Yeni TCK toplumun birçok kesiminden tepkiler almaya devam ediyor.
Bunun üzerine Türk Ceza yasasında değişiklik öngören yasa alt komisyona gönderildi. Yasa son halini aldıktan sonra Cumhurbaşkanı Sezer'in önüne konulacak.
Yasa ile ilgili olarak üst düzey bir AB diplomatı, TCK'da kapsamlı bir değişiklik yapılmasının Avrupa Birliği'nin temel talebi olduğunu söyledi.
Zaten hatırlarsanız hükümet yetilileri geçenlerde "TCK ile ilgili düzenlemelerin 17 Aralık AB zirvesi öncesi zirveye yetiştirebilmek için alelacele hazırlandığını" itiraf etmişlerdi.
Eski Ağır Ceza Savcısı ve Gazi Üniversitesi İletişim Hukuku Öğretim Görevlisi Nurullah Aydın, AKP'nin Türkiye'yi geri götürdüğünü belirterek, "Demokratik diktatörlüğe gidilmektedir" dedi.
Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş "Türkiye 1 Nisan 2005 tarihinde basın için kara günlerin başlangıcı olacak" açıklamasını yaptı.
Savaş devamında "Bir gazetecinin yaptığı haberde hükümeti icraatları dolayısıyla halkın tasvip etmediği duruma getirilmesi suç sayılacak ve bu haberi yapan gazeteci cezalandırılacak. Bundan sonra hükümetin alkışçıları ve yandaş gazetecilerin haricinde kalan gazetecilerin arasında bana göre cezaevine girmeyen pek kalmayacak" dedi.
Hükümet bu yeni düzenlemelerle kendi konumunu biraz daha güçlendirmiş oluyor.
Burada özellikle dikkat çeken husus, yasanın 17 Aralık öncesi acele bir şekilde hazırlanması, aylar sonra, 1 Nisan'a az bir zaman kala kamuoyunun bilgilendirilmesi ve yapılacak son rötuşlara az bir zaman bırakılması.
Güvenlik, basın, hukuk, sağlık, imar, ekonomi gibi hemen hemen toplumun tamamını ilgilendiren mevzularda çok ciddi düzenlemeler yapılıyor ve ağır cezalar getiriliyor.
Akademik çevrelerden, medya yetkililerinden, problemleri daha yeni yeni öğrenen vatandaşımızdan tepkilerin yükselmesinin sebebi de konunun önemli olması.
Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki, TCK ve ülkemizin diğer önemli meselelerinde adımlar atılırken AB ve ABD'nin talepleri bir kenara bırakılarak, tamamen ulusal menfaatlerimiz göz önünde bulundurulmalıdır.
İç güvenlik konularında değişim yapacaksak, artan gasp, kapkaç, hırsızlık, cinayet gibi suçları önleyici mahiyette olmalıdır. Eğer hapse giren bir suçlu cezasını çektikten sonra dışarı çıktığında daha organizeli olarak bu suçları işliyorsa, burada sistemimizde problem var demektir.
Hapishanelerin daha eğitici olması ve bu tür toplumun bütünlüğünü zedeleyici, toplumu tedirgin edici suçlarda cezaların daha caydırıcı olması gerekmektedir.
Parmak izi kayıtları arşivlerinin silinmesi gibi uygulamalar artan suçlar karşısında emniyet birimlerimizi zor durumda bırakabilir.
Medyaya sınırlamalar getirilecekse, bu toplumun ahlaki yapısını bozacak olan programlar ve asılsız iftiralar konusunda olmalıdır. Toplumdaki şiddeti arttıran, gençlerimizin ahlakını bozan, toplumun saygın kişilerini asılsız bir şekilde karalayan programlara ve haberlere dur denmeli, milli ve manevi noktalarda milletimizi bir ve beraber kılacak haberler ve programlar da teşvik edilmelidir, hatta ödüllendirilmelidir.
Ekonomide, iç ve dış siyasette yapılan reel yanlışları ortaya koyamayan bir medya yapılanması ülkemizi demokrasiden daha da uzaklaştırır.
Eğer, işçi, memur, köylü, emekli derdinin çaresini yetkililerde bulamıyorsa, medya yoluyla demokratik hakkını kullanarak yapabilmelidir. Bu noktada yapılan kısıtlamalar toplumda çok ciddi sosyal patlamalara neden olabilir.
Hükümet TCK gibi ciddi konularda önemli adımlar atarken, pireye kızıp yorgan yakma icraatına gitmemelidir.
Bu tür durumlarda kendisi zarar görür, toplum zarar görür ve Türkiye Cumhuriyeti zarar görür.
TCK'da yapılacak düzenlemeler, suçluları ödüllendiren, ama masum vatandaşlarımızı zan altında bırakan nitelikte olmamalıdır. Böyle bir durum suç oranlarını daha da arttıracağında sosyal yaşamımızı çekilmez kılar.
AB'nin bizden istedikleri talepler, kendilerinin uyguladıklarından yüz seksen derece farklıdır. Bizde devletin gücünün zayıflamasını isterken, kendileri daha güçlü bir devlet anlayışını, bizde orduyu zayıflatırken, kendileri daha kapsamlı bir orduyu, bizde ithalatı teşvik ederken, kendileri ihracatı, bizde suçluları serbest bıraktırırken, kendileri en ağır cezalarla cezalandırmayı desteklemektedirler.
Cumhuriyetimizi çok zor şartlarda elde ettik, onu korumak için de birilerinin bize sunduğu hayaller yerine milli ve ulusal çizgimizi koruyacak politikalarla hareket etmeliyiz ve dedelerimizin bize sunduğu emaneti hakkıyla korumalıyız.
Bunun üzerine Türk Ceza yasasında değişiklik öngören yasa alt komisyona gönderildi. Yasa son halini aldıktan sonra Cumhurbaşkanı Sezer'in önüne konulacak.
Yasa ile ilgili olarak üst düzey bir AB diplomatı, TCK'da kapsamlı bir değişiklik yapılmasının Avrupa Birliği'nin temel talebi olduğunu söyledi.
Zaten hatırlarsanız hükümet yetilileri geçenlerde "TCK ile ilgili düzenlemelerin 17 Aralık AB zirvesi öncesi zirveye yetiştirebilmek için alelacele hazırlandığını" itiraf etmişlerdi.
Eski Ağır Ceza Savcısı ve Gazi Üniversitesi İletişim Hukuku Öğretim Görevlisi Nurullah Aydın, AKP'nin Türkiye'yi geri götürdüğünü belirterek, "Demokratik diktatörlüğe gidilmektedir" dedi.
Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş "Türkiye 1 Nisan 2005 tarihinde basın için kara günlerin başlangıcı olacak" açıklamasını yaptı.
Savaş devamında "Bir gazetecinin yaptığı haberde hükümeti icraatları dolayısıyla halkın tasvip etmediği duruma getirilmesi suç sayılacak ve bu haberi yapan gazeteci cezalandırılacak. Bundan sonra hükümetin alkışçıları ve yandaş gazetecilerin haricinde kalan gazetecilerin arasında bana göre cezaevine girmeyen pek kalmayacak" dedi.
Hükümet bu yeni düzenlemelerle kendi konumunu biraz daha güçlendirmiş oluyor.
Burada özellikle dikkat çeken husus, yasanın 17 Aralık öncesi acele bir şekilde hazırlanması, aylar sonra, 1 Nisan'a az bir zaman kala kamuoyunun bilgilendirilmesi ve yapılacak son rötuşlara az bir zaman bırakılması.
Güvenlik, basın, hukuk, sağlık, imar, ekonomi gibi hemen hemen toplumun tamamını ilgilendiren mevzularda çok ciddi düzenlemeler yapılıyor ve ağır cezalar getiriliyor.
Akademik çevrelerden, medya yetkililerinden, problemleri daha yeni yeni öğrenen vatandaşımızdan tepkilerin yükselmesinin sebebi de konunun önemli olması.
Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki, TCK ve ülkemizin diğer önemli meselelerinde adımlar atılırken AB ve ABD'nin talepleri bir kenara bırakılarak, tamamen ulusal menfaatlerimiz göz önünde bulundurulmalıdır.
İç güvenlik konularında değişim yapacaksak, artan gasp, kapkaç, hırsızlık, cinayet gibi suçları önleyici mahiyette olmalıdır. Eğer hapse giren bir suçlu cezasını çektikten sonra dışarı çıktığında daha organizeli olarak bu suçları işliyorsa, burada sistemimizde problem var demektir.
Hapishanelerin daha eğitici olması ve bu tür toplumun bütünlüğünü zedeleyici, toplumu tedirgin edici suçlarda cezaların daha caydırıcı olması gerekmektedir.
Parmak izi kayıtları arşivlerinin silinmesi gibi uygulamalar artan suçlar karşısında emniyet birimlerimizi zor durumda bırakabilir.
Medyaya sınırlamalar getirilecekse, bu toplumun ahlaki yapısını bozacak olan programlar ve asılsız iftiralar konusunda olmalıdır. Toplumdaki şiddeti arttıran, gençlerimizin ahlakını bozan, toplumun saygın kişilerini asılsız bir şekilde karalayan programlara ve haberlere dur denmeli, milli ve manevi noktalarda milletimizi bir ve beraber kılacak haberler ve programlar da teşvik edilmelidir, hatta ödüllendirilmelidir.
Ekonomide, iç ve dış siyasette yapılan reel yanlışları ortaya koyamayan bir medya yapılanması ülkemizi demokrasiden daha da uzaklaştırır.
Eğer, işçi, memur, köylü, emekli derdinin çaresini yetkililerde bulamıyorsa, medya yoluyla demokratik hakkını kullanarak yapabilmelidir. Bu noktada yapılan kısıtlamalar toplumda çok ciddi sosyal patlamalara neden olabilir.
Hükümet TCK gibi ciddi konularda önemli adımlar atarken, pireye kızıp yorgan yakma icraatına gitmemelidir.
Bu tür durumlarda kendisi zarar görür, toplum zarar görür ve Türkiye Cumhuriyeti zarar görür.
TCK'da yapılacak düzenlemeler, suçluları ödüllendiren, ama masum vatandaşlarımızı zan altında bırakan nitelikte olmamalıdır. Böyle bir durum suç oranlarını daha da arttıracağında sosyal yaşamımızı çekilmez kılar.
AB'nin bizden istedikleri talepler, kendilerinin uyguladıklarından yüz seksen derece farklıdır. Bizde devletin gücünün zayıflamasını isterken, kendileri daha güçlü bir devlet anlayışını, bizde orduyu zayıflatırken, kendileri daha kapsamlı bir orduyu, bizde ithalatı teşvik ederken, kendileri ihracatı, bizde suçluları serbest bıraktırırken, kendileri en ağır cezalarla cezalandırmayı desteklemektedirler.
Cumhuriyetimizi çok zor şartlarda elde ettik, onu korumak için de birilerinin bize sunduğu hayaller yerine milli ve ulusal çizgimizi koruyacak politikalarla hareket etmeliyiz ve dedelerimizin bize sunduğu emaneti hakkıyla korumalıyız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025
- Hakaret ve küfür, siyasetin dili olamaz / 26.03.2025
- İmamoğlu’nun tutuklanması ve demokrasi sınavı / 25.03.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025
- Hakaret ve küfür, siyasetin dili olamaz / 26.03.2025
- İmamoğlu’nun tutuklanması ve demokrasi sınavı / 25.03.2025