Bir devletin tam bağımsız kabul edilmesinin değişmez şartı, o devletin iradesinin üstünde hiçbir iradenin olmamasıdır. Başka bir deyişle bağımsız devlet, iradesinin üstünde irade tanımayan devlettir. Bu demek değildir ki, bağımsız devlet, her istediğini yapar. Aksine bağımsız devlet, hukukun üstünlüğünü esas alır. Gerek iç hukuka, gerekse uluslararası hukuka harfiyen uyar. Tarih boyunca tam, bağımsız devletler olduğu gibi başka devletlere bağlı uydu devletler de olmuştur.
Nihayet bugünlere geldik. Şimdi yeni bir görüş ortaya atıldı. Bazıları diyor ki: "Küreselleşme çağındayız. Onun için bağımsızlık anlayışı değişti. Artık bütün devletler birbirlerine bağımlı hale geldiler" bu görüşü savunanlara, "hayır, bağımsızlık anlayışı değişmemiştir, hiçbir zaman da değişmez" dediğimizde, örnek olarak ülkelerin birbirleriyle olan alışverişlerini gösteriyorlar. Burada, bilerek veya bilmeyerek çok büyük bir yanıltma var. Şöyle ki; ülkelerin kendi iradesiyle alışveriş yapmalar ayrıdır; iradesinin üstünde irade kabul etmeleri ayrıdır. Her ülke, kendi iradesiyle kârlı bulduğu bir alışverişi, başka bir ülke ile yapabilir. Bu, bağımsızlığa hiçbir halel getirmez. Eğer bu alışverişe bir devlet, başka bir devlet tarafından zorlanıyorsa ve o da bunu yapmaya mecbur kalıyorsa, o zaman durum elbette farklıdır. Burada esas olan devletin iradesidir.
Ne yazık ki bağımsızlığın ne demek olduğunu çok iyi bilmesi gerekenlerden bazıları da, bağımsızlık anlayışının değiştiğini söyleyenler arasında yer alıyor. Nereden nereye geldiğimizi görmemiz bir mukayesi yapmamız için, Reşat Nuri'nin 'İstiklâl' adlı tek perdelik oyunundan söz etmek istiyorum. Oyun mütareke döneminde bir Ege kasabasında geçer. Kasabanın hapishanesinde bulunan ve Türk adaletinin idama mahkum ettiği Adalı Ali, temyizi beklerken, kasaba işgal edilir. İşgal kuvvetleri komutanı olan İtalyan subayı, onun emir subayı, Ermeni tercümanı ile kaymakam Adalı Ali'ye gelirler. Derler ki: "Ali, burası artık İtalyan toprağıdır, burada İtalyan kanunları geçerlidir. Bundan dolayı Türk adaletinin mahkum ettiği bir suçlu idam edilmez, affedilir. Seni affettik, serbestsin". Adalı Ali'nin cevabı çok ilginç. Der ki: "Burası İtalyan toprağı ise, ben Türk topraklarına geçip, Türk olarak ölmek istiyorum".
İşte Türk milletinin bağımsızlık anlayışı budur. Türk milleti bağımsızlığına böyle önem verdiği içindir ki, hiçbir zaman esir olmamıştır. Esareti kabul etmemiştir. Atatürk'e "bağımsızlık benim karakterimdir" dedirten de bu ruhtur. Atalarımıza, İstiklal Mücadelesinde "Ya İstiklâl, ya ölüm" bayrağını açtıran da bu ruhtur. Aslında fıtratı bozulmamış insan için doğrusu da budur. Zilletle yaşamaktansa şerefle ölmek daha iyidir. Yeri ve zamanı geldiğinde insanoğlu, canını da feda etmesini bilmelidir. Zira hayatından üstün bir değeri olmayan insanın, hayatının da değeri yoktur.
Bugün satılmış kalemler, bağımsızlık anlayışını yıkmak, "hayat ekonomiden ibarettir" anlayışını egemen kılmak için habire çalışıyorlar. O kadar ki, para karşılığı, Kıbrıs'ı satmayı Amerikan ordusuyla Irak'a karşı birlikte savaşmayı dahi gündeme getirebiliyorlar. Bu teklifler, yıllar önceki tartışmaları hatırlamamıza vesile oluyor. Keçecizade Fuat Paşa'ya, Fransa İmparatoru 3. Napolyon, "Girit Adası'nı kaça satarsınız?" diye sorar. Fuat Paşa'nın cevabı şöyle olur: "Aldığımız fiyata". 3. Napolyon, bu cevap karşısında susar. Nasıl susmasın ki, Osmanlı Girit'i 25 yıl savaşarak ve birçok şehit vererek almıştı. Osmanlı'nın anlayışı böyleydi. Yani Osmanlı da kanla alınan toprak parayla satılmazdı.
Şimdi içine düştüğümüz hale bakın. Yahudi Soros, "Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü ordusudur" diyerek sadece toprağımızı değil, çocuklarımızı bile satmayı teklif edebiliyor. Soros, bu cesareti nereden alıyor? Neden ağzının payı verilmiyor? Bütün bunları, "bağımsızlık anlayışı değişti" diyenler hoş karşılıyorlar. Onlar hoş karşılayabilir ama, millet kahroluyor. Millet, kendinden bir sesi, milli ve gür bir sesi sabırsızlıkla bekliyor.
Toprak satmak, paralı asker olmak gibi konuları gündeme getirenlere ve "bütün dünya vatanımdır" diyenlere, şairin şu dizeleriyle seslenerek bitirmek istiyorum:
"Vatanını kaybeden, bulamaz kendine vatan,
Çünkü mirasyedi olan kovulur her kapıdan".
Nihayet bugünlere geldik. Şimdi yeni bir görüş ortaya atıldı. Bazıları diyor ki: "Küreselleşme çağındayız. Onun için bağımsızlık anlayışı değişti. Artık bütün devletler birbirlerine bağımlı hale geldiler" bu görüşü savunanlara, "hayır, bağımsızlık anlayışı değişmemiştir, hiçbir zaman da değişmez" dediğimizde, örnek olarak ülkelerin birbirleriyle olan alışverişlerini gösteriyorlar. Burada, bilerek veya bilmeyerek çok büyük bir yanıltma var. Şöyle ki; ülkelerin kendi iradesiyle alışveriş yapmalar ayrıdır; iradesinin üstünde irade kabul etmeleri ayrıdır. Her ülke, kendi iradesiyle kârlı bulduğu bir alışverişi, başka bir ülke ile yapabilir. Bu, bağımsızlığa hiçbir halel getirmez. Eğer bu alışverişe bir devlet, başka bir devlet tarafından zorlanıyorsa ve o da bunu yapmaya mecbur kalıyorsa, o zaman durum elbette farklıdır. Burada esas olan devletin iradesidir.
Ne yazık ki bağımsızlığın ne demek olduğunu çok iyi bilmesi gerekenlerden bazıları da, bağımsızlık anlayışının değiştiğini söyleyenler arasında yer alıyor. Nereden nereye geldiğimizi görmemiz bir mukayesi yapmamız için, Reşat Nuri'nin 'İstiklâl' adlı tek perdelik oyunundan söz etmek istiyorum. Oyun mütareke döneminde bir Ege kasabasında geçer. Kasabanın hapishanesinde bulunan ve Türk adaletinin idama mahkum ettiği Adalı Ali, temyizi beklerken, kasaba işgal edilir. İşgal kuvvetleri komutanı olan İtalyan subayı, onun emir subayı, Ermeni tercümanı ile kaymakam Adalı Ali'ye gelirler. Derler ki: "Ali, burası artık İtalyan toprağıdır, burada İtalyan kanunları geçerlidir. Bundan dolayı Türk adaletinin mahkum ettiği bir suçlu idam edilmez, affedilir. Seni affettik, serbestsin". Adalı Ali'nin cevabı çok ilginç. Der ki: "Burası İtalyan toprağı ise, ben Türk topraklarına geçip, Türk olarak ölmek istiyorum".
İşte Türk milletinin bağımsızlık anlayışı budur. Türk milleti bağımsızlığına böyle önem verdiği içindir ki, hiçbir zaman esir olmamıştır. Esareti kabul etmemiştir. Atatürk'e "bağımsızlık benim karakterimdir" dedirten de bu ruhtur. Atalarımıza, İstiklal Mücadelesinde "Ya İstiklâl, ya ölüm" bayrağını açtıran da bu ruhtur. Aslında fıtratı bozulmamış insan için doğrusu da budur. Zilletle yaşamaktansa şerefle ölmek daha iyidir. Yeri ve zamanı geldiğinde insanoğlu, canını da feda etmesini bilmelidir. Zira hayatından üstün bir değeri olmayan insanın, hayatının da değeri yoktur.
Bugün satılmış kalemler, bağımsızlık anlayışını yıkmak, "hayat ekonomiden ibarettir" anlayışını egemen kılmak için habire çalışıyorlar. O kadar ki, para karşılığı, Kıbrıs'ı satmayı Amerikan ordusuyla Irak'a karşı birlikte savaşmayı dahi gündeme getirebiliyorlar. Bu teklifler, yıllar önceki tartışmaları hatırlamamıza vesile oluyor. Keçecizade Fuat Paşa'ya, Fransa İmparatoru 3. Napolyon, "Girit Adası'nı kaça satarsınız?" diye sorar. Fuat Paşa'nın cevabı şöyle olur: "Aldığımız fiyata". 3. Napolyon, bu cevap karşısında susar. Nasıl susmasın ki, Osmanlı Girit'i 25 yıl savaşarak ve birçok şehit vererek almıştı. Osmanlı'nın anlayışı böyleydi. Yani Osmanlı da kanla alınan toprak parayla satılmazdı.
Şimdi içine düştüğümüz hale bakın. Yahudi Soros, "Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü ordusudur" diyerek sadece toprağımızı değil, çocuklarımızı bile satmayı teklif edebiliyor. Soros, bu cesareti nereden alıyor? Neden ağzının payı verilmiyor? Bütün bunları, "bağımsızlık anlayışı değişti" diyenler hoş karşılıyorlar. Onlar hoş karşılayabilir ama, millet kahroluyor. Millet, kendinden bir sesi, milli ve gür bir sesi sabırsızlıkla bekliyor.
Toprak satmak, paralı asker olmak gibi konuları gündeme getirenlere ve "bütün dünya vatanımdır" diyenlere, şairin şu dizeleriyle seslenerek bitirmek istiyorum:
"Vatanını kaybeden, bulamaz kendine vatan,
Çünkü mirasyedi olan kovulur her kapıdan".
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018