Türk milletine bir hayır kurumu gibi sunulan AB, meğer emperyal yayılmayı amaçlayan 'postmodern imparatorluk' muş. Bunu biz değil, AB Konseyi Dış İlişkileri ve Siyasi-Askeri İşbirliği Direktörü Robert Cober söylüyor. Robert Cober, 'Ulusların Dağılması' adlı kitabında diyor ki: "Son yıllarda, AB üyesi olmayı amaçlayan birçok Orta Avrupa ülkesi anayasalarını ve yasalarını değiştirdi, piyasa ekonomisi kurallarını geçerli kıldı. AB yasalarının büyük bölümünü kabul etti. Aynı amaçla ölüm cezasını kaldıran ve azınlık haklarını kabul eden Türkiye'de yaşanan gelişmeler özellikle çarpıcıydı. Başka çağda bu tür değişim ancak sömürgeci gücün diktası altında gerçekleştirilebilirdi. Bu günün dünyasında ise sözkonusu reformların postmodern imparatorluğa tam üye olarak katılmak ve yönetimde söz sahibi olmak isteyen ülkelerin gönüllü çabalarıyla gerçekleştiğini görüyoruz. Bu gönüllü katılım biçimi bu imparatorluk türüne kalıcı ve meşruiyet sağlıyor ve uzun süre yaşama şansını kazandırıyor".
İşte Avrupalıların AB'ye bakışı bu. Ya bizimkilerin bakışı nasıl? Onu hiç sormayın, bizde "AB'ye uyum için şunlar yapılmalıdır"denildiğinde akan sular duruyor, anayasa ve yasalar rafa kalkıyor. Atilla İlhan'in dediği gibi, "demokratik olarak devlet satılıyor. Sadece hukuki değil, cezai olarak da hesap sormak lazım. Çünkü ihanet var ortada. Netice itibariyle memleketine ihanet ediyorsun". Evet, kimilerine göre ihanet olan AB'ye giriş, kimilerine göre tek kurtuluş. Bu kadar farklı bir bakış tarzı olabilir mi? Maalesef, oluyor işte. Gelecek nesil, bu günleri, bu bakış tarzını nasıl değerlendirir, bilemiyoruz. Fakat bildiğimiz tek şey, Türkiye'nin AB'ye mecbur olmadığıdır. Türkiye'nin AB'ye mecbur olmadığını yöneticilerimizden ve aydın geçinen belli kesimden başka herkes biliyor.
Başbakan ve Dışişleri Bakanı 12 Aralık 2003 tarihinde Brüksel'de AB zirvesinde iken Türkiye'den farklı bir ses yükseliyordu. Bu sesi yükselden Rusya Federasyonu Olağanüstü ve Tam Yetkili Büyükelçisi Albert Sengeyeviç Çemişev idi. Çemişev İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde 'Avrasya Açısından Kıbrıs ve Irak' konulu konferansa katılmıştı. Bu konferansta Çemişev şöyle diyordu: "Rusya ve Türkiye, Avrasya entegrasyonunda lokomotif iki ülke olmalıdır. Sadece iyi komşular olarak kalamayız. Stratejik iş birliğimiz ve ortaklığımız da olmalıdır. Bunun için gerekli herşey var. Yetişmiş insan gücü, yetişmiş beyinler var. Avrasya bölgesi dünyanın en zengin bölgesi. 300 milyonu aşkın nüfusu var. Bizlerin, AB bizi alsın diye yalvarmamıza gerek yok. Bizler kendimize yeteriz". Bu sözlerin hangisine itiraz edilebilir? Hepsi doğru, hepsi yerinde.
Uluslararası Avrasya Hareketi Başkanı Aleksandr Gelyeviç Dugin de, " Tek kutuplu dünyada Rusya ve Türkiye'nin egemenliği ve bağımsızlığı tehdit altındadır" dedi. Dugin sözlerini şöyle sürdürdü: " Rusya, Türkiye ve bölge ülkelerinin Avrasya Stratejik Birliği'ni kurmaları için çok zaman yok. Bu konuda süratli davranmalıyız. Avrasya düşüncesi artık olgunlaşmıştır, bunu pratiğe dökmemiz gerekir".
Bu teklif, Türkiye için alternatiflerden sadece biridir. Halbuki Türkiye'nin bunun gibi pek çok alternatifi vardır. Ama ne yazık ki, belli bir kesim, Türkiye'yi tarihinden, medeniyetinden kopararak, doku uyuşmazlığı kesin olarak AB'ye yamamak istiyor. "Bu belli kesim kimdir?" derseniz, ona da Atilla İlhan'ın deyimiyle cevap vermek isterim: "Batı'nın manevi ajanları olan aydınlardır".
Sonuç olarak söylersek, Türkiye'nin postmodern imparatorluk adı verilen AB'nin potasında erimesine, kapısında takla atmasına hiç gerek yok. Yok ama, gel de bunu AB'ye kilitlenmiş kafalara anlat.
İşte Avrupalıların AB'ye bakışı bu. Ya bizimkilerin bakışı nasıl? Onu hiç sormayın, bizde "AB'ye uyum için şunlar yapılmalıdır"denildiğinde akan sular duruyor, anayasa ve yasalar rafa kalkıyor. Atilla İlhan'in dediği gibi, "demokratik olarak devlet satılıyor. Sadece hukuki değil, cezai olarak da hesap sormak lazım. Çünkü ihanet var ortada. Netice itibariyle memleketine ihanet ediyorsun". Evet, kimilerine göre ihanet olan AB'ye giriş, kimilerine göre tek kurtuluş. Bu kadar farklı bir bakış tarzı olabilir mi? Maalesef, oluyor işte. Gelecek nesil, bu günleri, bu bakış tarzını nasıl değerlendirir, bilemiyoruz. Fakat bildiğimiz tek şey, Türkiye'nin AB'ye mecbur olmadığıdır. Türkiye'nin AB'ye mecbur olmadığını yöneticilerimizden ve aydın geçinen belli kesimden başka herkes biliyor.
Başbakan ve Dışişleri Bakanı 12 Aralık 2003 tarihinde Brüksel'de AB zirvesinde iken Türkiye'den farklı bir ses yükseliyordu. Bu sesi yükselden Rusya Federasyonu Olağanüstü ve Tam Yetkili Büyükelçisi Albert Sengeyeviç Çemişev idi. Çemişev İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde 'Avrasya Açısından Kıbrıs ve Irak' konulu konferansa katılmıştı. Bu konferansta Çemişev şöyle diyordu: "Rusya ve Türkiye, Avrasya entegrasyonunda lokomotif iki ülke olmalıdır. Sadece iyi komşular olarak kalamayız. Stratejik iş birliğimiz ve ortaklığımız da olmalıdır. Bunun için gerekli herşey var. Yetişmiş insan gücü, yetişmiş beyinler var. Avrasya bölgesi dünyanın en zengin bölgesi. 300 milyonu aşkın nüfusu var. Bizlerin, AB bizi alsın diye yalvarmamıza gerek yok. Bizler kendimize yeteriz". Bu sözlerin hangisine itiraz edilebilir? Hepsi doğru, hepsi yerinde.
Uluslararası Avrasya Hareketi Başkanı Aleksandr Gelyeviç Dugin de, " Tek kutuplu dünyada Rusya ve Türkiye'nin egemenliği ve bağımsızlığı tehdit altındadır" dedi. Dugin sözlerini şöyle sürdürdü: " Rusya, Türkiye ve bölge ülkelerinin Avrasya Stratejik Birliği'ni kurmaları için çok zaman yok. Bu konuda süratli davranmalıyız. Avrasya düşüncesi artık olgunlaşmıştır, bunu pratiğe dökmemiz gerekir".
Bu teklif, Türkiye için alternatiflerden sadece biridir. Halbuki Türkiye'nin bunun gibi pek çok alternatifi vardır. Ama ne yazık ki, belli bir kesim, Türkiye'yi tarihinden, medeniyetinden kopararak, doku uyuşmazlığı kesin olarak AB'ye yamamak istiyor. "Bu belli kesim kimdir?" derseniz, ona da Atilla İlhan'ın deyimiyle cevap vermek isterim: "Batı'nın manevi ajanları olan aydınlardır".
Sonuç olarak söylersek, Türkiye'nin postmodern imparatorluk adı verilen AB'nin potasında erimesine, kapısında takla atmasına hiç gerek yok. Yok ama, gel de bunu AB'ye kilitlenmiş kafalara anlat.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018