Bir milletin hiçbir dış gücün etkisinde kalmadan her alanda kendi kararlarını kendisinin hür iradesiyle vermesi demek olan bağımsızlık, milletin can damarıdır.
Nasıl ki can damarı kesilmiş bir insan hayatını devam ettiremez ise, bağımsızlığını kaybetmiş bir millet de varlığını devam ettiremez; yok olmaya mahkûmdur.
Türk milleti tarih sahnesine çıkışından bu yana hiçbir dönem ve devirde esareti yaşamamış ender milletlerden bir tanesidir. Bu uğurda pek çok meşakkate katlanmış tarihe geçen şanlı bir kurtuluş destanı yazmıştır.
II. Dünya Savaşı'dan sonra değişen dünya dengeleriyle beraber savaşların şekli ve metodu da değişmiştir. Artık toplu, tüfekli, askerli işgal dönemi büyük ölçüde kapanmış, bunun yerine "kaleyi içten fethetme" dönemi başlamıştır.
Bu dönemde Türkiye yine üzerinde ince hesaplar yapılan bir ülkedir. Dün silahlı işgal yöntemiyle istediğini elde edemeyen Batı, bugün ekonomi silahıyla muradına ermeye çalışmaktadır. Maksat 1920'de hayata geçirilemeyen Sevr maddelerini 21. yüzyılda uygulamaya koymaktır.
Bu noktada bağımsızlık ve milli egemenlik ifadelerinin altını bir kez daha çizmek gerekir. Zira 1919'un karanlık ortamında Atatürk'ün ifadeleriyle, "Bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve her köşesi bilfiil işgal edilmiş" bir ülkede, milli egemenliği temsil eden TBMM vücuda getirilmiş ve bağımsızlıktan asla taviz verilmeyeceği o şartlar altında dahi ilan edilmiştir.
Egemenlik ve bağımsızlık konusundaki tavizsiz tavır Lozan görüşmeleri sırasında da devam etmiş, İngitere Dışişleri Bakanı Lord Curzon Türk heyetini "bağımsızlık ve egemenlik" konularında ısrar ederek görüşmeleri yokuşa sürmekle suçlamıştı.
Ne hazin tecellidir ki bugün bu hassasiyet terk edilmiş durumdadır.
Batılı devletlere tam teslimiyetli politikalar takip edilmekte, ülkeleri batırmakla ünlü IMF'nin istekleri doğrultusunda "Yapısal reform" adı altında milletin meclisinden kararlar çıkarılmaktadır. Faizi ile beraber bize ödettirilecek olan borçların nerelere harcanacağı IMF'nin sıkı bir şekilde kontrolünde bulunmaktadır.
Böyle bir ortamda bağımsızlıktan ve milli egemenlikten söz etmek nasıl mümkün olacaktır?
Bağımsızlığın tehlikeye düşmesi için muhakkak bir silahlı işgalin var olması şart değildir.
Bir devletin içeride veya dışarıda aldığı kararlarda, attığı adımlarda herhangi bir yabancı devletin veya kurumun etkisi ve yaptırımı sözkonusu ise, o ülkede milli egemenlik ciddi bir tehlikede demektir. Biz bugün maalesef bu manzara ile karşı karşıyayız.
Bu noktada tam bağımsızlığı savunan, yabancı tahakkümünün ülkenin üzerinde kara bulut gibi dolaşmasına "son" diyen, milli kalkınma modelleriyle ülkeyi rahat ve bolluğa gark edecek olan bir siyasi irade bizim için tek çıkar yoldur. Bunun farkeden milletimiz bu sebepten olacak ki il il, ilçe ilçe miting meydanlarına fevc fevc akın ediyor, "AB'ye karşı Bağımsız Türkiye" diyor.
Nasıl ki can damarı kesilmiş bir insan hayatını devam ettiremez ise, bağımsızlığını kaybetmiş bir millet de varlığını devam ettiremez; yok olmaya mahkûmdur.
Türk milleti tarih sahnesine çıkışından bu yana hiçbir dönem ve devirde esareti yaşamamış ender milletlerden bir tanesidir. Bu uğurda pek çok meşakkate katlanmış tarihe geçen şanlı bir kurtuluş destanı yazmıştır.
II. Dünya Savaşı'dan sonra değişen dünya dengeleriyle beraber savaşların şekli ve metodu da değişmiştir. Artık toplu, tüfekli, askerli işgal dönemi büyük ölçüde kapanmış, bunun yerine "kaleyi içten fethetme" dönemi başlamıştır.
Bu dönemde Türkiye yine üzerinde ince hesaplar yapılan bir ülkedir. Dün silahlı işgal yöntemiyle istediğini elde edemeyen Batı, bugün ekonomi silahıyla muradına ermeye çalışmaktadır. Maksat 1920'de hayata geçirilemeyen Sevr maddelerini 21. yüzyılda uygulamaya koymaktır.
Bu noktada bağımsızlık ve milli egemenlik ifadelerinin altını bir kez daha çizmek gerekir. Zira 1919'un karanlık ortamında Atatürk'ün ifadeleriyle, "Bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve her köşesi bilfiil işgal edilmiş" bir ülkede, milli egemenliği temsil eden TBMM vücuda getirilmiş ve bağımsızlıktan asla taviz verilmeyeceği o şartlar altında dahi ilan edilmiştir.
Egemenlik ve bağımsızlık konusundaki tavizsiz tavır Lozan görüşmeleri sırasında da devam etmiş, İngitere Dışişleri Bakanı Lord Curzon Türk heyetini "bağımsızlık ve egemenlik" konularında ısrar ederek görüşmeleri yokuşa sürmekle suçlamıştı.
Ne hazin tecellidir ki bugün bu hassasiyet terk edilmiş durumdadır.
Batılı devletlere tam teslimiyetli politikalar takip edilmekte, ülkeleri batırmakla ünlü IMF'nin istekleri doğrultusunda "Yapısal reform" adı altında milletin meclisinden kararlar çıkarılmaktadır. Faizi ile beraber bize ödettirilecek olan borçların nerelere harcanacağı IMF'nin sıkı bir şekilde kontrolünde bulunmaktadır.
Böyle bir ortamda bağımsızlıktan ve milli egemenlikten söz etmek nasıl mümkün olacaktır?
Bağımsızlığın tehlikeye düşmesi için muhakkak bir silahlı işgalin var olması şart değildir.
Bir devletin içeride veya dışarıda aldığı kararlarda, attığı adımlarda herhangi bir yabancı devletin veya kurumun etkisi ve yaptırımı sözkonusu ise, o ülkede milli egemenlik ciddi bir tehlikede demektir. Biz bugün maalesef bu manzara ile karşı karşıyayız.
Bu noktada tam bağımsızlığı savunan, yabancı tahakkümünün ülkenin üzerinde kara bulut gibi dolaşmasına "son" diyen, milli kalkınma modelleriyle ülkeyi rahat ve bolluğa gark edecek olan bir siyasi irade bizim için tek çıkar yoldur. Bunun farkeden milletimiz bu sebepten olacak ki il il, ilçe ilçe miting meydanlarına fevc fevc akın ediyor, "AB'ye karşı Bağımsız Türkiye" diyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ali Haydar Aktaş / diğer yazıları
- IMF'nin kurban listesi / 05.11.2002
- Misyonerler, yarınlarımızı karartıyor / 02.11.2002
- Türkler geliyor / 31.10.2002
- ABD, yeni bir mâsum katliamına hazırlanıyor / 21.10.2002
- Vatandaş, BTP gerçeğinin farkında / 18.10.2002
- Milletin geleceğini düşünen tek parti BTP / 16.10.2002
- Milletin başına 'Baş' geliyor / 11.10.2002
- Batı'nın sömürge anlayışında dinin fonksiyonu / 28.09.2002
- Bağımsızlıkbir milletin vazgeçilmezidir / 26.09.2002
- Milli ekonomi şart / 20.09.2002
- Misyonerler, yarınlarımızı karartıyor / 02.11.2002
- Türkler geliyor / 31.10.2002
- ABD, yeni bir mâsum katliamına hazırlanıyor / 21.10.2002
- Vatandaş, BTP gerçeğinin farkında / 18.10.2002
- Milletin geleceğini düşünen tek parti BTP / 16.10.2002
- Milletin başına 'Baş' geliyor / 11.10.2002
- Batı'nın sömürge anlayışında dinin fonksiyonu / 28.09.2002
- Bağımsızlıkbir milletin vazgeçilmezidir / 26.09.2002
- Milli ekonomi şart / 20.09.2002