İşin doğrusu "bardağı taşıran damlalardır"dır. Bunu hepimiz biliyoruz. Ancak günümüzde istenmeyen gelişmeler için ileri sürülen sebepler, gerçekleri yansıtmadığı gibi bardağı taşıran damlalar olarak da kabulü mümkün değil.
Bugün öne sürülen iddialar olsa olsa, ancak, bardağı taşıran damlalardaki zerreler misali olabilirler. Bu mantık biraz da çöpü gözüne perde yapıp dünyayı göremeyenlerin halini yansıtıyor. Hal böyle olunca da gerçekler bir türlü görülemiyor ve gerekli tedbirler alınamıyor.
Son zamanlarda bilhassa öğrenci intiharlarının gündeme getirdiği gençlik sorunlarında faturalar yine velilerin, öğretmenlerin bir kaç sözüne kesildi. Yani siz veliler ve öğretmenler çocuklara "sen çalışmıyorsun, başarısızsın, bak başkaları nasıl başarıyor. Niye çalışmıyorsun, neyin eksik? Bak senin için neler yapıyor ve nelere katlanıyoruz" gibi sözler söylediğiniz için onlar da "çalışamıyor, başaramıyor, bunalıma giriyor ve intihar ediyorlar"..
İşte üst düzey varlıklı ailelerin çocuklarının intihar sebebi bu.
Hemen kestirmeden gideyim. Bizim nesilde evde, okulda ve askerde dayak yemeyen yoktur.
Hatta evden de, okuldan da, askerden de kaçanlarımız olmuştur. Sırası gelmiş kovulmuş, ceza almışız.
Cetveller avuçlarımızı kızartsa bile dayağı sevimli kılabilmek için "büyüklerin vurduğu yerden gül biter" demişiz. Biraz daha ileri gitmiş "dayağın ilk vatanının cennet olduğunu" bile söylemişiz.
Bütün bunlar bizim dün de bugün de yarın da dayağı, küçük görmeyi, kötü sözü ve çirkin davranışları hoş gördüğümüz, ya da onayladığımız anlamına gelmez.
Kesinlikle başta insan olmak üzere hiç bir canlının ve eşyanın hak etmediği bu söze, davranışa ve cezaya muhatap olmasını istemeyiz.
Ama, her türlü ortamı hazırlayıp bütün çıkış yollarını da tıkayıp insanları ölümle burun buruna getirenlerin bu neticedeki gerçek paylarını gizleyerek damladaki zerreleri öne çıkarmaları da en az intiharlar kadar üzücü ve korkutucudur.
Halbuki hem ebeveynler, hem öğretmenler ve hem de idareciler olarak gözümüzdeki çöpü bir kenara itip gerçekleri görmeye çalışsak hepimizin ve bilhassa genç yavrularımızın hayat bağlarının ne kadar zayıf, güçsüz ve kopmak üzere olduğunu görürüz.
Ancak bütün anneler ve babalar olarak çocuklarımızla aramızdaki bağlar hangi noktadadır? Bu bağlar gittikçe güçlenmiyor mu, yoksa her geçen dakika biraz daha mı inceliyor, zayıflıyor?
Aynı soruyu öğretmen, amir-memur, patron-işçi, yöneten-yönetilen, zengin-fakir, kentli-köylü, alacaklı-borçlu doktor-hasta,tüccar-müşteri gibi aklınıza gelebilecek her kademede insanımız için sorsak, acaba aramızda olması gereken bağlar ne durumdadır? Dün mü daha sağlamdı, bugün mü?
Yine bütün bu insanların ve toplumun her kesiminin eşyaya, tabiata, insanlığa ve dünyaya bakış açısı ne idi ve nasıldı? Bu bakış açısından kendisini kendisine ve ailesine, çevresindeki insanlara (arkadaşlarına, komşularına ve diğer insanlara) ve dolayısıyla hayata bağlayan bağlar hangi düzeydedir? Bu bağlar dün ne idi, nasıldı?.. Bugün nedir ve nasıldır?
Yani insanı hayata bağlayacak, hayatı sevdirecek, hayatı her şeye rağmen yaşanabilir kılacak ne yapıyoruz?
Bu hayatın dünü var mıydı, yarını olacak mı? Bu sualin cevabını bizler biliyor muyuz? Hayat anlayışımızda dünün ve yarının yeri var mı?
Gerçekten gençlerimiz dünyasında dünün ve yarının bir manası var mı? Yani evde, okulda, iş hayatında düne ve yarına ait istek, bilgi adına ister kültür adına, ister medeniyet adına, ister ümit ve korku adına herhangi bir şey var mı?
Bizleri bu gençleri geçmişe ve geleceğe yani hayatın tamamına bağlayan bir şey var mı?
Eğer bizler ve bu gençler geçmiş ile gelecek arasında köprü olabilse idik ve dolayısıyla hayatın gerçekleri dünden bugüne, bugünden yarına bu köprüden yol bulup geçebilse idi bugün köprüler hayata küsenlerin ölümle buluşma noktası olur muydu?
Bugün hayat bardağını acıyla, hüzünle, kederle, korkuyla, nefretle, şiddetle, intiharla, şeytanla dolduranların aynı bardaktan neyi içtiklerini anlamaları, içinde bardağı taşıran damladaki zerreleri suçlamak yerine, sadece dillerinin ucuyla bardaktakini tatmalarının zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Bugün öne sürülen iddialar olsa olsa, ancak, bardağı taşıran damlalardaki zerreler misali olabilirler. Bu mantık biraz da çöpü gözüne perde yapıp dünyayı göremeyenlerin halini yansıtıyor. Hal böyle olunca da gerçekler bir türlü görülemiyor ve gerekli tedbirler alınamıyor.
Son zamanlarda bilhassa öğrenci intiharlarının gündeme getirdiği gençlik sorunlarında faturalar yine velilerin, öğretmenlerin bir kaç sözüne kesildi. Yani siz veliler ve öğretmenler çocuklara "sen çalışmıyorsun, başarısızsın, bak başkaları nasıl başarıyor. Niye çalışmıyorsun, neyin eksik? Bak senin için neler yapıyor ve nelere katlanıyoruz" gibi sözler söylediğiniz için onlar da "çalışamıyor, başaramıyor, bunalıma giriyor ve intihar ediyorlar"..
İşte üst düzey varlıklı ailelerin çocuklarının intihar sebebi bu.
Hemen kestirmeden gideyim. Bizim nesilde evde, okulda ve askerde dayak yemeyen yoktur.
Hatta evden de, okuldan da, askerden de kaçanlarımız olmuştur. Sırası gelmiş kovulmuş, ceza almışız.
Cetveller avuçlarımızı kızartsa bile dayağı sevimli kılabilmek için "büyüklerin vurduğu yerden gül biter" demişiz. Biraz daha ileri gitmiş "dayağın ilk vatanının cennet olduğunu" bile söylemişiz.
Bütün bunlar bizim dün de bugün de yarın da dayağı, küçük görmeyi, kötü sözü ve çirkin davranışları hoş gördüğümüz, ya da onayladığımız anlamına gelmez.
Kesinlikle başta insan olmak üzere hiç bir canlının ve eşyanın hak etmediği bu söze, davranışa ve cezaya muhatap olmasını istemeyiz.
Ama, her türlü ortamı hazırlayıp bütün çıkış yollarını da tıkayıp insanları ölümle burun buruna getirenlerin bu neticedeki gerçek paylarını gizleyerek damladaki zerreleri öne çıkarmaları da en az intiharlar kadar üzücü ve korkutucudur.
Halbuki hem ebeveynler, hem öğretmenler ve hem de idareciler olarak gözümüzdeki çöpü bir kenara itip gerçekleri görmeye çalışsak hepimizin ve bilhassa genç yavrularımızın hayat bağlarının ne kadar zayıf, güçsüz ve kopmak üzere olduğunu görürüz.
Ancak bütün anneler ve babalar olarak çocuklarımızla aramızdaki bağlar hangi noktadadır? Bu bağlar gittikçe güçlenmiyor mu, yoksa her geçen dakika biraz daha mı inceliyor, zayıflıyor?
Aynı soruyu öğretmen, amir-memur, patron-işçi, yöneten-yönetilen, zengin-fakir, kentli-köylü, alacaklı-borçlu doktor-hasta,tüccar-müşteri gibi aklınıza gelebilecek her kademede insanımız için sorsak, acaba aramızda olması gereken bağlar ne durumdadır? Dün mü daha sağlamdı, bugün mü?
Yine bütün bu insanların ve toplumun her kesiminin eşyaya, tabiata, insanlığa ve dünyaya bakış açısı ne idi ve nasıldı? Bu bakış açısından kendisini kendisine ve ailesine, çevresindeki insanlara (arkadaşlarına, komşularına ve diğer insanlara) ve dolayısıyla hayata bağlayan bağlar hangi düzeydedir? Bu bağlar dün ne idi, nasıldı?.. Bugün nedir ve nasıldır?
Yani insanı hayata bağlayacak, hayatı sevdirecek, hayatı her şeye rağmen yaşanabilir kılacak ne yapıyoruz?
Bu hayatın dünü var mıydı, yarını olacak mı? Bu sualin cevabını bizler biliyor muyuz? Hayat anlayışımızda dünün ve yarının yeri var mı?
Gerçekten gençlerimiz dünyasında dünün ve yarının bir manası var mı? Yani evde, okulda, iş hayatında düne ve yarına ait istek, bilgi adına ister kültür adına, ister medeniyet adına, ister ümit ve korku adına herhangi bir şey var mı?
Bizleri bu gençleri geçmişe ve geleceğe yani hayatın tamamına bağlayan bir şey var mı?
Eğer bizler ve bu gençler geçmiş ile gelecek arasında köprü olabilse idik ve dolayısıyla hayatın gerçekleri dünden bugüne, bugünden yarına bu köprüden yol bulup geçebilse idi bugün köprüler hayata küsenlerin ölümle buluşma noktası olur muydu?
Bugün hayat bardağını acıyla, hüzünle, kederle, korkuyla, nefretle, şiddetle, intiharla, şeytanla dolduranların aynı bardaktan neyi içtiklerini anlamaları, içinde bardağı taşıran damladaki zerreleri suçlamak yerine, sadece dillerinin ucuyla bardaktakini tatmalarının zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010