"Oğuz ilinde Duha oğlu Deli Dumrul adında bir er vardı. Bir kuru çayın üzerine bir köprü yaptırmıştı. Köprüden her geçenden otuz üç akçe alırdı, geçmeyenden döve döve kırk akçe alırdı."
-Deli Dumrul Destanı-
Gerek son dönem Osmanlı ekonomisini gerek Cumhuriyet ekonomisini inceleyenler özellikle sermaye birikiminin azlığından ya da yeterli miktarda vergi toplanamayışından şikâyet ederler. Klasik dönemden sonra Osmanlı, aşamalı olarak tımar sistemini terk etmiş ve iltizama geçmiştir. Bundan maksat artan merkezi yönetim harcamalarını finanse edecek nakdi geliri sağlamaktır.
Gelişen süreç içerisinde bir ucu İstanbul'daki paşalardan ve Galata bankerlerinden diğer ucu yöredeki ayâna kadar uzanan silsilede devlete düşen pay devede kulak kalmaktadır. Hazineye giremeyen para üreten çiftçide de kalmamakta, ama mültezimden, ayandan, paşadan, paşayı finanse eden bankere kadar herkesi abad etmektedir. Aslında adı burjuva olmasa da zenginleyen bir sınıf vardır, fakat bu sınıf ekonomik fayda sağlayamamaktadır. İktisat tarihçisi Mehmet Genç'e göre; devlete borç verip (esham) garantili geliri elde etmek varken, mevcut zümrenin ceplerindeki sermayeyi üretime dönük kullanması gereksizdir. (Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken yay. 2003, s. 150). Bir anlamda devlet; sermaye sahiplerini hem zengin etmekte hem de ellerindeki parayı bütçe açıklarının finansında kullanmalarını istemektedir. (Ne kadar da günümüzü anımsatıyor.)
Devlet-i Âliye'de16. y.y. sonlarından itibaren bütçe açık vermektedir. Bütçeyi denkleştirmek için yapısal değişiklik kararı verilmiş, vergi reformu uygulanmıştır. Çabalar yetersiz kalınca tebaanın vergisini artırmak seçeneği kabul görmüştür. Artan vergiler ise halkı fakirleştirmiş, vergiyi tahsil eden mültezimi, ayânı vs. zengin etmiştir. Osmanlı'da genellikle son döneme kadar gelir dağılımında adalet varken ve bürokrasi dışında zengin olan neredeyse yokken ortaya farklı bir sınıf çıkmıştır. Oluşan sınıf; batılılaşmak amacıyla yapılması hedeflenen reformların finansmanında, bütçe denkliğinin sağlanmasında, gittikçe büyüyen savaş harcamalarının karşılanmasında etkin rol oynamıştır. Ama sürecin sonunda açıklar artarken iç borçlanmada sınıra gelinmiş 1854'ten itibaren artık dış borçlanmaya gidilmiştir.
Gelinen noktada sorulması gereken soru; devletler maliyelerindeki buhranı gidermek için en etkin yöntem olarak vergi gelirlerini artırmak yolunu mu seçmelidirler?
Osmanlı hinterlandında geniş hammadde üretiminden, maden rezervlerinden, insan faktöründen yeterince faydalanılamamıştır. Ülkedeki hammaddeler "mamul ürün" haline getirilmeden yabancıya satılmış, işlenmiş olarak geri alınmış, batılı devletlerin ülkeyi pazar haline getirmelerine göz yumulmuş, yerli üretici, çiftçi yapılan anlaşmalarla ecnebilere karşı korumasız bırakılmıştır. Örneğin; "18.yüzyılda İstanbul esnafı Fransız kumaş ihracatçıları karşısında pazarlık güçlerini arttırmak için bir ortaklık kurunca, Fransızlar şikâyet etmiştir. Bunun üzerine Osmanlı hükümeti ortaklığı dağıtmış ve esnafı cezalandırmıştır." (Tezel, Yahya Sezai; 1994 Cumhuriyet Döneminin İktisat Tarihi (1925-1950). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları). imparatorluğun son döneminde ise İç Anadolu'dan İstanbul'a buğday nakletmek, New York'tan buğday ithal etmekten% 75 daha pahalıydı. (Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, İmge yay. 9. Baskı, s. 28) Sonuçta devleti yarı-sömürge kıvamına getiren uygulamalar ülke zenginliklerinin etkin kullanımdan mahrum olmasından kaynaklanmıştır.
Aradan yüzyıllar geçse de değişen zaman, zihinleri değiştirememektedir. Günümüzde yine bütçedeki en temel girdi vergilerdir. Hem de en adaletsiz olarak nitelendirilen dolaylı vergilerle devlet Deli Dumrul yöntemleriyle kaynak yaratmaya çalışmaktadır. Örn; 2010 yılında 254 milyarlık bütçe gelirlerinden 210 milyarını vergi kalemi oluşturmaktadır. Mevcut vergilerin 143 milyarını ise dolaylı vergiler sağlamaktadır. Bunun anlamı şudur; bütçenin % 82'si vergilerden, vergilerin % 68'i dolaylı vergilerden meydana gelmiştir.
"Kapitalist anlayışta devletin tek gelir kaynağı olarak vergiler gösterilmektedir. Oysa Milli Ekonomi Modeli'nde devletin gelirleri üçe ayrılır. Birincisi vergi gelirleridir. İkincisi kendi işletmelerinden elde ettiği gelirlerdir. Üçüncüsü büyüyen ekonomilerde devletin elde edecek olduğu senyoraj geliridir. Bu üçünün toplanması sonucu devletin girdileri oluşur." (M.E.M., s. 230).
Halihazırda devlet yetmiş yılın birikimi TEKEL, TÜPRAŞ, TELEKOM, ERDEMİR v.s. kurumlarını sattığı için bu kurumların gelirlerinden mahrumdur. Madenleri yabancılar işlettiği için ve alınan vergi oranı%2 olduğu için bu kalemde bütçeye cüzi katkı sağlamaktadır. Senyoraj geliri ise 1989'dan beri ülkede işletilmemektedir. O halde geriye sadece vatandaştan alınan vergiler kalmaktadır.
Yazdıklarımızın ne anlama geldiğini kavramak için geçtiğimiz günlerde memurla yapılan pazarlık aydınlatıcı olabilir. Uzun müzakereler sonucunda hükümet memura ancak %4+4 zam verilmişti. Ancak kısa bir süre sonra yıllık toplam geliri 10 bin liranın üzerine çıkan memurlardan kesilen gelir vergisinin oranı da % 15'ten % 20'ye çıktı. Böylece Hükümet, memurlara 6 ayda % 4 zam verirken, vergiler yoluyla % 5 kesinti yapıp verdiğini fazlasıyla geri almış oldu.
-Deli Dumrul Destanı-
Gerek son dönem Osmanlı ekonomisini gerek Cumhuriyet ekonomisini inceleyenler özellikle sermaye birikiminin azlığından ya da yeterli miktarda vergi toplanamayışından şikâyet ederler. Klasik dönemden sonra Osmanlı, aşamalı olarak tımar sistemini terk etmiş ve iltizama geçmiştir. Bundan maksat artan merkezi yönetim harcamalarını finanse edecek nakdi geliri sağlamaktır.
Gelişen süreç içerisinde bir ucu İstanbul'daki paşalardan ve Galata bankerlerinden diğer ucu yöredeki ayâna kadar uzanan silsilede devlete düşen pay devede kulak kalmaktadır. Hazineye giremeyen para üreten çiftçide de kalmamakta, ama mültezimden, ayandan, paşadan, paşayı finanse eden bankere kadar herkesi abad etmektedir. Aslında adı burjuva olmasa da zenginleyen bir sınıf vardır, fakat bu sınıf ekonomik fayda sağlayamamaktadır. İktisat tarihçisi Mehmet Genç'e göre; devlete borç verip (esham) garantili geliri elde etmek varken, mevcut zümrenin ceplerindeki sermayeyi üretime dönük kullanması gereksizdir. (Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken yay. 2003, s. 150). Bir anlamda devlet; sermaye sahiplerini hem zengin etmekte hem de ellerindeki parayı bütçe açıklarının finansında kullanmalarını istemektedir. (Ne kadar da günümüzü anımsatıyor.)
Devlet-i Âliye'de16. y.y. sonlarından itibaren bütçe açık vermektedir. Bütçeyi denkleştirmek için yapısal değişiklik kararı verilmiş, vergi reformu uygulanmıştır. Çabalar yetersiz kalınca tebaanın vergisini artırmak seçeneği kabul görmüştür. Artan vergiler ise halkı fakirleştirmiş, vergiyi tahsil eden mültezimi, ayânı vs. zengin etmiştir. Osmanlı'da genellikle son döneme kadar gelir dağılımında adalet varken ve bürokrasi dışında zengin olan neredeyse yokken ortaya farklı bir sınıf çıkmıştır. Oluşan sınıf; batılılaşmak amacıyla yapılması hedeflenen reformların finansmanında, bütçe denkliğinin sağlanmasında, gittikçe büyüyen savaş harcamalarının karşılanmasında etkin rol oynamıştır. Ama sürecin sonunda açıklar artarken iç borçlanmada sınıra gelinmiş 1854'ten itibaren artık dış borçlanmaya gidilmiştir.
Gelinen noktada sorulması gereken soru; devletler maliyelerindeki buhranı gidermek için en etkin yöntem olarak vergi gelirlerini artırmak yolunu mu seçmelidirler?
Osmanlı hinterlandında geniş hammadde üretiminden, maden rezervlerinden, insan faktöründen yeterince faydalanılamamıştır. Ülkedeki hammaddeler "mamul ürün" haline getirilmeden yabancıya satılmış, işlenmiş olarak geri alınmış, batılı devletlerin ülkeyi pazar haline getirmelerine göz yumulmuş, yerli üretici, çiftçi yapılan anlaşmalarla ecnebilere karşı korumasız bırakılmıştır. Örneğin; "18.yüzyılda İstanbul esnafı Fransız kumaş ihracatçıları karşısında pazarlık güçlerini arttırmak için bir ortaklık kurunca, Fransızlar şikâyet etmiştir. Bunun üzerine Osmanlı hükümeti ortaklığı dağıtmış ve esnafı cezalandırmıştır." (Tezel, Yahya Sezai; 1994 Cumhuriyet Döneminin İktisat Tarihi (1925-1950). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları). imparatorluğun son döneminde ise İç Anadolu'dan İstanbul'a buğday nakletmek, New York'tan buğday ithal etmekten% 75 daha pahalıydı. (Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, İmge yay. 9. Baskı, s. 28) Sonuçta devleti yarı-sömürge kıvamına getiren uygulamalar ülke zenginliklerinin etkin kullanımdan mahrum olmasından kaynaklanmıştır.
Aradan yüzyıllar geçse de değişen zaman, zihinleri değiştirememektedir. Günümüzde yine bütçedeki en temel girdi vergilerdir. Hem de en adaletsiz olarak nitelendirilen dolaylı vergilerle devlet Deli Dumrul yöntemleriyle kaynak yaratmaya çalışmaktadır. Örn; 2010 yılında 254 milyarlık bütçe gelirlerinden 210 milyarını vergi kalemi oluşturmaktadır. Mevcut vergilerin 143 milyarını ise dolaylı vergiler sağlamaktadır. Bunun anlamı şudur; bütçenin % 82'si vergilerden, vergilerin % 68'i dolaylı vergilerden meydana gelmiştir.
"Kapitalist anlayışta devletin tek gelir kaynağı olarak vergiler gösterilmektedir. Oysa Milli Ekonomi Modeli'nde devletin gelirleri üçe ayrılır. Birincisi vergi gelirleridir. İkincisi kendi işletmelerinden elde ettiği gelirlerdir. Üçüncüsü büyüyen ekonomilerde devletin elde edecek olduğu senyoraj geliridir. Bu üçünün toplanması sonucu devletin girdileri oluşur." (M.E.M., s. 230).
Halihazırda devlet yetmiş yılın birikimi TEKEL, TÜPRAŞ, TELEKOM, ERDEMİR v.s. kurumlarını sattığı için bu kurumların gelirlerinden mahrumdur. Madenleri yabancılar işlettiği için ve alınan vergi oranı%2 olduğu için bu kalemde bütçeye cüzi katkı sağlamaktadır. Senyoraj geliri ise 1989'dan beri ülkede işletilmemektedir. O halde geriye sadece vatandaştan alınan vergiler kalmaktadır.
Yazdıklarımızın ne anlama geldiğini kavramak için geçtiğimiz günlerde memurla yapılan pazarlık aydınlatıcı olabilir. Uzun müzakereler sonucunda hükümet memura ancak %4+4 zam verilmişti. Ancak kısa bir süre sonra yıllık toplam geliri 10 bin liranın üzerine çıkan memurlardan kesilen gelir vergisinin oranı da % 15'ten % 20'ye çıktı. Böylece Hükümet, memurlara 6 ayda % 4 zam verirken, vergiler yoluyla % 5 kesinti yapıp verdiğini fazlasıyla geri almış oldu.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mehmet Maruf / diğer yazıları
- Akrep kıskacı / 05.12.2019
- NATO "güvenilir" midir? / 15.10.2015
- Düşmanı tanımak / 19.01.2014
- Ajax Operasyonu-II / 14.01.2014
- Ajax Operasyonu-I / 13.01.2014
- Ali Napolyon, Hacı Wilhelm ve diğerleri / 30.11.2013
- Batı bizden korkar mı? / 23.11.2013
- Biz ancak bize benzeriz / 17.11.2013
- Biz kimiz? / 14.11.2013
- Bin yıllık korku / 10.09.2013
- NATO "güvenilir" midir? / 15.10.2015
- Düşmanı tanımak / 19.01.2014
- Ajax Operasyonu-II / 14.01.2014
- Ajax Operasyonu-I / 13.01.2014
- Ali Napolyon, Hacı Wilhelm ve diğerleri / 30.11.2013
- Batı bizden korkar mı? / 23.11.2013
- Biz ancak bize benzeriz / 17.11.2013
- Biz kimiz? / 14.11.2013
- Bin yıllık korku / 10.09.2013