Biraz garip bir başlık olmakla beraber maalesef doğru bir başlık. Bilindiği gibi, uzun süredir TBMM Adalet Komisyonu'nda Medeni Kanunda çok büyük çapta değişiklik gayretleri bulunmaktadır.
Bu değişikliklerin tamamını elbette ki bu kısa sütunda işleyecek değiliz, esasen buna gerek de yok. Bizi burada ilgilendiren husus aileye bakış açısıdır. Gerçekten aileye bakış tam bir şirket mantığı ile yürütülmektedir. Örneğin mal rejimi. Bu hususta İslam Hukuku mal ayrılığı rejimini kabul etmiştir. 1926'da Medeni Kanun, İsviçre'den alınırken orada mevcut olan mal birliği rejimi yerine bizde eskiden beri uygulanmakta olan mal ayrılığı sistemi kabul edildi. O yıllarda Avrupa Ülkeleri'nde, örneğin Almanya ve Fransa'da mal birliği rejimi tatbik ediliyordu. Bu ülkelerden Almanya 1957'de Eşit Haklar Kanunu ile, Fransa 1965'de, İsviçre de 1984'de artık mal birliği sistemini terk ederek "Edinilmiş Mallara Katılma" dedikleri, şimdi bize de getirilmek istenen sisteme geçtiler.
Bu sisteme göre eşlerin kendilerine ait şahsi malları dışında kalan mallarda katılma imkanı getiriliyor. Buna göre evlilikten önce her eşin sahip olduğu mallar; alacağı miras; manevi tazminat vs. gibi yollarla elde ettikleri mallar hariç, evlilik içinde kazanılan mallar yine ayrı ayrı hesap edilecek, fakat boşanma durumunda aradaki fark eşler arasında birleştirilecek.
Yapılan mücadele neticesinde zina ve hayata kast deneniyle boşanma gerçekleşmişse, bu durumda hakim bu eşin edinilmiş mallara katılımını kısmen ya da tamamen yasaklayabilecek.
Gerçi eşler isterlerse mal ayrılığı ya da başka bir mal rejimini kendi aralarında noter yolu ile kararlaştırabilirler. Böyle bir anlaşma yoksa kanunun hükmü uygulanacak.
Aynı mantıkla yaklaşılarak, çocuğun ismini koymada babaya ait yetki kaldırılıyor; eşlerin birlikte karar vermeleri hükmü getiriliyor. Anlaşamazlarsa vay çocuğun haline, olacak bir "isimsiz kahraman".
Kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan hüküm de değiştiriliyor. Eskiden çalışmak isteyen kadına Medeni Kanunun ilgili maddesini göstererek izin vermeyen kocaya şimdi de kadın aynı maddenin kaldırılmış olduğunu ileri sürerek serbestçe çalışabilecek.
Nihayet "evin reisi kocadır" hükmü de artık tarihe karışıyor. Kadının olması da eşitliği bozacağına göre, aile reissiz ve başsız kalmış demektir.
Bu mantık yeni Anayasa değişikliğine de yansımakta ve aile ile ilgili 41. maddeye şu hüküm eklenmektedir: "Aile toplumun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır." Bu maddede mevcut olan "Türk toplumunun ifadesinden "Türk" kelimesi çıkarılmaktadır. Ayrıca "eşler arasında eşitliğe dayanır" ifadesi eklenmektedir. Aynı yaklaşımla "vatandaşlık" hükmünü düzenleyen 66. maddede yer alan, "Türk anadan yabancı babadan doğan çocuğun durumu kanunla düzenlenir" ifadesi de çıkarılıyor.
Aklıma gelmişken şunu da hatırlatalım; bir kaç hafta önce Büyükçekmece İlçe Emniyet Müdürlüğü benden "Ailenin Korunması Hakkında Kanunun" uygulanmasına ilişkin bir konferans istedi. Ben de gayri ihtiyari "böyle bir kanun mu var" dedim. Gerçekten de varmış; 4320 sayılı ve 14.1.1998 tarihili bir kanun.
İki maddelik olan kanuna göre, eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi halinde, Sulh Hukuk Hakimi meselenin mahiyetini gözününde bulundurarak, aşağıda sayılan tedbirlerden bir ya da bir kaçına karar verebilir. Kusurlu eşin bundan vazgeçmesini; müşterek evden uzaklaştırarak o eve ya da işyerine yaklaşmamasını; ortak eşyalara zarar vermemesini; iletişim araçları ile onları rahatsız etmemesini; alkol ya da uyuşturucu benzeri madde kullanmış olarak konuta gelmemesini ve ortak konutta bu maddeleri kullanmamasını ister ve altı ay buna uymasına karar verebilir. Savcılık bu tedbirleri zabıta yoluyla izler. Sonuç alınmazsa üç aydan altı aya kadar hapsine karar verebiliyor.
Avukatlara sordum: Bu kanundan çoğunun haberi yok; olanlar da hocam işlemesi mümkün olmayan bir kanundur diyorlar.
Evvela belirteyim ki, gerek Medeni Kanunda yapılmakta olan değişiklikler gerekse şiddet kullanan eşe karşı alınmaya çalışılan tüm bu tedbirler beni ilke olarak rahatsız etmemektedir. Bizim asıl rahatsız olduğumuz husus, bu yaklaşımda aile kavramına kutsal bir yuva olarak bakmak yerine, karı, koca ve eşlerin kurdukları bir aile şirketi gözü ile meseleye yaklaşılmasıdır. Aile bağlarını kuvvetlendirecek, saygı ve sevgiyi pekiştirecek bu sorunların doğmamasını sağlamak için tedbir almak ve bu tür köklü çözümler üretmek yerine, üç ayrı grup yabancının yaşadığı ve oturdukları bir ortak mekan adeta bir otel odası gözü ile aileye bakılması ve bu yolla ailede huzurun sağlanacağına inanılmış olmasıdır.
Oysa bu mantık iflas etmiş bir kapitalist batı aile koruma mantığıdır ve gittikçe batağa saplanmaktadır.
Gelin aileyi düşman kardeşlerin yaşadığı, her an kavga çıkacak mekanlar olarak görmekten vazgeçelim. Bu tedbirleri de ihmal etmeyelim ama aile huzurunu bu tedbirlerden bekleme yanılgısını bırakalım artık.
Bu değişikliklerin tamamını elbette ki bu kısa sütunda işleyecek değiliz, esasen buna gerek de yok. Bizi burada ilgilendiren husus aileye bakış açısıdır. Gerçekten aileye bakış tam bir şirket mantığı ile yürütülmektedir. Örneğin mal rejimi. Bu hususta İslam Hukuku mal ayrılığı rejimini kabul etmiştir. 1926'da Medeni Kanun, İsviçre'den alınırken orada mevcut olan mal birliği rejimi yerine bizde eskiden beri uygulanmakta olan mal ayrılığı sistemi kabul edildi. O yıllarda Avrupa Ülkeleri'nde, örneğin Almanya ve Fransa'da mal birliği rejimi tatbik ediliyordu. Bu ülkelerden Almanya 1957'de Eşit Haklar Kanunu ile, Fransa 1965'de, İsviçre de 1984'de artık mal birliği sistemini terk ederek "Edinilmiş Mallara Katılma" dedikleri, şimdi bize de getirilmek istenen sisteme geçtiler.
Bu sisteme göre eşlerin kendilerine ait şahsi malları dışında kalan mallarda katılma imkanı getiriliyor. Buna göre evlilikten önce her eşin sahip olduğu mallar; alacağı miras; manevi tazminat vs. gibi yollarla elde ettikleri mallar hariç, evlilik içinde kazanılan mallar yine ayrı ayrı hesap edilecek, fakat boşanma durumunda aradaki fark eşler arasında birleştirilecek.
Yapılan mücadele neticesinde zina ve hayata kast deneniyle boşanma gerçekleşmişse, bu durumda hakim bu eşin edinilmiş mallara katılımını kısmen ya da tamamen yasaklayabilecek.
Gerçi eşler isterlerse mal ayrılığı ya da başka bir mal rejimini kendi aralarında noter yolu ile kararlaştırabilirler. Böyle bir anlaşma yoksa kanunun hükmü uygulanacak.
Aynı mantıkla yaklaşılarak, çocuğun ismini koymada babaya ait yetki kaldırılıyor; eşlerin birlikte karar vermeleri hükmü getiriliyor. Anlaşamazlarsa vay çocuğun haline, olacak bir "isimsiz kahraman".
Kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan hüküm de değiştiriliyor. Eskiden çalışmak isteyen kadına Medeni Kanunun ilgili maddesini göstererek izin vermeyen kocaya şimdi de kadın aynı maddenin kaldırılmış olduğunu ileri sürerek serbestçe çalışabilecek.
Nihayet "evin reisi kocadır" hükmü de artık tarihe karışıyor. Kadının olması da eşitliği bozacağına göre, aile reissiz ve başsız kalmış demektir.
Bu mantık yeni Anayasa değişikliğine de yansımakta ve aile ile ilgili 41. maddeye şu hüküm eklenmektedir: "Aile toplumun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır." Bu maddede mevcut olan "Türk toplumunun ifadesinden "Türk" kelimesi çıkarılmaktadır. Ayrıca "eşler arasında eşitliğe dayanır" ifadesi eklenmektedir. Aynı yaklaşımla "vatandaşlık" hükmünü düzenleyen 66. maddede yer alan, "Türk anadan yabancı babadan doğan çocuğun durumu kanunla düzenlenir" ifadesi de çıkarılıyor.
Aklıma gelmişken şunu da hatırlatalım; bir kaç hafta önce Büyükçekmece İlçe Emniyet Müdürlüğü benden "Ailenin Korunması Hakkında Kanunun" uygulanmasına ilişkin bir konferans istedi. Ben de gayri ihtiyari "böyle bir kanun mu var" dedim. Gerçekten de varmış; 4320 sayılı ve 14.1.1998 tarihili bir kanun.
İki maddelik olan kanuna göre, eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi halinde, Sulh Hukuk Hakimi meselenin mahiyetini gözününde bulundurarak, aşağıda sayılan tedbirlerden bir ya da bir kaçına karar verebilir. Kusurlu eşin bundan vazgeçmesini; müşterek evden uzaklaştırarak o eve ya da işyerine yaklaşmamasını; ortak eşyalara zarar vermemesini; iletişim araçları ile onları rahatsız etmemesini; alkol ya da uyuşturucu benzeri madde kullanmış olarak konuta gelmemesini ve ortak konutta bu maddeleri kullanmamasını ister ve altı ay buna uymasına karar verebilir. Savcılık bu tedbirleri zabıta yoluyla izler. Sonuç alınmazsa üç aydan altı aya kadar hapsine karar verebiliyor.
Avukatlara sordum: Bu kanundan çoğunun haberi yok; olanlar da hocam işlemesi mümkün olmayan bir kanundur diyorlar.
Evvela belirteyim ki, gerek Medeni Kanunda yapılmakta olan değişiklikler gerekse şiddet kullanan eşe karşı alınmaya çalışılan tüm bu tedbirler beni ilke olarak rahatsız etmemektedir. Bizim asıl rahatsız olduğumuz husus, bu yaklaşımda aile kavramına kutsal bir yuva olarak bakmak yerine, karı, koca ve eşlerin kurdukları bir aile şirketi gözü ile meseleye yaklaşılmasıdır. Aile bağlarını kuvvetlendirecek, saygı ve sevgiyi pekiştirecek bu sorunların doğmamasını sağlamak için tedbir almak ve bu tür köklü çözümler üretmek yerine, üç ayrı grup yabancının yaşadığı ve oturdukları bir ortak mekan adeta bir otel odası gözü ile aileye bakılması ve bu yolla ailede huzurun sağlanacağına inanılmış olmasıdır.
Oysa bu mantık iflas etmiş bir kapitalist batı aile koruma mantığıdır ve gittikçe batağa saplanmaktadır.
Gelin aileyi düşman kardeşlerin yaşadığı, her an kavga çıkacak mekanlar olarak görmekten vazgeçelim. Bu tedbirleri de ihmal etmeyelim ama aile huzurunu bu tedbirlerden bekleme yanılgısını bırakalım artık.
Burhan Kuzu / diğer yazıları
- Bir ulus yok ediliyor / 10.08.2001
- Sınırlı af kararı / 03.08.2001
- Dünya barışı ya da fırtına öncesi sessizlik / 20.07.2001
- İnsan kasapları Lahey'e götürülüyor / 13.07.2001
- Türkiye kötü yönetiliyor / 06.07.2001
- 78 yılda 56 parti kapatıldı / 29.06.2001
- Aileye şirket bakışı / 22.06.2001
- Azınlık hakları / 15.06.2001
- RTÜK Kanunu / 08.06.2001
- TÜSİAD'ın 10 emri / 01.06.2001
- Sınırlı af kararı / 03.08.2001
- Dünya barışı ya da fırtına öncesi sessizlik / 20.07.2001
- İnsan kasapları Lahey'e götürülüyor / 13.07.2001
- Türkiye kötü yönetiliyor / 06.07.2001
- 78 yılda 56 parti kapatıldı / 29.06.2001
- Aileye şirket bakışı / 22.06.2001
- Azınlık hakları / 15.06.2001
- RTÜK Kanunu / 08.06.2001
- TÜSİAD'ın 10 emri / 01.06.2001