Yıl 2002...
Genel seçimlere sayılı günler kalmıştı. Yolumuz Şanlıurfa’ya düşmüştü. Hz. İbrahim’in doğduğu mağara, Balıklı Göl, Halil-ür Rahman Camisi ve de Dede Osman Avni babanın türbesini ziyaret etmek istiyoruz. Buralar maneviyatın buram buram estiği mekânlar. Hem vakit namazını kılmak, hem de Dede Hazretlerini ziyaret etmek için huzurdayız.
Etraftan sesler geliyor. Arkamızı dönüp baktığımızda aksakallı yaşlıca bir kişinin etrafına insanları halka tarzında dizip heyecanla anlattıkları konulara şahit oluyoruz. Bu kişi İstanbul’dan geldiğini ifade ediyor ve ekliyor, “İstanbul’da dağ gibi çöpler vardı, Tayyip hepsini ortadan kaldırdı. Musluklardan su değil tıss sesi gelirdi, Tayyip’le birlikte artık su akmaya başladı, Tayyip’le ulaşım hal çaresi buldu.” Keşke İstanbul’u bilmesek de yutsak. Vatandaş bire beş katarak anlatırken, bizim manevi huzurumuz kaçmıştı. Birlikte olduğumuz Prof. Dr. Ömer Eyercioğlu ile hadiseye müdahale ettik. Ağız münakaşasına girdik, kolluk kuvvetleri geldi ve vatandaş susmak zorunda kaldı.
Yine aynı dönemde şahit olduğumuz olaylardan bir tanesi de şöyle. Malatya - Elazığ arasında yolculuk yaparken sabah namazı vakti girmişti. Arabamızla bir camide duruyoruz. Ezan okunmuş olduğu için biraz acele ediyoruz. Tam bu sırada caminin kıraathanesinde bir vatandaş önümüzü kesiyor ve neredeyse bizi esir alıyor. Başlıyor güya Levh-i Mahfuz’dan bilgi vermeye. “Tayyip Erdoğan Başbakan olacak” diyor. İşin ilginç yanı gerek Şanlıurfa’da, gerekse Elâzığ yolunda camide kamp kuran meczup tipli insanların namazla niyazla hiç bir ilgisi yoktu.
Seçim dönemlerinde vatandaş hep son anı bekler. Bu Türkiye’de bir gelenek haline gelmiştir. Türk siyasetinin tecrübeli isimleri bu konuda seçim arifelerinde bir günün çok önemli olduğunu, bir günde seçimin kaderinin değişebileceğini ifade ederler. Bu aslında çok garip bir gerçektir. Milletin ve devletin yönetimini teslim edeceğiniz kadrolara nasıl bir anda karar verilebilir, bunu akl-ı selimle izah etmek mümkün değildir. Bunun adını da koymuşlar, diyorlar ki rüzgârın esmesi gerekir. İşte söz konusu esmesi beklenen rüzgârı belirleyen maalesef okyanus ötesi. Dün böyle oldu, bugün de böyle olması için kumpas devam etmektedir.
Yıl 2012
Son günlerde kulağımızı kabartıp dinlediğimizde değişik duyumlar almaktayız. Berberde tıraş olurken, takside giderken, kahvede otururken konuşulanları dinleyin, bakın Pensilvanya’dan hangi mesajlar geliyor.
“Tayyip’in hastalığı ilerledi galiba, vah vah hasta olduğu için dengesiz konuşmaya başladı.”
“Tayyip cumhurbaşkanı olmak istiyor ama bu halde cumhurbaşkanı olması mümkün değil ki.” Son dönemde sayın Erdoğan, Gülen Cemaati ile çatışma halinde. Açıktan çatışmanın olmaması elbette ki karşılıklı faydalılık ilkesinden kaynaklanıyor. Bu çatışmanın son günlerde kamuoyundan saklanamaması mızrağın çuvala sığmamasındandır.
Gelişmeler cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça çatışmanın dozun daha da artacağını göstermektedir. Esen rüzgârların şiddetini ve rüzgâra karşı gösterilen mukavemetleri izleyip hep birlikte göreceğiz.
Genel seçimlere sayılı günler kalmıştı. Yolumuz Şanlıurfa’ya düşmüştü. Hz. İbrahim’in doğduğu mağara, Balıklı Göl, Halil-ür Rahman Camisi ve de Dede Osman Avni babanın türbesini ziyaret etmek istiyoruz. Buralar maneviyatın buram buram estiği mekânlar. Hem vakit namazını kılmak, hem de Dede Hazretlerini ziyaret etmek için huzurdayız.
Etraftan sesler geliyor. Arkamızı dönüp baktığımızda aksakallı yaşlıca bir kişinin etrafına insanları halka tarzında dizip heyecanla anlattıkları konulara şahit oluyoruz. Bu kişi İstanbul’dan geldiğini ifade ediyor ve ekliyor, “İstanbul’da dağ gibi çöpler vardı, Tayyip hepsini ortadan kaldırdı. Musluklardan su değil tıss sesi gelirdi, Tayyip’le birlikte artık su akmaya başladı, Tayyip’le ulaşım hal çaresi buldu.” Keşke İstanbul’u bilmesek de yutsak. Vatandaş bire beş katarak anlatırken, bizim manevi huzurumuz kaçmıştı. Birlikte olduğumuz Prof. Dr. Ömer Eyercioğlu ile hadiseye müdahale ettik. Ağız münakaşasına girdik, kolluk kuvvetleri geldi ve vatandaş susmak zorunda kaldı.
Yine aynı dönemde şahit olduğumuz olaylardan bir tanesi de şöyle. Malatya - Elazığ arasında yolculuk yaparken sabah namazı vakti girmişti. Arabamızla bir camide duruyoruz. Ezan okunmuş olduğu için biraz acele ediyoruz. Tam bu sırada caminin kıraathanesinde bir vatandaş önümüzü kesiyor ve neredeyse bizi esir alıyor. Başlıyor güya Levh-i Mahfuz’dan bilgi vermeye. “Tayyip Erdoğan Başbakan olacak” diyor. İşin ilginç yanı gerek Şanlıurfa’da, gerekse Elâzığ yolunda camide kamp kuran meczup tipli insanların namazla niyazla hiç bir ilgisi yoktu.
Seçim dönemlerinde vatandaş hep son anı bekler. Bu Türkiye’de bir gelenek haline gelmiştir. Türk siyasetinin tecrübeli isimleri bu konuda seçim arifelerinde bir günün çok önemli olduğunu, bir günde seçimin kaderinin değişebileceğini ifade ederler. Bu aslında çok garip bir gerçektir. Milletin ve devletin yönetimini teslim edeceğiniz kadrolara nasıl bir anda karar verilebilir, bunu akl-ı selimle izah etmek mümkün değildir. Bunun adını da koymuşlar, diyorlar ki rüzgârın esmesi gerekir. İşte söz konusu esmesi beklenen rüzgârı belirleyen maalesef okyanus ötesi. Dün böyle oldu, bugün de böyle olması için kumpas devam etmektedir.
Yıl 2012
Son günlerde kulağımızı kabartıp dinlediğimizde değişik duyumlar almaktayız. Berberde tıraş olurken, takside giderken, kahvede otururken konuşulanları dinleyin, bakın Pensilvanya’dan hangi mesajlar geliyor.
“Tayyip’in hastalığı ilerledi galiba, vah vah hasta olduğu için dengesiz konuşmaya başladı.”
“Tayyip cumhurbaşkanı olmak istiyor ama bu halde cumhurbaşkanı olması mümkün değil ki.” Son dönemde sayın Erdoğan, Gülen Cemaati ile çatışma halinde. Açıktan çatışmanın olmaması elbette ki karşılıklı faydalılık ilkesinden kaynaklanıyor. Bu çatışmanın son günlerde kamuoyundan saklanamaması mızrağın çuvala sığmamasındandır.
Gelişmeler cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça çatışmanın dozun daha da artacağını göstermektedir. Esen rüzgârların şiddetini ve rüzgâra karşı gösterilen mukavemetleri izleyip hep birlikte göreceğiz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ahmet H. Kepekçi / diğer yazıları
- Ekonomik buhrana karşı çözümümüz var / 09.04.2025
- Adalet mi dediniz hakkaniyet mi? / 05.04.2025
- Yunan bayramı, Türk dersi / 29.03.2025
- Asıl rakip ne İmamoğlu ne Yavaş: Hükümetin en büyük sınavı geçim krizi / 24.03.2025
- Bozduğun kantar seni de tartacak / 23.03.2025
- Adaletin zarfı ve mazrufu: İmamoğlu olayı üzerine bir toplumsal okuma / 22.03.2025
- ABD açıktan İran’ı hedef olarak gösterdi / 20.03.2025
- Dünya ateş çemberinde: Türkiye’nin stratejisi ne olmalı? / 10.03.2025
- Wilson’dan İmralı’ya: Türkiye’yi bölme planı mı devrede? / 04.03.2025
- Oruç, ilahi bir emir ve bilimsel bir şifadır / 03.03.2025
- Adalet mi dediniz hakkaniyet mi? / 05.04.2025
- Yunan bayramı, Türk dersi / 29.03.2025
- Asıl rakip ne İmamoğlu ne Yavaş: Hükümetin en büyük sınavı geçim krizi / 24.03.2025
- Bozduğun kantar seni de tartacak / 23.03.2025
- Adaletin zarfı ve mazrufu: İmamoğlu olayı üzerine bir toplumsal okuma / 22.03.2025
- ABD açıktan İran’ı hedef olarak gösterdi / 20.03.2025
- Dünya ateş çemberinde: Türkiye’nin stratejisi ne olmalı? / 10.03.2025
- Wilson’dan İmralı’ya: Türkiye’yi bölme planı mı devrede? / 04.03.2025
- Oruç, ilahi bir emir ve bilimsel bir şifadır / 03.03.2025