Bilindiği gibi, Miloseviç dört Sırp kasabından birisi. Ötekiler de Radovan Kasadziç ve Rakdo Miladiç'tir. Şu anda biri yargılanmakta iken diğeri ikisi aranmaktadır. Hitler'le benzerlik kurularak "Adolf" lakabını alan Goran Jelisiç ise Bosna'da yaptığı katliam nedeniyle 40 yıl hepse mahkum edildi. Aralık 1999'da mahkum olan Jeliç henüz 33 yaşında genç bir cani.
Miladiç, 1943 doğumlu bir general. Bosna Savaşı'nda 200 bin müslümanın evlerinden sürülmesi, 50 bine yakın kadına tecavüz edilmesi; müslümanlara akıl almaz işkenceler yapılmasından sorumlu. 1945 doğumlu, Sırp milliyetçisi bir ailenin çocuğu olan Karadziç ise Sırp Demokratik Partisinin Genel Başkanı. Tüm bu katliamlarda liderlik yaptı; toplu mezarlardan sorumlu.
Rumların işledikleri suçların boyutu ve suç karneleri gerçekten kabarık. Hitler'in bunların yanında lafı olmaz. Ne var ki, Hitler Yahudilere karşı bu soykırım suçunu işlediği için yaygarası çok yapılmakta ve hep gündemde tutulmaktadır. Öyle ki bugün Almanya'da "Hitler Yahudilere soykırım yapmamıştır" diye yazamazsınız; kanunda açıkça suç olarak düzenlenmiştir. Bu suçtan mahkum olanlar oldu.
Bu kasaplardan Karadziç, zaman zaman şiir de yazmaktadır; 1971'de yazdığı bir şiirde şöyle diyordu:
Haydi şehre inelim
Kötü insanları öldürelim.
Gerçekten de bu ruhla şehre indiler ve kötü insan dedikleri müslümanları öldürdüler; bilanço çok ağır; sadece Srebrenica'da 8 bin kişi kurşuna dizildi.
İşte bu suçların sahibi olan insan kasaplarının yargılanması elbette ki adaletin yerini bulması bakımından çok yerinde bir gelişmedir. Bu gelişmelerin etkisiyle olsa gerektir ki, Belçika'da yaşayan Iraklı Kürtler, bir dilekçe vererek Saddam Hüseyin'in de yargılanmasını talep ediyorlar. Dilekçede Saddam'a ait kuvvetlerin Kuzey Iraklı Kürtlere karşı yaptıkları saldırılarda sivillere karşı zehirli gaz kullanıldığını iddia etmektedirler. 1993'den beri Belçika yerel yargısı gereği, uluslararası savaş suçlarında ele alıp yargılayabiliyor. Bir kaç ay önce, Rwanda'daki iç savaş sırasında yapılan katliamın suçluları olarak dört kişiyi 20 yıla kadar varan cezalara çarptırdı.
Artık sadece askerler değil siviller de savaş suçlusu olabiliyor. Bunlar için "insanlığa karşı işlenen suç" nitelendirmesi yapılıyor. Bu konuda 1945 tarihli Uluslararası Askeri Mahkeme kuruldu. 1949'da Cenevre Konvansiyonu ve 1977'de Cenevre Protokolü mevcut. Artık, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Nurnberg ve Tokyo duruşmalarından beri, kimse insanlığa karşı işlediği suçlardan "bana emir böyle verildi" diyerek kurtulamıyor. Napolyon ve Alman imparatoru Wilhelm bile ceza almaktan kurtulamadı.
Bu örnekler gösteriyor ki, hep yenik düşenler yargılanıyor. Bir dönem "Milli Kahraman" seçilen bu insanlar bir süre sonra kendilerini Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi önünde buluyorlar. Kimse ne oldum dememeli sözü halen geçerliliğini korumaktadır. Biz bağımsızız ve milli egemenliğimiz ayaklar altında gibi sözler pek kâr etmiyor. Evrensel hukuk gittikçe ağırlığını daha çok hissettiriyor gözüküyor.
Bu gelişmeleri ilk etapta olumlu bulmakla beraber, bu yargılamada seçilen insan kasapları arasında ayırım yapıldığı göz ardı edilmemelidir. Örneğin Çeçenistan'da yapılan soykırımdan dolayı Rusya yargılanamıyor; Çin'in Doğu Türkistan'da yaptığı soykırımdan dolayı Lahey'e çağırılanları duymadık. Keza Filistin'de yapılan soykırım için hiç kimse isim telaffuz etmedi. Örneğin Şaron listede neden yok?
Yapılan bu yargılamalar özellikle iki kutuplu (ABD-Rusya) blokun çökmesinden sonra, globalleşme ve küreselleşme adı altında tek kutuplu dünya yapılanmasında ABD'nin vereceği kararla gerçekleştirilmektedir. 1989 öncesi Dünya Komünist Blok ve Hür Dünya diye parsellenmişti. Bloklararası bazı parsellenmiş yerlere centilmenlik gereği birbirlerinin alanına dokunmuyorlardı. Nitekim Rusya Balkanlarda yer alan komünist ülkelere kendi ülkesi gibi müdahale edebilirdi. Keza Güney Amerika, Kuzey Amerika'nın parçası konumunda sayılır; darbeleri hep Washington planlardı. Bu tür müdahaleler "Blok-İçi" ya da "İç-Mesele" durumundaydı.
Artık tek kutuplu olarak ABD yerine göre Avrupa'yı da yanına alarak dünyayı dizayn ediyor. Lahey'deki Savaş Suçluları Mahkemesi son yıllarda hızlı çalışmaya başladı.
İlk etapta bu gelişme "adalet" noktasından hayırlı bir gelişme imajını veriyor ise de, nerede ne zaman, kimlerin yargılanacağı konusunda pek berrak bir tablo çizmemektedir. Bu mahkemelerin siyasi bir niteliğe bürünebileceklerini ve zaten böyle bir imaj sergilediklerini unutmamak lazımdır.
"Milli Kahraman" damgasını ve ünvanını kendi öz milletinden alan bir kimsenin suçu insan kasaplığı da olsa bu tür yargılamaları içeride milli duyguların kabarmasına ve bu insan kasabına sahip çıkmaya neden olmaktadır. Bu gelişmeyi Yugoslavya'nın eski Cumhurbaşkanı'nın yargılanmasında gördük.
ABD bunu bildiği için önce içeride bazı yardımlar yapıyor ya da vaad ediyor, kasabı arkasından götürüyor. Nitekim Miloseviç Lahey'e götürülmeden önce Yugoslavya'ya 1.5 milyar dolarlık dış yardım sözü verildi. Bu yardım sayesinde Başbakan İvaniç, aranan Karadziç ve Miladiç'in de tutuklanıp savaş suçları mahkemesine göndermeye hazır olduğunu açıkladı. İşi ABD koparıyor; üstelik parayı da Avrupa'ya ödettiriyor.
Ne var ki gerçek suçlu kim, bu sır olarak duruyor. Miloseviç'e bakarsanız kendisini bu işe İngilizler teşvik etmiş; konuşmaya başladı bile. Saddam'ı da Almanya ve ABD körüklemişti o işe. Körfez Savaşı'nda kimyevi madde tesislerinin %84'ünü Almanya karşılamıştı.
Tüm bunları yazarken Türkiye'nin durumu aklıma geliverdi. Derviş'in gelişi; 1.5 milyar dolarlık hemen ödenecek yardımın durdurulması; Telekom yönetimine kadar aran müdahale vs. derken, acaba nereye varılmak isteniyor? Belki Lahey'e götürecek bir suç bulanamayacak ama, başka bir şeylerin hedeflendiği yönünde kuşkularım var; bekleyip görelim...
Miladiç, 1943 doğumlu bir general. Bosna Savaşı'nda 200 bin müslümanın evlerinden sürülmesi, 50 bine yakın kadına tecavüz edilmesi; müslümanlara akıl almaz işkenceler yapılmasından sorumlu. 1945 doğumlu, Sırp milliyetçisi bir ailenin çocuğu olan Karadziç ise Sırp Demokratik Partisinin Genel Başkanı. Tüm bu katliamlarda liderlik yaptı; toplu mezarlardan sorumlu.
Rumların işledikleri suçların boyutu ve suç karneleri gerçekten kabarık. Hitler'in bunların yanında lafı olmaz. Ne var ki, Hitler Yahudilere karşı bu soykırım suçunu işlediği için yaygarası çok yapılmakta ve hep gündemde tutulmaktadır. Öyle ki bugün Almanya'da "Hitler Yahudilere soykırım yapmamıştır" diye yazamazsınız; kanunda açıkça suç olarak düzenlenmiştir. Bu suçtan mahkum olanlar oldu.
Bu kasaplardan Karadziç, zaman zaman şiir de yazmaktadır; 1971'de yazdığı bir şiirde şöyle diyordu:
Haydi şehre inelim
Kötü insanları öldürelim.
Gerçekten de bu ruhla şehre indiler ve kötü insan dedikleri müslümanları öldürdüler; bilanço çok ağır; sadece Srebrenica'da 8 bin kişi kurşuna dizildi.
İşte bu suçların sahibi olan insan kasaplarının yargılanması elbette ki adaletin yerini bulması bakımından çok yerinde bir gelişmedir. Bu gelişmelerin etkisiyle olsa gerektir ki, Belçika'da yaşayan Iraklı Kürtler, bir dilekçe vererek Saddam Hüseyin'in de yargılanmasını talep ediyorlar. Dilekçede Saddam'a ait kuvvetlerin Kuzey Iraklı Kürtlere karşı yaptıkları saldırılarda sivillere karşı zehirli gaz kullanıldığını iddia etmektedirler. 1993'den beri Belçika yerel yargısı gereği, uluslararası savaş suçlarında ele alıp yargılayabiliyor. Bir kaç ay önce, Rwanda'daki iç savaş sırasında yapılan katliamın suçluları olarak dört kişiyi 20 yıla kadar varan cezalara çarptırdı.
Artık sadece askerler değil siviller de savaş suçlusu olabiliyor. Bunlar için "insanlığa karşı işlenen suç" nitelendirmesi yapılıyor. Bu konuda 1945 tarihli Uluslararası Askeri Mahkeme kuruldu. 1949'da Cenevre Konvansiyonu ve 1977'de Cenevre Protokolü mevcut. Artık, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Nurnberg ve Tokyo duruşmalarından beri, kimse insanlığa karşı işlediği suçlardan "bana emir böyle verildi" diyerek kurtulamıyor. Napolyon ve Alman imparatoru Wilhelm bile ceza almaktan kurtulamadı.
Bu örnekler gösteriyor ki, hep yenik düşenler yargılanıyor. Bir dönem "Milli Kahraman" seçilen bu insanlar bir süre sonra kendilerini Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi önünde buluyorlar. Kimse ne oldum dememeli sözü halen geçerliliğini korumaktadır. Biz bağımsızız ve milli egemenliğimiz ayaklar altında gibi sözler pek kâr etmiyor. Evrensel hukuk gittikçe ağırlığını daha çok hissettiriyor gözüküyor.
Bu gelişmeleri ilk etapta olumlu bulmakla beraber, bu yargılamada seçilen insan kasapları arasında ayırım yapıldığı göz ardı edilmemelidir. Örneğin Çeçenistan'da yapılan soykırımdan dolayı Rusya yargılanamıyor; Çin'in Doğu Türkistan'da yaptığı soykırımdan dolayı Lahey'e çağırılanları duymadık. Keza Filistin'de yapılan soykırım için hiç kimse isim telaffuz etmedi. Örneğin Şaron listede neden yok?
Yapılan bu yargılamalar özellikle iki kutuplu (ABD-Rusya) blokun çökmesinden sonra, globalleşme ve küreselleşme adı altında tek kutuplu dünya yapılanmasında ABD'nin vereceği kararla gerçekleştirilmektedir. 1989 öncesi Dünya Komünist Blok ve Hür Dünya diye parsellenmişti. Bloklararası bazı parsellenmiş yerlere centilmenlik gereği birbirlerinin alanına dokunmuyorlardı. Nitekim Rusya Balkanlarda yer alan komünist ülkelere kendi ülkesi gibi müdahale edebilirdi. Keza Güney Amerika, Kuzey Amerika'nın parçası konumunda sayılır; darbeleri hep Washington planlardı. Bu tür müdahaleler "Blok-İçi" ya da "İç-Mesele" durumundaydı.
Artık tek kutuplu olarak ABD yerine göre Avrupa'yı da yanına alarak dünyayı dizayn ediyor. Lahey'deki Savaş Suçluları Mahkemesi son yıllarda hızlı çalışmaya başladı.
İlk etapta bu gelişme "adalet" noktasından hayırlı bir gelişme imajını veriyor ise de, nerede ne zaman, kimlerin yargılanacağı konusunda pek berrak bir tablo çizmemektedir. Bu mahkemelerin siyasi bir niteliğe bürünebileceklerini ve zaten böyle bir imaj sergilediklerini unutmamak lazımdır.
"Milli Kahraman" damgasını ve ünvanını kendi öz milletinden alan bir kimsenin suçu insan kasaplığı da olsa bu tür yargılamaları içeride milli duyguların kabarmasına ve bu insan kasabına sahip çıkmaya neden olmaktadır. Bu gelişmeyi Yugoslavya'nın eski Cumhurbaşkanı'nın yargılanmasında gördük.
ABD bunu bildiği için önce içeride bazı yardımlar yapıyor ya da vaad ediyor, kasabı arkasından götürüyor. Nitekim Miloseviç Lahey'e götürülmeden önce Yugoslavya'ya 1.5 milyar dolarlık dış yardım sözü verildi. Bu yardım sayesinde Başbakan İvaniç, aranan Karadziç ve Miladiç'in de tutuklanıp savaş suçları mahkemesine göndermeye hazır olduğunu açıkladı. İşi ABD koparıyor; üstelik parayı da Avrupa'ya ödettiriyor.
Ne var ki gerçek suçlu kim, bu sır olarak duruyor. Miloseviç'e bakarsanız kendisini bu işe İngilizler teşvik etmiş; konuşmaya başladı bile. Saddam'ı da Almanya ve ABD körüklemişti o işe. Körfez Savaşı'nda kimyevi madde tesislerinin %84'ünü Almanya karşılamıştı.
Tüm bunları yazarken Türkiye'nin durumu aklıma geliverdi. Derviş'in gelişi; 1.5 milyar dolarlık hemen ödenecek yardımın durdurulması; Telekom yönetimine kadar aran müdahale vs. derken, acaba nereye varılmak isteniyor? Belki Lahey'e götürecek bir suç bulanamayacak ama, başka bir şeylerin hedeflendiği yönünde kuşkularım var; bekleyip görelim...
Burhan Kuzu / diğer yazıları
- Bir ulus yok ediliyor / 10.08.2001
- Sınırlı af kararı / 03.08.2001
- Dünya barışı ya da fırtına öncesi sessizlik / 20.07.2001
- İnsan kasapları Lahey'e götürülüyor / 13.07.2001
- Türkiye kötü yönetiliyor / 06.07.2001
- 78 yılda 56 parti kapatıldı / 29.06.2001
- Aileye şirket bakışı / 22.06.2001
- Azınlık hakları / 15.06.2001
- RTÜK Kanunu / 08.06.2001
- TÜSİAD'ın 10 emri / 01.06.2001
- Sınırlı af kararı / 03.08.2001
- Dünya barışı ya da fırtına öncesi sessizlik / 20.07.2001
- İnsan kasapları Lahey'e götürülüyor / 13.07.2001
- Türkiye kötü yönetiliyor / 06.07.2001
- 78 yılda 56 parti kapatıldı / 29.06.2001
- Aileye şirket bakışı / 22.06.2001
- Azınlık hakları / 15.06.2001
- RTÜK Kanunu / 08.06.2001
- TÜSİAD'ın 10 emri / 01.06.2001