Ortadoğu devletlerinde son yüzyıl nedense kaos dönemi olarak değerlendirilebilir. Bizi komşumuz ve yakın güvenliğimizi doğrudan etkilemesi nedeniyle Suriye’deki gelişmeler yakından ilgilendirmektedir. Türkiye 2009 yılından sonra Suriye ile ilişkilerde iyi komşuluk veya Sayın Davutoğlu’nun temel konsepti olan “sıfır sorun” temelinde çok iyi bir yakınlaşma sağlamıştı. Ne oldu da bir anda iki devlet arasındaki ilişkiler gerginleşti?
Batı ve Amerika, Arap Baharı olarak adlandırılan süreci organize etmek için çok uğraşmış görünüyor. Bu toplumlar sömürgeleştirmenin yasallaştırılması olarak değerlendirilebilecek manda ve vesayet süreçlerini yaşamışlardır. Bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra da Batının etkisini hep hissetmişlerdir. Uluslararası hukukun temel ilkeleri olan egemen eşitlik ve içişlerine karışmama ilkeleri Batının işine gelmediği durumlarda hiç takmadığı hukuki ilkelerdir. Birleşmiş Milletler Antlaşmasında yazıyormuş, emredici ilkeymiş hiç umurlarında değil.
“Libya’da yaşananlardan sonra sıra Suriye’ye gelecek mi?” diye beklerken bir anda muhalif güçler örgütlendi ve ülkedeki karışıklıklar alevlendi. Esad rejiminin insan haklarına aykırılıklar yaptığı aşikârdır. Ülke içerisinde meydana gelen sıkıntılar insani müdahaleyi gerektirmiyorsa uluslararası toplum olayı tavsiyelerde bulunarak izlemektedir. Ortadoğu’daki enerji kaynaklarından dolayı en ufak bir sebep büyütülerek ve uluslararası hukuk zorlanarak, siyasallaştırılarak müdahale sebebi olarak değerlendirilmektedir. Hukuk kuralları Suriye’ye farklı, İsrail’e farklı uygulanacak olursa objektifliği ortadan kalkmaktadır. Hukuka güven zayıflamaktadır. Uluslararası hukuk devletlerin farklı uygulamaları nedeniyle aşınmaktadır. Toplum için gerekliliği, vazgeçilmezliği ortadadır. Ama diğer taraftan güçlünün lehine uygulanması gelişmesini engellemektedir.
Suriye’deki iç karışıklıklar karşısında Türkiye neden olaya müdahale etmemek yerine müdahil olarak yer aldı? Türkiye 1980 - 1988 İran - Irak savaşında iki komşusunun savaşında tam bir tarafsızlık politikası izleyerek örnek bir tutum sergilemiştir. Burada da olaylara müdahil olmasaydı daha iyi olmaz mıydı? Muhalif güçlerin desteklenmesi hukuki açıdan tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Uluslararası hukuk bakımından isyancı güçlerin uluslararasılaşması onlara uygulanacak ulusal kuralların bertaraf edilmesine neden olabilir. Batı devletleri bu olayda Türkiye’nin müdahale etmeme ilkesine uygun davranmasına karşı çıkmışlardır ve amaçlarına da ulaşmışlardır. Uluslararası toplumda devletler menfaatlerine uygun olmayan davranışlardan hep kaçınırlar. Türkiye burada hangi menfaati göz önünde tutmuştur anlamak mümkün değildir. İran konusunda yakında baskılar başlayacaktır. Ne yazık ki sınırdaş devletlerle ilişkilerimizde “sıfır sorun politikası” işletilememiştir. Eğer bu politika uygulanabilseydi Türkiye’nin çok menfaatine olacaktı.
Zaman zaman medyada yapılan değerlendirmelerde Suriye’den Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan kişiler yanlış bir değerlendirmeyle mülteci olarak nitelendirilmektedir. Bunların hukuki statüsü mülteci olmadığı için Birleşmiş Milletler’den kaynak istenememektedir. Geçmişte Irak’tan gelen binlerce kişinin durumu gibi burada da Türkiye insani görevini yapmaktadır. Ama hukuki anlamda kaynak kullanmayı talep edememektedir.
Ülkemiz dış politikasında son dönemde yaşananlar gerçekten düşündürücüdür. Sayın Davutoğlu ilk göreve geldiğinde çok olumlu gelişmeler yaşanmıştır. Türkiye hukukun gereği neyse buna uygun davranmıştır. “Menfaatlerimiz zarar görüyor, bana ne Suriye’den gelenleri kabul etmiyorum hukuki bir yükümlülüğüm yoktur” dememiştir. İnsanlık ve ahlaki yükümlülüğün gereğini yapmıştır. Ancak Suriye’deki muhalif güçleri de desteklemekten kaçınmamıştır. Bunu yapmakla gelecekte kendisine karşı da kullanabilecek bir görüşün gelişmesine neden olacaktır.
Batı ve Amerika, Arap Baharı olarak adlandırılan süreci organize etmek için çok uğraşmış görünüyor. Bu toplumlar sömürgeleştirmenin yasallaştırılması olarak değerlendirilebilecek manda ve vesayet süreçlerini yaşamışlardır. Bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra da Batının etkisini hep hissetmişlerdir. Uluslararası hukukun temel ilkeleri olan egemen eşitlik ve içişlerine karışmama ilkeleri Batının işine gelmediği durumlarda hiç takmadığı hukuki ilkelerdir. Birleşmiş Milletler Antlaşmasında yazıyormuş, emredici ilkeymiş hiç umurlarında değil.
“Libya’da yaşananlardan sonra sıra Suriye’ye gelecek mi?” diye beklerken bir anda muhalif güçler örgütlendi ve ülkedeki karışıklıklar alevlendi. Esad rejiminin insan haklarına aykırılıklar yaptığı aşikârdır. Ülke içerisinde meydana gelen sıkıntılar insani müdahaleyi gerektirmiyorsa uluslararası toplum olayı tavsiyelerde bulunarak izlemektedir. Ortadoğu’daki enerji kaynaklarından dolayı en ufak bir sebep büyütülerek ve uluslararası hukuk zorlanarak, siyasallaştırılarak müdahale sebebi olarak değerlendirilmektedir. Hukuk kuralları Suriye’ye farklı, İsrail’e farklı uygulanacak olursa objektifliği ortadan kalkmaktadır. Hukuka güven zayıflamaktadır. Uluslararası hukuk devletlerin farklı uygulamaları nedeniyle aşınmaktadır. Toplum için gerekliliği, vazgeçilmezliği ortadadır. Ama diğer taraftan güçlünün lehine uygulanması gelişmesini engellemektedir.
Suriye’deki iç karışıklıklar karşısında Türkiye neden olaya müdahale etmemek yerine müdahil olarak yer aldı? Türkiye 1980 - 1988 İran - Irak savaşında iki komşusunun savaşında tam bir tarafsızlık politikası izleyerek örnek bir tutum sergilemiştir. Burada da olaylara müdahil olmasaydı daha iyi olmaz mıydı? Muhalif güçlerin desteklenmesi hukuki açıdan tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Uluslararası hukuk bakımından isyancı güçlerin uluslararasılaşması onlara uygulanacak ulusal kuralların bertaraf edilmesine neden olabilir. Batı devletleri bu olayda Türkiye’nin müdahale etmeme ilkesine uygun davranmasına karşı çıkmışlardır ve amaçlarına da ulaşmışlardır. Uluslararası toplumda devletler menfaatlerine uygun olmayan davranışlardan hep kaçınırlar. Türkiye burada hangi menfaati göz önünde tutmuştur anlamak mümkün değildir. İran konusunda yakında baskılar başlayacaktır. Ne yazık ki sınırdaş devletlerle ilişkilerimizde “sıfır sorun politikası” işletilememiştir. Eğer bu politika uygulanabilseydi Türkiye’nin çok menfaatine olacaktı.
Zaman zaman medyada yapılan değerlendirmelerde Suriye’den Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan kişiler yanlış bir değerlendirmeyle mülteci olarak nitelendirilmektedir. Bunların hukuki statüsü mülteci olmadığı için Birleşmiş Milletler’den kaynak istenememektedir. Geçmişte Irak’tan gelen binlerce kişinin durumu gibi burada da Türkiye insani görevini yapmaktadır. Ama hukuki anlamda kaynak kullanmayı talep edememektedir.
Ülkemiz dış politikasında son dönemde yaşananlar gerçekten düşündürücüdür. Sayın Davutoğlu ilk göreve geldiğinde çok olumlu gelişmeler yaşanmıştır. Türkiye hukukun gereği neyse buna uygun davranmıştır. “Menfaatlerimiz zarar görüyor, bana ne Suriye’den gelenleri kabul etmiyorum hukuki bir yükümlülüğüm yoktur” dememiştir. İnsanlık ve ahlaki yükümlülüğün gereğini yapmıştır. Ancak Suriye’deki muhalif güçleri de desteklemekten kaçınmamıştır. Bunu yapmakla gelecekte kendisine karşı da kullanabilecek bir görüşün gelişmesine neden olacaktır.
Prof. Dr. Enver Bozkurt / diğer yazıları
- Orantılılık ilkesi 2 / 16.06.2013
- Orantılık ilkesi - 1 / 15.06.2013
- Fransa’nın Mali’ye müdahalesi / 22.01.2013
- Havayolu ile taşımacılıkta yolcu hakları / 09.01.2013
- Başkanlık sistemi ve Türkiye / 25.12.2012
- Nükleer Silahlar / 18.12.2012
- Suriye sorununa uluslararası hukuk açısından bakmak / 11.12.2012
- Orantılık ilkesi - 1 / 15.06.2013
- Fransa’nın Mali’ye müdahalesi / 22.01.2013
- Havayolu ile taşımacılıkta yolcu hakları / 09.01.2013
- Başkanlık sistemi ve Türkiye / 25.12.2012
- Nükleer Silahlar / 18.12.2012
- Suriye sorununa uluslararası hukuk açısından bakmak / 11.12.2012