Her zaman ve fırsatta ifade ettiğimiz gibi, bağımsızlık bir milletin can damarı gibidir ve milletler için hayatî önem taşır. Tarih, bağımsızlığını kaybeden, esaret altına giren milletlerin düştükleri vahim durumların misalleriyle doludur.
Bağımsızlığın olmadığı yerde can, mal ve namus emniyeti gibi en temel hürriyetlerden dahi bahsedilemez. Millet olarak yakın tarihimizde yaşadığımız acı tabloyu unutmamız imkansızdır. Yunan, İngiliz ve Fransızlar tarafından 1919'da girişilen işgal harekatı ile Türk evleri bombalanmış, Türk aileleri evleri ateşe verilerek yakılmış, Türk askerleri tutsak edilmişti. Girilen köy ve kasabalarda ilk iş olarak, dalgalanan Osmanlı bayrakları indirilmiş ve itilaf devletlerinin bayrakları çekilmişti.
Bu manzaranın bir benzerini 1959'da Türk ve Rum halklarının ortaklığına dayalı bir Cumhuriyet olarak kurulan Kıbrıs'ta da görmek mümkündü. Kıbrıs başpiskoposu Makarios, kurduğu örgüt aracılığıyla Türkleri katletmeye başladığında, Lefkoşe hastanesinde yatan Türk hastalar öldürülüyor ve kıyma makinelerinden geçiriliyordu. Tarih: 1963.
1992'de başlayan ve topyekün Avrupa'nın seyirci olarak iştirak ettiği Bosna dramının tarihi, günümüze çok yakındır. Katliamlara şahit olanların ifadelerine göre: Sırplar girdikleri Boşnak köylerinde bir-iki aylık bebekleri yakmış ve insanların boğazlarını keserek kıyımlarını gerçekleştirmişlerdir.
Aynı durum Filistin'de de yaşanıyor. Filistin'e ait bölgelerin tamamına tanklarla giren İsrailli askerler; sivilleri, çocuk, büyük demeden katletmektedirler. Uluslararası raporlarda, işgal arasında küçük çocukların bıçakla ikiye bölündükleri yazılmaktadır.
Misalleri artırmak, olayları derinlemesine anlatmak mümkündür. İşte bu acı hakikatler bize, bağımsızlığın bir millet için can damarı olduğunu gösteriyor. Bu birinci hakikatin ardından şu hakikati de söylemek gerekir ki; kağıt üzerinde vazgeçilen haklar, verilen tavizler, devredilen egemenlik hakları neticede bu vahim tabloları oluşturmaktadır.
Batı'ya yakın durabilmek uğruna, toprak bütünlüğümüze kadar dayanan tavizler silsilesi, Türk milleti ve devletinin asla yararına olamaz. Bu tavizler bizim bağımsızlığımıza vurulmak istenen zincirlerdir. Yakın tarihte yaşanmış ve bugün halen yaşanmak olan bu acı hakikatleri gözden uzak tutmadan, M. Kemal Atatürk'ün şu sözlerini bir kez daha hatırlamalıyız:
"Temel ilke Türk milletinin saygın ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve refah içerisinde olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet insanlık âlemi karşısında uşak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz (Nutuk, s: 11).
Bağımsızlığın olmadığı yerde can, mal ve namus emniyeti gibi en temel hürriyetlerden dahi bahsedilemez. Millet olarak yakın tarihimizde yaşadığımız acı tabloyu unutmamız imkansızdır. Yunan, İngiliz ve Fransızlar tarafından 1919'da girişilen işgal harekatı ile Türk evleri bombalanmış, Türk aileleri evleri ateşe verilerek yakılmış, Türk askerleri tutsak edilmişti. Girilen köy ve kasabalarda ilk iş olarak, dalgalanan Osmanlı bayrakları indirilmiş ve itilaf devletlerinin bayrakları çekilmişti.
Bu manzaranın bir benzerini 1959'da Türk ve Rum halklarının ortaklığına dayalı bir Cumhuriyet olarak kurulan Kıbrıs'ta da görmek mümkündü. Kıbrıs başpiskoposu Makarios, kurduğu örgüt aracılığıyla Türkleri katletmeye başladığında, Lefkoşe hastanesinde yatan Türk hastalar öldürülüyor ve kıyma makinelerinden geçiriliyordu. Tarih: 1963.
1992'de başlayan ve topyekün Avrupa'nın seyirci olarak iştirak ettiği Bosna dramının tarihi, günümüze çok yakındır. Katliamlara şahit olanların ifadelerine göre: Sırplar girdikleri Boşnak köylerinde bir-iki aylık bebekleri yakmış ve insanların boğazlarını keserek kıyımlarını gerçekleştirmişlerdir.
Aynı durum Filistin'de de yaşanıyor. Filistin'e ait bölgelerin tamamına tanklarla giren İsrailli askerler; sivilleri, çocuk, büyük demeden katletmektedirler. Uluslararası raporlarda, işgal arasında küçük çocukların bıçakla ikiye bölündükleri yazılmaktadır.
Misalleri artırmak, olayları derinlemesine anlatmak mümkündür. İşte bu acı hakikatler bize, bağımsızlığın bir millet için can damarı olduğunu gösteriyor. Bu birinci hakikatin ardından şu hakikati de söylemek gerekir ki; kağıt üzerinde vazgeçilen haklar, verilen tavizler, devredilen egemenlik hakları neticede bu vahim tabloları oluşturmaktadır.
Batı'ya yakın durabilmek uğruna, toprak bütünlüğümüze kadar dayanan tavizler silsilesi, Türk milleti ve devletinin asla yararına olamaz. Bu tavizler bizim bağımsızlığımıza vurulmak istenen zincirlerdir. Yakın tarihte yaşanmış ve bugün halen yaşanmak olan bu acı hakikatleri gözden uzak tutmadan, M. Kemal Atatürk'ün şu sözlerini bir kez daha hatırlamalıyız:
"Temel ilke Türk milletinin saygın ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve refah içerisinde olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet insanlık âlemi karşısında uşak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz (Nutuk, s: 11).
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ali Haydar Aktaş / diğer yazıları
- IMF'nin kurban listesi / 05.11.2002
- Misyonerler, yarınlarımızı karartıyor / 02.11.2002
- Türkler geliyor / 31.10.2002
- ABD, yeni bir mâsum katliamına hazırlanıyor / 21.10.2002
- Vatandaş, BTP gerçeğinin farkında / 18.10.2002
- Milletin geleceğini düşünen tek parti BTP / 16.10.2002
- Milletin başına 'Baş' geliyor / 11.10.2002
- Batı'nın sömürge anlayışında dinin fonksiyonu / 28.09.2002
- Bağımsızlıkbir milletin vazgeçilmezidir / 26.09.2002
- Milli ekonomi şart / 20.09.2002
- Misyonerler, yarınlarımızı karartıyor / 02.11.2002
- Türkler geliyor / 31.10.2002
- ABD, yeni bir mâsum katliamına hazırlanıyor / 21.10.2002
- Vatandaş, BTP gerçeğinin farkında / 18.10.2002
- Milletin geleceğini düşünen tek parti BTP / 16.10.2002
- Milletin başına 'Baş' geliyor / 11.10.2002
- Batı'nın sömürge anlayışında dinin fonksiyonu / 28.09.2002
- Bağımsızlıkbir milletin vazgeçilmezidir / 26.09.2002
- Milli ekonomi şart / 20.09.2002