Bir ülkenin varlığı ve varlığını sürdürebilmesi, beklenmedik afetler karşısında yaralarını sarıp ayağa kalkabilmesi, iç ve dış tehdit ve tehlikelere karşı hiç bir zafiyet göstermeden geleceğe başarılarla yürüyebilmesi o ülkenin inançta, fikirde, idealde ve hatta metotta ortaya koyabileceği birlik ve beraberlik ruhu ile mümkündür. Fert ve cemiyet planında gerek ailede, gerek şirketlerde, kurumlarda ve toplumun genelinde yaşamanın ve başarmanın bir başka yolu yoktur. Bu da olumlu, uyumlu, faydalı ve hayırlı insanların bir araya gelmesi ile mümkündür. O bakımdan ister ailede, ister şirkette, ister toplumun her hangi bir kesiminde herkes kendi bulunduğu yerin, kümenin ve bütünün tamamlayıcı bir üyesi olmak zorundadır. Aileden en büyük topluma kadar herkes kendi hayatını en yakından, en uzağına kadar kendisi gibi kendi hayatını yaşama hakkına sahip insanlarla beraber yaşamak mecburiyet ve mesuliyetinde olduğunu bilmesi ve buna uyması hayatın başta gelen kanunlarındandır. İnsanlar isteseler de istemeseler de aile ve cemiyet hayatı yaşamaya yaradılışları gereği mecburdurlar. Hatta sadece hem cinsleri ile değil, diğer bütün varlıklarla da belirli ölçülerde beraber yaşamak mecburiyetleri vardır. Bu hayatın tabii ve zaruri bir akışıdır. Burada genel ve birinci kaide şudur; Bir başkası ne derse desin, nasıl yaşarsa yaşasın herkes kendi insani ve vicdani sorumluluğu gereği olumlu, uyumlu, faydalı ve hayırlı olmak zorundadır. Bu noktada insan hiç bir yanlış örnekten yola çıkma hakkına sahip değildir. Aksi takdirde kendisine karşı yanlış ve haksızlık yapmış olur. İnsanın mesleği, mevkii, bilgisi, yetkisi, sorumluluğu ve gücü ne olursa olsun bu değişmez. Sıralama yapmak gerekirse elbette önde olanların, önde gidenlerin sorumlulukları başkaları ile mukayese edilmeyecek kadar çok ve ağırdır. Çünkü en büyük sorumluluk, en büyük yetkiyi elinde bulunduranlarındır. Siyaset ve devlet adamları, sivil ve askeri bürokratlar, teknokratlar gibi. Fakat bütün bunların dışında bir başka sınıf vardır ki, onların mecburiyetleri ve sorumlulukları her hangi bir makamla, parayla, yetki ile alakalı değildir. Onların bulundukları kurum itibariyle bizzat sorumludurlar. Bunlara bugün moda tabiriyle aydın ve entellektüel deniliyor. Yakın tarihimize kadar bunlara münevver, akil insan, ağzı dualı, mütefekkir diyorduk. Onlar sohbet ve nasihat ederler, akıl verip yol gösterirler. Yani onlar toplumun mürebbileri ve hamurkârları idiler. Hiç şüphesiz bu mümtaz şahsiyetler, her biri ayrı telden çalan ve yaşadığı toplumdan ve değerlerinden ayrı ve uzak yaşayan günümüz aydınlarından ayırmak lazım. Hangi seviyede olursa olsun kişilerin olumlu, uyumlu, faydalı ve hayırlı olabilmeleri için içinde bulunduğu toplumun bütün değer yargıları ile beslenmesi, bütünleşmesi ve sonra dönüp bütün aidiyet bağları ile kendisini hizmete adaması şarttır. İşte Prof. Dr. Haydar Baş'ı insan, siyaset ve devlet anlayışında, hizmette, çözüm ve çare üretmede farklı ve üstün kılan bu ortak değerler, bu aidiyet bağları ve bu ruhtur. Hangi toplum olursa olsun o toplumu kendi ortak değerlerinden, aidiyet bağlarından ve o ruh kökünden mahrum bırakamazsınız. Eğer buna yeltenirseniz o toplumu yaşatamazsınız. Neticede aynı isimlerle, aynı etiketlerde, aynı kalıplarda bir başka toplumla karşı karşıya kalırsınız. İşte maalesef bugün böyle bir toplum ile karşı karşıyayız. Ve her birimiz bu toplumun olumlu, uyumlu, faydalı ve hayırlı üyesi olmak yerine birbirimiz yiyip bitirmekle yarış halindeyiz. Lütfen, bugün hemen her meslekte önde gidenlere bir bakınız... Siyasetten, idareye, ilimden sanata, aydından yazara bir bakınız ve bunların bırakınız içinde yaşadıkları toplumla onun ortak değerleri ile benzerliklerini ve aidiyetlerini bu noktada birçoklarının nasıl hasmane ve düşmanca tavır takınıp kendi toplumu ile ters düştüklerini göreceksiniz. Onları ufacık kümelere sıkışmış halde birbirlerini inkâr ve reddederek fikir ayrılığının ötesinde birbirlerine karşı kin ve nefrette, tahkir ve istihza ile nasıl baktıklarını; birbirlerinin üzerine hasmane nasıl yürüdüklerini milletçe endişe ve hayretle izliyoruz. Başa dönecek olursak; temiz, sağlam, olumlu, uyumlu, faydalı ve hayırlı bir toplum için o yapıyı oluşturacak hamurkârlara her zamankinden daha çok muhtaç olduğumuz dönemlerden geçiyoruz. Dolayısıyla yaşanan ve halen yaşanmakta olan acı tecrübelerden sonra; milli ve bağımsız bir siyaset, milli ve bağımsız bir ekonomi, milli ve bağımsız bir kültür ve milli ve bağımsız bir medeniyeti yeniden inşa ve ihya edecek bir niyetin ve gayretin daha da geciktirilmeden millet tarafından iş başına getirilmesi şarttır.
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010