Adam öldürmekten daha beter olan fitne çıkarmak, Batılıların asırlardan beri süregelen oyunudur. Fitne-fesat, ikiyüzlülük, riyakârlık, Batı insanının en tipik özelliğidir, karakteridir. Batılılar, büyüklerinden aldıkları bu kötü huyu, günümüzde de ziyadesiyle sürdürmektedirler. Büyüklerinden diyoruz, zira fitne çıkarmayı, İskender’e hocası Aristo öğütlemiş ve o öğüt Batılıların mizacı olmuştur.
İskender, hocası Aristo’ya sorar: “Zapt ettiğim ülkeleri elimde tutabilmek iç ne yapayım? İleri gelenlerini sürgün mü edeyim, hapse mi atayım, kılıçtan mı geçireyim?” Aristo cevap verir: “Onları sürgün edersen, sürüldükleri yerde toplanır, çoğalır, güç elde ederler ve tehlike oluştururlar. Hapse atarsan, orada da düşünürler, plân ve proje hazırlarlar, o da tehlikelidir. Kılıçtan geçirirsen, onların peşinden gelen oğulları, torunları onu asla unutmazlar. İntikam almak için fırsat kollarlar, o daha büyük tehlike demektir”. İskender, “O zaman ne yapayım?” diye sorar. Aristo’nun cevabı ilginçtir. Der ki: “Söylediklerinin hiçbirini yapmayacaksın. Zapt ettiğin ülkelerde halkı gruplara böleceksin, fitne-fesat çıkarıp grupları birbirleriyle vuruşturacaksın, sonra da aralarında hakemlik yapacaksın”. İşte, Batılıların asırlardan beri yaptığı budur.
Bu konuda örnekler çok. Ama biz, çarpıcı olması bakımından Ruanda’yı örnek vermek istiyoruz. Belçika, 1917 yılında Ruanda’yı işgal eder. Bakar ki, orada dini, dili, örfü, gelenek ve göreneği aynı olan bir halk var. Onu bölmek için bir çalışma başlatır. Araştırırlar, uğraşırlar, sonunda ayırım için şunu bulurlar: Halkın bir kısmı sığır besiciliği yapar, diğer kısmı da tarımla iştigal eder. Bundan hareketle şöyle bir ayırım ölçüsü koyarlar: “On sığırdan fazla sığırı olanlara ‘Tutsi’, daha az sığırı olup da tarımla uğraşanlara ‘Hutu’ adını verirler. Bu ayırımı yeterli bulmazlar, onu derinleştirirler. Derler ki: “Tutsiler, zayıf ve uzun, Hutular, basık ve topludur”. Olaya bir de manevi boyut eklerler: “Tutsiler, kayıp ‘Atlantis’ kıtasının halkıdır, Hz. Nuh’un gemisinden kalanlardır ve üstün ırktırlar” derler. Bu görüşü birkaç bilimsel (!) makale ile de desteklerler ve ayırımı resmileştirirler. ‘Tutsi-Hutu’ diye kimlik kartları dağıtırlar. Üstün ırk dedikleri Tutsileri desteklerler ve ne kadar makam varsa onlara bahşederler.
Nihayetinde 1962 yılında Belçika, Ruanda’ya bağımsızlık vermek zorunda kalır. Daha sonra seçimler yapılır, Hutular kazanır, bu sefer iş tersine döner. Hutular iktidara gelir gelmez, Tutsileri ezmeye başlar. Çin’den yüz binlerce satır, tonlarca çivi sipariş ederler. Çivileri sopalara çakarak silâh yaparlar ve bunlarla Tutsileri öldürmeye başlarlar. Bazı Tutsiler, kurşunla acımasız öldürülmek için bütün paralarını Hutulara verirler. Bu durum BM görevli bir subay tarafından zamanın Genel Sekreteri Kofi Annan’a haber verilir. Kofi Annan hiç müdahalede bulunmaz, tam aksine BM güçlerini çekerek katliamı kolaylaştırır.
Ruanda’da oynanan bu oyun, farklı şekillerde dünyanın her yerinde ve özellikle de İslâm coğrafyasında oynanmaktadır. Müslümanların bu oyuna gelmesi mazur görülemez. Batılıların oyununa gelip, Müslüman kardeşine kılıç çeken cehennemi boylar. Zira Peygamberimiz (sav): “İki Müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de Cehennemdedir” buyurmuştur. Bilmiyorum, “ABD güçlüdür, onun yanında yer almak lâzım” diyen ve Haçlıların İslam topraklarını işgaline fetva veren hocalar, rıza gösteren hacılar, destekleyen idareciler, bu hadisten ne anlıyorlar.
İskender, hocası Aristo’ya sorar: “Zapt ettiğim ülkeleri elimde tutabilmek iç ne yapayım? İleri gelenlerini sürgün mü edeyim, hapse mi atayım, kılıçtan mı geçireyim?” Aristo cevap verir: “Onları sürgün edersen, sürüldükleri yerde toplanır, çoğalır, güç elde ederler ve tehlike oluştururlar. Hapse atarsan, orada da düşünürler, plân ve proje hazırlarlar, o da tehlikelidir. Kılıçtan geçirirsen, onların peşinden gelen oğulları, torunları onu asla unutmazlar. İntikam almak için fırsat kollarlar, o daha büyük tehlike demektir”. İskender, “O zaman ne yapayım?” diye sorar. Aristo’nun cevabı ilginçtir. Der ki: “Söylediklerinin hiçbirini yapmayacaksın. Zapt ettiğin ülkelerde halkı gruplara böleceksin, fitne-fesat çıkarıp grupları birbirleriyle vuruşturacaksın, sonra da aralarında hakemlik yapacaksın”. İşte, Batılıların asırlardan beri yaptığı budur.
Bu konuda örnekler çok. Ama biz, çarpıcı olması bakımından Ruanda’yı örnek vermek istiyoruz. Belçika, 1917 yılında Ruanda’yı işgal eder. Bakar ki, orada dini, dili, örfü, gelenek ve göreneği aynı olan bir halk var. Onu bölmek için bir çalışma başlatır. Araştırırlar, uğraşırlar, sonunda ayırım için şunu bulurlar: Halkın bir kısmı sığır besiciliği yapar, diğer kısmı da tarımla iştigal eder. Bundan hareketle şöyle bir ayırım ölçüsü koyarlar: “On sığırdan fazla sığırı olanlara ‘Tutsi’, daha az sığırı olup da tarımla uğraşanlara ‘Hutu’ adını verirler. Bu ayırımı yeterli bulmazlar, onu derinleştirirler. Derler ki: “Tutsiler, zayıf ve uzun, Hutular, basık ve topludur”. Olaya bir de manevi boyut eklerler: “Tutsiler, kayıp ‘Atlantis’ kıtasının halkıdır, Hz. Nuh’un gemisinden kalanlardır ve üstün ırktırlar” derler. Bu görüşü birkaç bilimsel (!) makale ile de desteklerler ve ayırımı resmileştirirler. ‘Tutsi-Hutu’ diye kimlik kartları dağıtırlar. Üstün ırk dedikleri Tutsileri desteklerler ve ne kadar makam varsa onlara bahşederler.
Nihayetinde 1962 yılında Belçika, Ruanda’ya bağımsızlık vermek zorunda kalır. Daha sonra seçimler yapılır, Hutular kazanır, bu sefer iş tersine döner. Hutular iktidara gelir gelmez, Tutsileri ezmeye başlar. Çin’den yüz binlerce satır, tonlarca çivi sipariş ederler. Çivileri sopalara çakarak silâh yaparlar ve bunlarla Tutsileri öldürmeye başlarlar. Bazı Tutsiler, kurşunla acımasız öldürülmek için bütün paralarını Hutulara verirler. Bu durum BM görevli bir subay tarafından zamanın Genel Sekreteri Kofi Annan’a haber verilir. Kofi Annan hiç müdahalede bulunmaz, tam aksine BM güçlerini çekerek katliamı kolaylaştırır.
Ruanda’da oynanan bu oyun, farklı şekillerde dünyanın her yerinde ve özellikle de İslâm coğrafyasında oynanmaktadır. Müslümanların bu oyuna gelmesi mazur görülemez. Batılıların oyununa gelip, Müslüman kardeşine kılıç çeken cehennemi boylar. Zira Peygamberimiz (sav): “İki Müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de Cehennemdedir” buyurmuştur. Bilmiyorum, “ABD güçlüdür, onun yanında yer almak lâzım” diyen ve Haçlıların İslam topraklarını işgaline fetva veren hocalar, rıza gösteren hacılar, destekleyen idareciler, bu hadisten ne anlıyorlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018