16 Mayıs, "Barış İçinde Birlikte Yaşama Uluslararası Günü" olarak ilân edilirken, kutlama ötesinde "barış", bir hak olarak gündem edilmiş midir? Hukuk penceresinden bakarak bu soruyu soruyoruz. Ya gönül penceresi… O başka bir âlem, başka bir hayat; gönüllerde yaşamıyorsa, hangi yasaya koyarsan koy "dil yâresi"ne çâre olmaz!
Dil sözcüğü gönül anlamına da gelir. Zengin bir sözcük dağarcığımız var; deyim ve atasözlerinde derinliğini bulur… Meselâ "Baş dille tartılır", "Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez", "Dilden gelen elden gelse, her fukara padişah olur", "Dili kılıçtan keskin", "Dilin cirmi küçük, cürmü büyük", "İki kulak bir dil için" gibi pek çok örnek verilebilir. Biz söylem anlamında barış konusunu ele alırken gönülden de ırak kalmamaya özen göstereceğiz bu yazımızda.
Söylem dedik ya, önce dilimizi düzeltelim ve nefret dili yerine sevgi dilini kullanalım. Dil-âzâr (gönül inciten, kalp kıran) değil, dil-ârâm (gönle huzur veren) olalım. Çok mu zor bunu yapmak? Hiç de değil, yeter ki gönülden isteyin, amma velâkin şu siyaset olmasaydı. Siyasetin dilindeki nefret… İşte bu nefret söyleminin alt yapısıyla bir yüzleşebilsek, siyasilerimiz buna bir cesaret edebilseler… Sadece siyasiler değil, kendimizle, geçmişimizle bireysel ve toplumsal olarak yüzleşmek. Bu yüzleşme, nefretin altında yatan sırları teşhir edeceği için özellikle siyasiler bundan kaçınmaktadır.
İnsan hakları, demokrasi, özgürlük, bağımsızlık gibi kavramlar sadece siyasi kavramlar olmayıp, kişisel ve toplumsal karakterlerin kurucu unsurlarıdır. Bunları ilkokuldan başlayarak oluşturmaya ve yaygınlaştırmaya ihtiyacımız var. Bunu başarabilirsek insanımızda ve bu toplumun ürünü siyasetçilerimizde de, eleştiri ve sorgulama kültürü ve en önemlisi uzlaşma kültürü yerleşmiş ve giderek gelişmiş olur. Muhalefet etme özgürlüğüne karşı agresif değil, anlayışlı ve saygılı olunur.
Hukuk zeminini yokladığımızda anayasamızda olmayan haktır "Barış Hakkı";
Anayasanın Başlangıç Bölümü "…birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve 'Yurtta sulh, cihanda sulh' arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu…" şeklinde genel bir yaklaşım dışında, vazgeçilmez tüm hak ve özgürlüklerimizin dayanağı barış hakkından yoksundur Anayasamız.
Barışın bir hak olduğunu özümseyecek nitelikte bir duyarlılığın oluşturulması ve bu duyarlılıkla barışa zarar verecek her türlü olumsuzluğa karşı bireysel ve toplumsal her türlü ilişkide barış hakkının savunulması ve sahip çıkılması önemli sorumluluğumuzdur.
Ya devletin sorumluluğu!
Barış hakkının sağlanması yükümlülüğüne dair Halkların Barış Hakkı Bildirisi'nde, barış hakkının korunması ve yaşanılabilir kılınmasında devlet yükümlüdür (Uluslararası Oslo ve Barselona Bildirileri).
Devletin öncelikli yükümlülüğünün; barış hakkının tüm hakların can damarı olduğu bilinciyle Anayasa'da yer almasını sağlamak, barış kültürünün oluşması için her türlü ortamı hazırlamak olduğunu söyleyebiliriz.
Nefret söyleminden vazgeçmeyen, nefret eylemlerini özendirircesine saldırganları serbest bırakan, sanatçıları ve Beşiktaş-Galatasaray-Fenerbahçe seyircisini kayıt altına aldıklarını söyleyenlerden barış talep etmek, saflık derecesinde iyimserlik deseniz de, başka türlüsünü söylemek bilim namusumuza ters düşüyor.
Yorumlar
Ahmet Ciftci
Baris zenginler icin sadece...
Baris zenginler icin sadece...
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023