Şehitlik makamı da maalesef günümüzde birçok diğer konu gibi çarpıtılmaya müsait bir kavram haline geldi. Herkes kendince bir şehitlik tanımı yapmış kafasında; o şehittir, bu şehit değildir diye tartışmalar yapılıyor. Bir taraftan her gün şehit haberleri, şehit cenazeleri...
Halbuki Allah (c.c) Kur'an'da Âl-i İmran Suresi 169-170. ayetlerde buyuruyor: "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar. Allah'ın lütfundan kendilerine vermiş olduklarıyla sevinç içindedirler ve arkalarından henüz onlara kavuşmamış olanları, kendilerine bir korku olmayacağı ve üzülmeyecekleri üzere müjdelerler."
Herkesin kalbini de ancak Rabbimiz bilir. O bakımdan kimin şehit olduğuna kimin olmadığına da ancak O karar verir. O yüzden bu boş bir tartışmadır. Ancak biz görünen üzere konuşabiliriz. Böyle baktığımızda da şunu kabul etmeliyiz ki bu topraklarda yaşayan her bir vatandaş hangi halka mensup olursa olsun, ister Türk, ister Kürt, Çerkez ya da Laz hepimiz şehit torunuyuz. Çünkü tanımamış olsak da hepimizin ya Çanakkale'de ya Kurtuluş Savaşı'nda şehit olmuş bir dedesi vardır. Küçüklüğümüzden beri bu bize söylenir, bazen masal gibi anlatılır ve bizler artık orta yaşlara doğru gelen nesil olarak bu duygu ile yetişmişizdir. Gerek ailelerimiz, gerekse okullarda öğretmenlerimiz bize bu bilinci vermişlerdir. Allah onlardan razı olsun. Sabahları sallana sallana ve bağıra bağıra okuduğumuz andımız, edebiyat derslerinde ezberlediğimiz İstiklal Marşımız ve Atamızın Gençliğe Hitabesi, o zamanlar zorlansak da katıldığımız bayram törenlerindeki konuşmalar, resmigeçit törenleri bizlerde bu duygunun pekişmesine ciddi katkı sağlamıştır.
Ancak geçen yıllarda eğitim sistemimizde yapılan bazı değişikliklerle beraber, andımızın okunmaması, Din kültürü ve Ahlak Bilgisi ders içeriğinde yapılan değişiklikler, bayram törenlerinin kaldırılması, gençlerin o milli ve manevi duyguları kazanmasına ket vurdu. Gelişen teknoloji, internet ve televizyonun da negatif etkisiyle gençlerimiz ayrı bir dünyada yaşıyorlar. Maalesef birçok aydın(!) yazar, televizyon yorumcusu gençlere Atatürk düşmanlığı aşılıyor. Bütün bu değişikliklerin ve empoze edilmeye çalışılan Atatürk düşmanlığının temelinde aslında onun temsil ettiği ruha düşmanlık yatıyor. O vatanperver ruh çocuklarımıza unutturulmak isteniyor. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu 15 Temmuz hadisesi bize bir kez daha gösterdi. Bu ruhtan uzak yetiştirilmiş, yabancı ellerin empozeleriyle kendi devletine, milletine düşman edilmiş, beyinleri yıkanmış bu vatanın evlatlarıydı, subaylarıydı bu darbeye kalkışanlar. Gördük ki bu vatanın savcısı, hakimiydi Balyoz'u, Ergenekon'u planlayan ve uygulayanlar. Savaşlar günümüzde her zaman topla tüfekle olmuyor. Bir devleti içten çökertmek ve savunmasız hale getirmek çok daha etkili bir yol. Güneydoğuda dağlarda devletine düşman yetişen, canlı bomba olacak kadar ileri giden PKK'lı terörist de bu vatanın evladı. Onlarla savaşan askerimiz de bu milletin evladı. 10 Ekim'de 1 yılını dolduran Ankara patlamasında ölen vatandaşlarımız da bu milletin evladıydı. Şu an Suriye'de savaşan askerimiz de bu vatanın evladı. Biz askerlerimizin arkasından ağlıyoruz şehit cenazelerinde. PKK'lı teröriste de kendi dava arkadaşları şehit diyor. 15 Temmuz demokrasi şehitlerimizi anıyoruz, programlar yapıyoruz. Ankara'daki patlamada ölen vatandaşlarımıza sol görüşlü diye tabir ettiğimiz arkadaşlar özgürlük ve barış şehidi diyorlar, bazıları da onlara şehit denmez diyor.
Bütün bu sığ tartışmalar arasında kaçırdığımız nokta şu ki ne görüşte olduğumuz, hangi partiden, hangi halktan ya da mezhepten olduğumuz önemli değil. Hepimiz bu toprağın, bu milletin insanıyız. Farklılıklarımızla birbirimizi kabul etmemiz ve Hacı Bektaş Veli'nin bize kazandırmış olduğu birlik ruhunu yeniden yakalamamız lazım. Yoksa üzerimizde oynanan oyunlar yüzünden millet olarak yok olup gidicez ve kaçacak, sığınacak bir yerimiz de yok.
"Vatan sevgisi imandandır" hadisini de unutmamak çok önemli. Maalesef Din Kültürü ders içeriklerinin değişmesi de bizi zayıflatan çok önemli bir faktör. Bunda da FETÖ yapılanmasının başını çektiği Dinlerarası Diyalog faaliyetleri en büyük etkendir. Ama FETÖ'nün bize verdiği zararlar tamir edilmeye çalışılırken bizden gibi görünen, doğru gibi gösterilen bazı yanlışlara da dikkat etmek gerekir. Dinimize sonradan sokulan bidatlere, dinmiş gibi gösterilen, uydurma hadislerle desteklenen, insanları dinden soğutmaktan başka bir işe yaramayan kuralları, kavramları da ayıklamak gerekir. Bu da aslında Diyanet İşleri Başkanlığı'nın vazifesidir.
Muharrem ayında olmamız sebebiyle anmadan geçemeyeceğimiz Kerbela Şehitleri... Hz. Hüseyin'in ve beraberindekilerin şehit edildiği günü, sahihliği tartışmalı bazı hadislerle bolluk bereket olsun diye alışveriş yapılan, aşure pişirilip dağıtılan bir gün haline getirmek de yapılan yanlışlara bir örnektir. Hz. Hüseyin'in şehadeti dik duruşun, Hakkın yanında oluşun, yapılan yanlışlara boyun eğmeyişin, inandığın kutsal uğruna mücadele edişin en güzel örneğidir. Aşura gününü o yüzden ibadetle, salat u selamla ve Hz. Hüseyin'in ne uğruna şehit olduğunu anlamaya çalışmakla geçirmek en doğrusu olacaktır. Peygamber efendimiz bugün sağ olsaydı; cennet gençlerinin efendisi, gözünün nuru Hüseyin'inin şehit edildiği günü nasıl geçirirdi diye düşünmek bizi doğru yola sevk etmeye yetecektir. Onun ölümü ile bayram edip tatlı dağıtan Yezit'e benzememek gerekir. Günümüzde Yezit'in temsilcilerini anlamanın ve uzak durmanın yolu bu olacaktır.
Allah yolunda canını veren tüm şehitlerimize selam olsun. Allah (c.c.) onlar kabirlerinde yattıkça bu vatana, millete zeval vermesin; bizleri de onların şefaatlerine nail eylesin...
Halbuki Allah (c.c) Kur'an'da Âl-i İmran Suresi 169-170. ayetlerde buyuruyor: "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar. Allah'ın lütfundan kendilerine vermiş olduklarıyla sevinç içindedirler ve arkalarından henüz onlara kavuşmamış olanları, kendilerine bir korku olmayacağı ve üzülmeyecekleri üzere müjdelerler."
Herkesin kalbini de ancak Rabbimiz bilir. O bakımdan kimin şehit olduğuna kimin olmadığına da ancak O karar verir. O yüzden bu boş bir tartışmadır. Ancak biz görünen üzere konuşabiliriz. Böyle baktığımızda da şunu kabul etmeliyiz ki bu topraklarda yaşayan her bir vatandaş hangi halka mensup olursa olsun, ister Türk, ister Kürt, Çerkez ya da Laz hepimiz şehit torunuyuz. Çünkü tanımamış olsak da hepimizin ya Çanakkale'de ya Kurtuluş Savaşı'nda şehit olmuş bir dedesi vardır. Küçüklüğümüzden beri bu bize söylenir, bazen masal gibi anlatılır ve bizler artık orta yaşlara doğru gelen nesil olarak bu duygu ile yetişmişizdir. Gerek ailelerimiz, gerekse okullarda öğretmenlerimiz bize bu bilinci vermişlerdir. Allah onlardan razı olsun. Sabahları sallana sallana ve bağıra bağıra okuduğumuz andımız, edebiyat derslerinde ezberlediğimiz İstiklal Marşımız ve Atamızın Gençliğe Hitabesi, o zamanlar zorlansak da katıldığımız bayram törenlerindeki konuşmalar, resmigeçit törenleri bizlerde bu duygunun pekişmesine ciddi katkı sağlamıştır.
Ancak geçen yıllarda eğitim sistemimizde yapılan bazı değişikliklerle beraber, andımızın okunmaması, Din kültürü ve Ahlak Bilgisi ders içeriğinde yapılan değişiklikler, bayram törenlerinin kaldırılması, gençlerin o milli ve manevi duyguları kazanmasına ket vurdu. Gelişen teknoloji, internet ve televizyonun da negatif etkisiyle gençlerimiz ayrı bir dünyada yaşıyorlar. Maalesef birçok aydın(!) yazar, televizyon yorumcusu gençlere Atatürk düşmanlığı aşılıyor. Bütün bu değişikliklerin ve empoze edilmeye çalışılan Atatürk düşmanlığının temelinde aslında onun temsil ettiği ruha düşmanlık yatıyor. O vatanperver ruh çocuklarımıza unutturulmak isteniyor. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu 15 Temmuz hadisesi bize bir kez daha gösterdi. Bu ruhtan uzak yetiştirilmiş, yabancı ellerin empozeleriyle kendi devletine, milletine düşman edilmiş, beyinleri yıkanmış bu vatanın evlatlarıydı, subaylarıydı bu darbeye kalkışanlar. Gördük ki bu vatanın savcısı, hakimiydi Balyoz'u, Ergenekon'u planlayan ve uygulayanlar. Savaşlar günümüzde her zaman topla tüfekle olmuyor. Bir devleti içten çökertmek ve savunmasız hale getirmek çok daha etkili bir yol. Güneydoğuda dağlarda devletine düşman yetişen, canlı bomba olacak kadar ileri giden PKK'lı terörist de bu vatanın evladı. Onlarla savaşan askerimiz de bu milletin evladı. 10 Ekim'de 1 yılını dolduran Ankara patlamasında ölen vatandaşlarımız da bu milletin evladıydı. Şu an Suriye'de savaşan askerimiz de bu vatanın evladı. Biz askerlerimizin arkasından ağlıyoruz şehit cenazelerinde. PKK'lı teröriste de kendi dava arkadaşları şehit diyor. 15 Temmuz demokrasi şehitlerimizi anıyoruz, programlar yapıyoruz. Ankara'daki patlamada ölen vatandaşlarımıza sol görüşlü diye tabir ettiğimiz arkadaşlar özgürlük ve barış şehidi diyorlar, bazıları da onlara şehit denmez diyor.
Bütün bu sığ tartışmalar arasında kaçırdığımız nokta şu ki ne görüşte olduğumuz, hangi partiden, hangi halktan ya da mezhepten olduğumuz önemli değil. Hepimiz bu toprağın, bu milletin insanıyız. Farklılıklarımızla birbirimizi kabul etmemiz ve Hacı Bektaş Veli'nin bize kazandırmış olduğu birlik ruhunu yeniden yakalamamız lazım. Yoksa üzerimizde oynanan oyunlar yüzünden millet olarak yok olup gidicez ve kaçacak, sığınacak bir yerimiz de yok.
"Vatan sevgisi imandandır" hadisini de unutmamak çok önemli. Maalesef Din Kültürü ders içeriklerinin değişmesi de bizi zayıflatan çok önemli bir faktör. Bunda da FETÖ yapılanmasının başını çektiği Dinlerarası Diyalog faaliyetleri en büyük etkendir. Ama FETÖ'nün bize verdiği zararlar tamir edilmeye çalışılırken bizden gibi görünen, doğru gibi gösterilen bazı yanlışlara da dikkat etmek gerekir. Dinimize sonradan sokulan bidatlere, dinmiş gibi gösterilen, uydurma hadislerle desteklenen, insanları dinden soğutmaktan başka bir işe yaramayan kuralları, kavramları da ayıklamak gerekir. Bu da aslında Diyanet İşleri Başkanlığı'nın vazifesidir.
Muharrem ayında olmamız sebebiyle anmadan geçemeyeceğimiz Kerbela Şehitleri... Hz. Hüseyin'in ve beraberindekilerin şehit edildiği günü, sahihliği tartışmalı bazı hadislerle bolluk bereket olsun diye alışveriş yapılan, aşure pişirilip dağıtılan bir gün haline getirmek de yapılan yanlışlara bir örnektir. Hz. Hüseyin'in şehadeti dik duruşun, Hakkın yanında oluşun, yapılan yanlışlara boyun eğmeyişin, inandığın kutsal uğruna mücadele edişin en güzel örneğidir. Aşura gününü o yüzden ibadetle, salat u selamla ve Hz. Hüseyin'in ne uğruna şehit olduğunu anlamaya çalışmakla geçirmek en doğrusu olacaktır. Peygamber efendimiz bugün sağ olsaydı; cennet gençlerinin efendisi, gözünün nuru Hüseyin'inin şehit edildiği günü nasıl geçirirdi diye düşünmek bizi doğru yola sevk etmeye yetecektir. Onun ölümü ile bayram edip tatlı dağıtan Yezit'e benzememek gerekir. Günümüzde Yezit'in temsilcilerini anlamanın ve uzak durmanın yolu bu olacaktır.
Allah yolunda canını veren tüm şehitlerimize selam olsun. Allah (c.c.) onlar kabirlerinde yattıkça bu vatana, millete zeval vermesin; bizleri de onların şefaatlerine nail eylesin...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Asude Havuzlu / diğer yazıları
- Mutluluk… / 22.11.2020
- Üniversite sınavındaki sorunları değil sistemi tartışalım / 02.07.2020
- Kaynakların sınırsızlığı üzerine / 23.04.2020
- Artık kimse... / 18.04.2020
- Yetim kalmak / 03.04.2020
- #HayatMEMleevesığar / 30.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın-II / 26.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın / 25.03.2020
- Başkalarının acısına bakmak / 05.03.2020
- Coğrafya kader midir? / 03.03.2020
- Üniversite sınavındaki sorunları değil sistemi tartışalım / 02.07.2020
- Kaynakların sınırsızlığı üzerine / 23.04.2020
- Artık kimse... / 18.04.2020
- Yetim kalmak / 03.04.2020
- #HayatMEMleevesığar / 30.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın-II / 26.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın / 25.03.2020
- Başkalarının acısına bakmak / 05.03.2020
- Coğrafya kader midir? / 03.03.2020