AGSP konusunda son gelinen nokta aynı 1995 Gümrük Birliği ve 1999 Helsinki şartları gibi kocaman bir fiyasko, hâttâ bir faciadır.
Kimse kendini kandırmasın... Sorumluları tarih önünde hesap vermekten kurtulamayacaklardır.
Hikâye AB'nin, kendi bağımsız silâhlı gücünü oluşturma kararı ile başlar. Bunun için de, aynı zamanda NATO üyesi oldukları noktasından hareketle NATO'nun yıllardır denenmiş, oturmuş imkân ve kabiliyetlerini kullanmak isterler. Fakat ufak bir problem vardır. Meselâ Türkiye NATO'nun önemli bir ülkesidir fakat henüz AB'ye üye olmamıştır.
AB ülkeleri tek taraflı bir kararla yeni kurulacak AB Ordusu'nun, NATO'nun bütün imkânlarından sorgusuz sualsiz faydalanacağını fakat bunu yaparken AB üyesi olmayan NATO ülkelerinin karar alma safhasına katılamayacaklarını "uygun görür". Yâni Türkiye "kullanılacak" fakat ne için ve nerede, nasıl kullanılacağını bilemeyecektir. AB'li müttefiklerinin talimatlarına "sadece" uyacaktır.
Asker karşı çıkar. 1999'dan itibaren AB konuyu gerer. Uzlaşmaya yanaşmaz. Sadece bu tavrı bile Türkiye'nin AB'ye hiçbir zaman alınmayacağının açık ifadesi iken hükümet ısrarla AB üyelik görüşmelerini sürdürür.
Hâttâ zaman zaman Dışişleri Bakanı Avrupa'da Avrupalı gazetecilere "AGSP konusunda anlaşmaya varıldığını" söyleyerek Türk genelkurmayı'na bir anlamda emrivâki yapmak bile ister.
Öyle ya, görünür bir gelecekte Türkiye'yi üyeliğe kabul etmeye niyetli bir AB, Avrupa Ordusu konusunda Türkiye'ye neden zorluk çıkarsın ki !!!
Başlangıcından beri askerin tavrı bellidir. Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu dünyada mevcut 20 kriz bölgesinden 18'inin Türkiye'nin etrafında olduğunu söylerken; Türkiye'nin, AB ordusunun karar alma mekanizmalarının dışında kalmayı kabulünün imkânsız olduğunun altını çiziyordu.
Asker, ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'in Türkiye'ye gelişinden önce alışılmadık bir tavır sergilemiş ve basına dağıttığı bilgi notuyla hem endişelerini kamuoyu ile paylaşmak istemiş hem tarafların bulundukları durumun tespitini yapmıştı.
"Taraflar"; farklı kutuplarda bulunan AB ve Türk Genelkurmayı ile "tarafların" arasını bulmaya çalışan Türk Dışişleridir.
Türk Dışişlerinin, AB ve Türk Genelkurmayı arasında herhangi bir tercih yapmadan tarafsız arabuluculuğa soyunmuş olmasının altı kalın kırmızı kalemle çizilmelidir.
Altı çizilecek ikinci mantıksızlık, Varşova Paktı bir heyûla gibi ortalıkta dururken NATO'ya dahil olmasına ses çıkarılmayan Türkiye'nin, bu tehlike ortadan kalkar kalkmaz "batılı" olmadığının ifade edilir hâle getirilmiş olmasıdır.
İsterseniz Genelkurmayın Rumsfeld'in gelişi sırasında yayınladığı bilgi notunu bir daha okuyalım:
"AB'nin, kriz bölgelerine müdahale etmek maksadıyla NATO imkan ve kabiliyetlerini kullanarak harekat icra etmesi durumunda, Türkiye'nin tüm aşamalarda karar ve uygulama sürecinde yer alması kaçınılmaz bir zorunluluktur.
AB'nin, NATO imkanlarını kullanmadan kriz bölgelerine müdahalesi durumunda, kriz bölgesinin Türkiye'ye coğrafi yakınlığı ve Türkiye'nin yaşamsal güvenlik çıkarları söz konusu olduğunda, Türkiye'nin kendi değerlendirmesi ışığında, bu harekata katılımının ve belli ölçülerde karar mekanizmasında yer almasının garanti edilmesi, ulusal çıkarlarımızın vazgeçilmez bir unsurunu oluşturmaktadır.
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği çerçevesinde icra edilecek kriz yönetimi faaliyetlerinin ve harekatının NATO üyesi müttefiklerden herhangi birinin taraf olduğu sorunlarda uygulamaya konulmaması, AB'nin tam üyesi olmadığımız bu aşamada büyük önem taşımaktadır."
Türk Silahlı Kuvvetleri, NATO-AB ilişkilerinde, 23-24 Nisan 1999 günlerinde, Washington'da yapılan NATO Zirvesi'nde tüm ülkelerin oy birliğiyle kabul ettiği kararların bugünün koşulları içinde hayata geçirilmesi suretiyle Avrupa Güvenlik Mimarisi'nin gerçekçi bir yapıya kavuşturulmasını istemektedir.
AB üyesi ülkelerin Washington'da Nato şapkaları ile Türkiye'nin haklılığını kabul etmelerini ama Avrupa'ya dönünce başlarına geçirdikleri AB külâhı altında "şaşmalarını" içine sindirememektedir TSK.
TSK sivil siyasi iradenin kendi yanında yer almamasını da içine sindirememektedir.
Ecevit ve 57'inci hükümetin bu konuda sindirip sindiremediklerini ise yarın inceleyeceğiz.
Kimse kendini kandırmasın... Sorumluları tarih önünde hesap vermekten kurtulamayacaklardır.
Hikâye AB'nin, kendi bağımsız silâhlı gücünü oluşturma kararı ile başlar. Bunun için de, aynı zamanda NATO üyesi oldukları noktasından hareketle NATO'nun yıllardır denenmiş, oturmuş imkân ve kabiliyetlerini kullanmak isterler. Fakat ufak bir problem vardır. Meselâ Türkiye NATO'nun önemli bir ülkesidir fakat henüz AB'ye üye olmamıştır.
AB ülkeleri tek taraflı bir kararla yeni kurulacak AB Ordusu'nun, NATO'nun bütün imkânlarından sorgusuz sualsiz faydalanacağını fakat bunu yaparken AB üyesi olmayan NATO ülkelerinin karar alma safhasına katılamayacaklarını "uygun görür". Yâni Türkiye "kullanılacak" fakat ne için ve nerede, nasıl kullanılacağını bilemeyecektir. AB'li müttefiklerinin talimatlarına "sadece" uyacaktır.
Asker karşı çıkar. 1999'dan itibaren AB konuyu gerer. Uzlaşmaya yanaşmaz. Sadece bu tavrı bile Türkiye'nin AB'ye hiçbir zaman alınmayacağının açık ifadesi iken hükümet ısrarla AB üyelik görüşmelerini sürdürür.
Hâttâ zaman zaman Dışişleri Bakanı Avrupa'da Avrupalı gazetecilere "AGSP konusunda anlaşmaya varıldığını" söyleyerek Türk genelkurmayı'na bir anlamda emrivâki yapmak bile ister.
Öyle ya, görünür bir gelecekte Türkiye'yi üyeliğe kabul etmeye niyetli bir AB, Avrupa Ordusu konusunda Türkiye'ye neden zorluk çıkarsın ki !!!
Başlangıcından beri askerin tavrı bellidir. Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu dünyada mevcut 20 kriz bölgesinden 18'inin Türkiye'nin etrafında olduğunu söylerken; Türkiye'nin, AB ordusunun karar alma mekanizmalarının dışında kalmayı kabulünün imkânsız olduğunun altını çiziyordu.
Asker, ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'in Türkiye'ye gelişinden önce alışılmadık bir tavır sergilemiş ve basına dağıttığı bilgi notuyla hem endişelerini kamuoyu ile paylaşmak istemiş hem tarafların bulundukları durumun tespitini yapmıştı.
"Taraflar"; farklı kutuplarda bulunan AB ve Türk Genelkurmayı ile "tarafların" arasını bulmaya çalışan Türk Dışişleridir.
Türk Dışişlerinin, AB ve Türk Genelkurmayı arasında herhangi bir tercih yapmadan tarafsız arabuluculuğa soyunmuş olmasının altı kalın kırmızı kalemle çizilmelidir.
Altı çizilecek ikinci mantıksızlık, Varşova Paktı bir heyûla gibi ortalıkta dururken NATO'ya dahil olmasına ses çıkarılmayan Türkiye'nin, bu tehlike ortadan kalkar kalkmaz "batılı" olmadığının ifade edilir hâle getirilmiş olmasıdır.
İsterseniz Genelkurmayın Rumsfeld'in gelişi sırasında yayınladığı bilgi notunu bir daha okuyalım:
"AB'nin, kriz bölgelerine müdahale etmek maksadıyla NATO imkan ve kabiliyetlerini kullanarak harekat icra etmesi durumunda, Türkiye'nin tüm aşamalarda karar ve uygulama sürecinde yer alması kaçınılmaz bir zorunluluktur.
AB'nin, NATO imkanlarını kullanmadan kriz bölgelerine müdahalesi durumunda, kriz bölgesinin Türkiye'ye coğrafi yakınlığı ve Türkiye'nin yaşamsal güvenlik çıkarları söz konusu olduğunda, Türkiye'nin kendi değerlendirmesi ışığında, bu harekata katılımının ve belli ölçülerde karar mekanizmasında yer almasının garanti edilmesi, ulusal çıkarlarımızın vazgeçilmez bir unsurunu oluşturmaktadır.
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği çerçevesinde icra edilecek kriz yönetimi faaliyetlerinin ve harekatının NATO üyesi müttefiklerden herhangi birinin taraf olduğu sorunlarda uygulamaya konulmaması, AB'nin tam üyesi olmadığımız bu aşamada büyük önem taşımaktadır."
Türk Silahlı Kuvvetleri, NATO-AB ilişkilerinde, 23-24 Nisan 1999 günlerinde, Washington'da yapılan NATO Zirvesi'nde tüm ülkelerin oy birliğiyle kabul ettiği kararların bugünün koşulları içinde hayata geçirilmesi suretiyle Avrupa Güvenlik Mimarisi'nin gerçekçi bir yapıya kavuşturulmasını istemektedir.
AB üyesi ülkelerin Washington'da Nato şapkaları ile Türkiye'nin haklılığını kabul etmelerini ama Avrupa'ya dönünce başlarına geçirdikleri AB külâhı altında "şaşmalarını" içine sindirememektedir TSK.
TSK sivil siyasi iradenin kendi yanında yer almamasını da içine sindirememektedir.
Ecevit ve 57'inci hükümetin bu konuda sindirip sindiremediklerini ise yarın inceleyeceğiz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002