belki günün birinde tarihe 'Borç çağı' olarak geçecek ve bunun nasıl gerçekleştiğini incelemek gerçekten ilginç olacak." (s.86).
Hangi tür büyüme olursa olsun, hesaplanmasında büyük bir anlamsızlık yapılmaktadır. Şöyle ki, bir ülkede yalnız bir aile büyüse, o ülke büyümüş kabul edilmektedir. Daha açık bir deyişle, büyümeden nüfusun ancak küçük bir kesimi yararlanmaktadır. O nedenle büyüme rakamları, toplumun büyük çoğunluğunu ilgilendirmemektedir.
Türkiye, uzun yıllardır yatırım, sanayileşme ve üretimle büyümeyi rafa kaldırmış, küresel ölçekte serseri mayın gibi dolaşan sıcak paranın peşine düşmüştür. Bu parayı, yüksek faiz vererek ülkeye çekmek marifet sayılıyor. Hâsılı hükümet üyeleri, sadra şifa olmayan başarılarla büyüleniyor, büyülendikçe de gerçekleri algılamaktan mahrum kalıyorlar.
Peki, öyleyse ne yapılmalı? Yapılması gereken ilk iş, miadı dolmuş, eskimiş, pörsümüş, sömürüden başka hiçbir şey getirmeyen kapitalizmi terk etmek, Milli Ekonomi Modeli'ne dönmektir.
Bunu yaptığımız zaman, borçlanmadan, milli para ile milli kaynakları devreye koyarak, gerçek büyümeyi ve kalkınmayı sağlayabiliriz. Aksi halde hormonlu büyümeyle büyülenmekten ömür boyu kurtulamayız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018