Barış ve barışı istemek barıştan yana olmak ne kadar tabii, ne kadar doğru ve ne kadar zaruri ve gerekli ise savaşı unutmamak da en az o kadar gereklidir.
Çok basit bir mantıkla savaşın olmadığı yerde barıştan zaten söz etmek abesle iştigal olur. Öyle ya bir yerlerde savaş var ki barıştan söz etmek ihtiyacını duyuyorsunuz.
Elbette burda savaş arzu edilmiyor. Milletlerin ve devletlerin hayatında savaşı inkar etmenin çok fazla ciddi bir anlamı yok. Hatta denebilir ki size savaşı unutturmak isteyenler kim bilir hangi savaşın planları ile meşgullerdir.
İnsanlar millet ve devlet bazında ne kadar bir ve beraber olurlarsa olsunlar eğer onları bir ve beraber olmaya zorlayan çok güçlü bağlar olmazsa en kısa zamanda dağılmaya mahkumdurlar.
Dünyadaki bütün toplumların aynı bağlarla bir ve beraber olmaları da mümkün olmadığına göre, ırk ve coğrafya farklılıklarının yanında inanç, düşünce, ideal ve gaye farklılıklarını ve bu farklılıkların meydana getirdiği isteklerin, arzuların bir noktada karşı karşıya geleceği de çok tabii bir neticedir.
Burda aslolan haklı olmak, adil olmaktır. Daha açık bir ifade ile 6 milyar insanın var olma ve yaşama hakkına sahip olduğunu en az kendi varlığı ve yaşama hakkı kadar inanmaktır aslolan. Bu var olma ve yaşama hakkını koruyacak, devam ettirecek diğer bütün hak ve hukukun da var olma ve yaşama hakkına denk olduğuna bunlar olmazsa onların da olmayacağına inanmak ve gereğini yapmaktır.
Yani herkesin, her milletin, her devlettin kendi dünyasında, kendi dininde, kendi düşüncesinde ve kendi menfaatleri doğrultusunda ama hiç bir kimsenin hak ve hukukuna da zarar vermeden, mani olmadan yaşamasıdır aslolan.
Yoksa bütün sıkça ifade edildiği gibi küreselleşme ve globalleşme adına milletleri ve devletleri bir araya getirmekle ne beklenen dünya düzeni kurulabilir ne de savaşı önleyebilirsiniz.
Kaldı ki toplumlar ne kadar bir araya gelirlerse gelsinler bir aile fertleri kadar birbirlerine yakın olamazlar. Bugün toplumun en tabii, en zaruri ve en gerçekçi çekirdek toplumu olan aile dahi paramparça olurken birilerinin kalkıp bu kırık-dökük parçalardan bir dünya ailesinden bahsetmesi ne kadar doğru ve inandırıcı olabilir.
Ve bunu yaşanan binlerce acı olayların tecrübesine rağmen batı adına düşünmek ve batıdan beklemek ne kadar samimi ve ne kadar gerçekçi olabilir.
Hele hele bugün bütün savaşların ve silahların planlayıcılarının ve tüccarlarının batı dünyasının fikir babaları olduğunu bile bile yine aynı tüccarların barıştan yana olduklarına inanmak aydın olmakla, barışsever olmakla ne derece bağdaşır.
Gerçekten barıştan yana olanlar savaştan yana olanlar kadar güçlü olmadıkları takdirde hiç bir savaşın önüne geçemeyecekleri gibi bu tüccarların elinden kurtulmaları da mümkün değildir.
Siz devletinizi, ordunuzu küçültmeye devam edin silah sanayiinde her an dev adımlarla ilerleyen batı dünyası bu silahları satmak için de, denemek için de, kardeşi kardeşe, oğulu babaya düşman eder... Savaşlar da böylece sürüp gider.
Barışın hukukunu bilmeyenler savaşın hukukunu hiç bilemezler. Savaşın hukukunu bilmeyenler de barışı asla getiremezler ve istemezler.
Çok basit bir mantıkla savaşın olmadığı yerde barıştan zaten söz etmek abesle iştigal olur. Öyle ya bir yerlerde savaş var ki barıştan söz etmek ihtiyacını duyuyorsunuz.
Elbette burda savaş arzu edilmiyor. Milletlerin ve devletlerin hayatında savaşı inkar etmenin çok fazla ciddi bir anlamı yok. Hatta denebilir ki size savaşı unutturmak isteyenler kim bilir hangi savaşın planları ile meşgullerdir.
İnsanlar millet ve devlet bazında ne kadar bir ve beraber olurlarsa olsunlar eğer onları bir ve beraber olmaya zorlayan çok güçlü bağlar olmazsa en kısa zamanda dağılmaya mahkumdurlar.
Dünyadaki bütün toplumların aynı bağlarla bir ve beraber olmaları da mümkün olmadığına göre, ırk ve coğrafya farklılıklarının yanında inanç, düşünce, ideal ve gaye farklılıklarını ve bu farklılıkların meydana getirdiği isteklerin, arzuların bir noktada karşı karşıya geleceği de çok tabii bir neticedir.
Burda aslolan haklı olmak, adil olmaktır. Daha açık bir ifade ile 6 milyar insanın var olma ve yaşama hakkına sahip olduğunu en az kendi varlığı ve yaşama hakkı kadar inanmaktır aslolan. Bu var olma ve yaşama hakkını koruyacak, devam ettirecek diğer bütün hak ve hukukun da var olma ve yaşama hakkına denk olduğuna bunlar olmazsa onların da olmayacağına inanmak ve gereğini yapmaktır.
Yani herkesin, her milletin, her devlettin kendi dünyasında, kendi dininde, kendi düşüncesinde ve kendi menfaatleri doğrultusunda ama hiç bir kimsenin hak ve hukukuna da zarar vermeden, mani olmadan yaşamasıdır aslolan.
Yoksa bütün sıkça ifade edildiği gibi küreselleşme ve globalleşme adına milletleri ve devletleri bir araya getirmekle ne beklenen dünya düzeni kurulabilir ne de savaşı önleyebilirsiniz.
Kaldı ki toplumlar ne kadar bir araya gelirlerse gelsinler bir aile fertleri kadar birbirlerine yakın olamazlar. Bugün toplumun en tabii, en zaruri ve en gerçekçi çekirdek toplumu olan aile dahi paramparça olurken birilerinin kalkıp bu kırık-dökük parçalardan bir dünya ailesinden bahsetmesi ne kadar doğru ve inandırıcı olabilir.
Ve bunu yaşanan binlerce acı olayların tecrübesine rağmen batı adına düşünmek ve batıdan beklemek ne kadar samimi ve ne kadar gerçekçi olabilir.
Hele hele bugün bütün savaşların ve silahların planlayıcılarının ve tüccarlarının batı dünyasının fikir babaları olduğunu bile bile yine aynı tüccarların barıştan yana olduklarına inanmak aydın olmakla, barışsever olmakla ne derece bağdaşır.
Gerçekten barıştan yana olanlar savaştan yana olanlar kadar güçlü olmadıkları takdirde hiç bir savaşın önüne geçemeyecekleri gibi bu tüccarların elinden kurtulmaları da mümkün değildir.
Siz devletinizi, ordunuzu küçültmeye devam edin silah sanayiinde her an dev adımlarla ilerleyen batı dünyası bu silahları satmak için de, denemek için de, kardeşi kardeşe, oğulu babaya düşman eder... Savaşlar da böylece sürüp gider.
Barışın hukukunu bilmeyenler savaşın hukukunu hiç bilemezler. Savaşın hukukunu bilmeyenler de barışı asla getiremezler ve istemezler.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010