Halef, Arapça kökenli bir sözcüktür. Anlamı: Sonradan gelen, birinin yerine geçen kimse.
Selef ile halef; bir görevde önce bulunmuş olan kimse ile sonra onun yerine tayin olunan kimse demektir.
Konunun iyi anlaşılabilmesi için halifeliğin tarihçesine ve nerede nasıl başladığına bakalım.
Beşerî âlem var edilmeden önce Allah (Azze ve Celle), "Hani Rabbin meleklerine, 'Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim' demişti. (Melekler) de, 'Biz Seni överek sürekli tenzih ve takdis ederken, orada fesat çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?' dediler. (Allah, Aze ve Celle) 'Şüphesiz ki Ben, sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim' dedi." (Bakara-30).
Kâinattaki hikmet ve sırları şüphesiz ki ancak Yüce Yaratıcı bilir. Meleklerine dahi sınırlı bilgi veren yüce Allah, kullarına, "Size ilimden pek az bir şey verilmiştir" (İsra-85) diye buyurmuştur.
Dünya hayatında sınavdan geçirilecek olan insana Allah'ın huzurunda hüccet olmaması için elbette ki ihtiyacı olan bilgiye de ulaşabilmeli idi. Bunun için Yüce Allah, peygamberler, kitaplar, vasiler gönderdi. İlk peygamber ve ilk halife Hz. Âdem (a.s.)'dır. Hz. Âdem'i toprak cevherinden yarattı, ona ruhundan üfürdü can verdi.
Hayatın rotasını çizebilmesi ve gelecek neslini bilgilendirmesi için yüce Allah onu ihtiyaç duyacağı bilgilerle donattı. Bu bilgiler arasında kendisine ışık ve dayanak olacak büyük öneme haiz bazı kelimeler öğretti. Bu kelimeler, kendisinden çok önce nur cevherinden yaratılmış olan ve nur âleminde bulunan, daha sonra da dünyaya gelip insanlara yol gösterici ve hidayet edici olacak olan Hz. Muhammed'in (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt'inin isimleri idi. Bu şahsiyetlere yüce Allah (Azze ve Celle) meleklerine vermediği gayb ilmini fıtri olarak verdi. Nitekim Hz. Âdem (a.s.) kendisine ve eşi Havva'ya yememeleri tavsiye edilen meyveyi yiyip, cennetten çıkarılıp, yeryüzüne gönderildikten sonra, affedilmeleri için bu isimlere ihtiyaçları olmuştu. Nitekim Hz. Âdem (a.s.) yeryüzünde yüz yıl çile çektikten sonra, kendisine öğretilen Ehl-i Beyt isimlerini hatırlayıp yüce Allah'a, "Ey Rabbim! Muhammed, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin hürmetine beni affet" deyince affedildi.
Yukarıdaki ayette "Halife yaratacağım" cümlesi daha önce başka Âdemlerin varlığına işaret etmektedir. Şöyle ki: "Ezel-Ebed, Yerin ve göğün nuru, nur üstüne nur" (Nur âyeti) olan ve ol emriyle istediği her şeyi anında var eden yüce Allah, kendisinin yerine toprak cevherinden yarattığı varlık olan birisini halife tayin etmesi akla ve mantığa aykırıdır. Çünkü Allah Ehad'dır, Samed'dir, istediği zaman ve mekânda zuhur ve tecelli eder, hiçbir şeyden gücünü almaz, O, hiçbir şeye benzemez, hiçbir şey de O'na benzemez; doğmaz doğurmaz, O'nu hiçbir şey temsil edemez, kelimeler O'nu anlatamaz.
Hal böyle olunca, yeryüzünde yaratacağı halife, kendisinin vekili, mümessili değil, O'nun kudret ve varlığını tanıyan kendi ruhundan üfürerek can verdiği bir kimse olabilir. İşte O kul kendisinden önce var olduğu düşünülen başka bir Âdem'in halifesi olmalıydı.
Böyle bir bilgiyi ancak yüce Allah'ın kendi nur cevherinden yarattığı ve gayb ilmiyle donattığı Ehl-i Beyt'ten ve onların vasileri, hidayet önderleri İmamlar bilebilirdi.
(bu bahis devam edecek?)
Selef ile halef; bir görevde önce bulunmuş olan kimse ile sonra onun yerine tayin olunan kimse demektir.
Konunun iyi anlaşılabilmesi için halifeliğin tarihçesine ve nerede nasıl başladığına bakalım.
Beşerî âlem var edilmeden önce Allah (Azze ve Celle), "Hani Rabbin meleklerine, 'Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim' demişti. (Melekler) de, 'Biz Seni överek sürekli tenzih ve takdis ederken, orada fesat çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?' dediler. (Allah, Aze ve Celle) 'Şüphesiz ki Ben, sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim' dedi." (Bakara-30).
Kâinattaki hikmet ve sırları şüphesiz ki ancak Yüce Yaratıcı bilir. Meleklerine dahi sınırlı bilgi veren yüce Allah, kullarına, "Size ilimden pek az bir şey verilmiştir" (İsra-85) diye buyurmuştur.
Dünya hayatında sınavdan geçirilecek olan insana Allah'ın huzurunda hüccet olmaması için elbette ki ihtiyacı olan bilgiye de ulaşabilmeli idi. Bunun için Yüce Allah, peygamberler, kitaplar, vasiler gönderdi. İlk peygamber ve ilk halife Hz. Âdem (a.s.)'dır. Hz. Âdem'i toprak cevherinden yarattı, ona ruhundan üfürdü can verdi.
Hayatın rotasını çizebilmesi ve gelecek neslini bilgilendirmesi için yüce Allah onu ihtiyaç duyacağı bilgilerle donattı. Bu bilgiler arasında kendisine ışık ve dayanak olacak büyük öneme haiz bazı kelimeler öğretti. Bu kelimeler, kendisinden çok önce nur cevherinden yaratılmış olan ve nur âleminde bulunan, daha sonra da dünyaya gelip insanlara yol gösterici ve hidayet edici olacak olan Hz. Muhammed'in (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt'inin isimleri idi. Bu şahsiyetlere yüce Allah (Azze ve Celle) meleklerine vermediği gayb ilmini fıtri olarak verdi. Nitekim Hz. Âdem (a.s.) kendisine ve eşi Havva'ya yememeleri tavsiye edilen meyveyi yiyip, cennetten çıkarılıp, yeryüzüne gönderildikten sonra, affedilmeleri için bu isimlere ihtiyaçları olmuştu. Nitekim Hz. Âdem (a.s.) yeryüzünde yüz yıl çile çektikten sonra, kendisine öğretilen Ehl-i Beyt isimlerini hatırlayıp yüce Allah'a, "Ey Rabbim! Muhammed, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin hürmetine beni affet" deyince affedildi.
Yukarıdaki ayette "Halife yaratacağım" cümlesi daha önce başka Âdemlerin varlığına işaret etmektedir. Şöyle ki: "Ezel-Ebed, Yerin ve göğün nuru, nur üstüne nur" (Nur âyeti) olan ve ol emriyle istediği her şeyi anında var eden yüce Allah, kendisinin yerine toprak cevherinden yarattığı varlık olan birisini halife tayin etmesi akla ve mantığa aykırıdır. Çünkü Allah Ehad'dır, Samed'dir, istediği zaman ve mekânda zuhur ve tecelli eder, hiçbir şeyden gücünü almaz, O, hiçbir şeye benzemez, hiçbir şey de O'na benzemez; doğmaz doğurmaz, O'nu hiçbir şey temsil edemez, kelimeler O'nu anlatamaz.
Hal böyle olunca, yeryüzünde yaratacağı halife, kendisinin vekili, mümessili değil, O'nun kudret ve varlığını tanıyan kendi ruhundan üfürerek can verdiği bir kimse olabilir. İşte O kul kendisinden önce var olduğu düşünülen başka bir Âdem'in halifesi olmalıydı.
Böyle bir bilgiyi ancak yüce Allah'ın kendi nur cevherinden yarattığı ve gayb ilmiyle donattığı Ehl-i Beyt'ten ve onların vasileri, hidayet önderleri İmamlar bilebilirdi.
(bu bahis devam edecek?)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Topacık / diğer yazıları
- Hz. İbrahim'in kavminden örnekler / 23.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-7 / 22.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-6 / 21.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-5 / 20.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-4 / 19.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-3 / 18.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-2 / 17.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-1 / 16.03.2017
- Harun Reşid ile İmam Musa Kâzım'ın (a.s.) tartışması-2 / 15.03.2017
- Harun Reşid ile İmam Musa Kâzım'ın (a.s.) tartışması-1 / 14.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-7 / 22.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-6 / 21.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-5 / 20.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-4 / 19.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-3 / 18.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-2 / 17.03.2017
- Hz. Fâtımatü'z-Zehra (a.s.)-1 / 16.03.2017
- Harun Reşid ile İmam Musa Kâzım'ın (a.s.) tartışması-2 / 15.03.2017
- Harun Reşid ile İmam Musa Kâzım'ın (a.s.) tartışması-1 / 14.03.2017