Bir toplum düşünün ki tüm alanlardaki dönüşümünü negatif yönlü yaşasın. Üstelik toplumun çoğunluğu yaşadığı dönüşümün pozitif eksenli olduğunu düşünsün. Kuşkusuz toplumu oluşturan bireylerin zihinsel gelişimini, farkındalığını, sorgulayıcı kimliğini ve analitik düşüncesini engelleyen yapı veya yapıların ne olduğunu saptamak için de bulunduğu yanılgının sebebini ortaya koyacaktır.
Öyle bir garabet ki, bireyler öz benliklerinin değişime tabi tutulduğunu dahi kavrayamayacak çizgiye gelmiştir.
Elbette değişimin sebepleri eğitim, ahlak, adalet, ekonomi, sağlık vb. kurumlardaki temel yapı taşlarının yerinden oynatılması ve kurucu iradenin aksine bir tutum gerçekleştirilmesidir. Aslında bireylerin yaşadığı coğrafyaya aidiyetini zayıflatmak, kendinden olmayana tahammül seviyesini en aza indirgemek ne yazık ki 1950'li yıllarda başlayıp günümüze devlet politikası haline dönüşmüştür.
Belirtmiş olduğum devlet kurumlarındaki ayrıştırıcı politika sosyolojik yapıyı bozmuş bireylerin partizanlığa bürünmesine neden olmuştur.
Cumhuriyetin ilanından Demokrat Parti dönemine kadar geçen süreçte devlet politikası halk temelinde olmuş, yeniden inşa edilen kurumlar halk adına yapılmıştı. Halk Evleri, Halk Odaları, Halk Partisi, Halk Bankası bunlardan sadece birkaçı idi. Örneğin Halk Evleri şuan ki adıyla Halk Eğitim Merkezleri cumhuriyetle birlikte kurulmuş ve toplumu oluşturan bireylere ahlak, aile, sanat, eğitim, bilim, din, ekonomi vb. alanlarda pek insanca yaşam kalitesi sunmuştur.
Bu evlerde birey savaştan çıkmış bir devlette tiyatro, bale, opera ile tanışmış, toprağı ekmeyi, üretim yapmayı, buna bağlı olarak ekonomik özgürlük elde etmeyi öğrenmiş; köylerde yaşayan insanlarımız şehirli olma statüsüne erişmiş, özgürce fikir üretmeyi, sorgulamayı öğrenmiş, kanunların tüm güçlerden üstün olduğunu, herhangi bir probleminde kendinden üstün gördüğüne değil adalete sığınması gerektiği bilincine kavuşmuştu.
Birçok ülkeden önce birçok alanda kendisini var eden ülke konumuna gelmişken, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi ile gerçekleştirdiği ilk icraat Halk Evleri'ni kapatarak ilerlemenin önünü tıkaması olmuştur. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ile özdeşleşmeyen bu anlayış günümüze kadar iktidarlar el değiştirse de temel politika halinde varlığını sürdürüyor. Kendi coğrafyasındaki bireylerin muasır medeniyetler seviyesinden geride bırakılmak istenmesi iktidarı elinde bulunduranların varlık sebebi olma noktasına gelmiştir.
Araştırmayan, sorgulamayan, üretmeyen toplum ne zihinsel bağımsızlığını, ne ekonomik bağımsızlığını, ne de adalete olan güvenini elde edemeyecektir.
Cumhuriyetle birlikte köyde, kasabada yaşayan halk şehir insanı statüsüne gelmişken günümüzde şehirler en ücra köylere dönüşmüş haldedir. Şehir hayatı kavramsal olarak şehirde yaşamayı ifade etmez. Şehirli olmak entelektüel birikimi olan ekonomik bağımsızlığa sahip, sanat ile yakından ilişkili birey olmaktır. İnsanca yaşayabilmektir. 2025 yılında büyükşehirlerde yaşayıp da opera afişi görmeyen, denizi olan şehirlerimizde yaşayıp da yüzme bilmeyen milyonlarca insanımız vardır. Henüz okuma yazma bilmeyen insanlarımızın varlığı, ekonomik sebeplerden kaynaklı henüz bir restoranın kapısını açamamış insanlarımızın varlığı üzüntü vermektedir. Tatili sadece evde zaman geçirmek olarak kabul etmek zorunda kalan emekçilerimiz, eğitimi sadece iyi iş bulma aracı olarak gören milyonlarımız var.
Ankara'da dayın yoksa halinin harap olduğuna inanan insanlarımızın varlığı hüzün veriyor. Televizyonda dizi veya program izlemeyi aile ile yapılan en iyi etkinlik olarak görmek zorunda olan insanlarımız, gelecek kaygısı içinde yaşayan gençlerimiz, sadece hayatta kalmayı amaç edinmiş emeklilerimiz, yoksulluk seviyesinde yaşamayı kendilerine lütuf gibi gören insanlarımız ve en önemlisi yaşam umudu tükenmiş milyonlarımız var.
Bilinçli bir şekilde uygulanan toplum dizaynı elbette bir amaca hizmet etmeli. "Kendine mahkûm bırak ki varlığın devam etsin" anlayışıyla hemen her iktidar, halkı en zor şartlarda yaşamaya mecbur kılarak kurtarıcısı rolüne kendini konumlandırarak varlığını daimi kılmak ister.
19. yüzyıl filozoflarından Hegel, içinde bulunduğumuz iktidar-halk ilişkisini kavramsal olarak "Efendi-Köle diyalektiği" biçimde anlatmıştır. Filozofa göre kölelik, ben köleyim demekle bitmez. Köle olarak kendinizi efendinize bırakmak gerekir. Efendisi onu sahiplenir özenle korur ve sever. Köle hakkında karar verme efendisine aittir, köle ancak konu hakkında öneride bulunabilir, isteyemez.
Köle iyi ve düzenli bir eğitimle itaatkâr hale getirilebilir. Efendisine sadakatle bağlanır. Maddi ve manevi olarak efendisine kendisini teslim eder. Tek amacı ona sahip olanı mutlu etmek ve her şeyiyle ona hizmet etmektir. Yaşantısını efendisine göre uygular ve gelecek emirleri iyi veya kötü isteyerek canı yansa dahi zevkle yerine getirmek zorundadır. Köle bu komutları isteyerek yapar, eğer isteksiz olursa bu ilişki asla yürümeyecektir. Kimseye zorla bir şey yaptıramayız, karşılıklı istek, saygı ve sevgi, en önemlisi de güven olduktan sonra her şey aşılır bu konuda ve pürüzsüz bir ilişki ortaya çıkar.
Bu yüzdendir ki iktidar sahipleri halkı kendilerine muhtaç konuma getirirler. Halkın yaşadığı ne kadar olumsuz durum var ise olumlu görmekten başka çaresi yoktur. Gelişmiş toplumların bizi kıskanması da efendi-köle diyalektiğinin gereğidir.
Fakat bu ilerleyiş köle, efendinin efendi olma nedeninin kendi varlığından kaynaklandığını fark ettiğinde son bulacaktır. 1950'lerden başlayan halkın zararına olan uygulamaların hepsi farkındalığı olan kölenin istenmemesidir. Kurtuluşun tek yolu ise halkın kendi kendini var edecek umudu hep içinde barındırıp kentli yaşamını, mümkün mertebe yaşama isteğinin olmasıdır.
Bir toplumda halk için her türlü engellemeler yapılabilir, fakat bir şey hariç.
Fikir üretebilmek…
İktidarlar da en çok fikirden korkarlar. O yüzden eğitim, eğitimsizlik bakanlığının elinde savruluyor veya düşünce suçu adı altında baskılar gün geçtikçe artıyor.
Kurucu iradenin de dediği gibi en büyük savaş cehalete karşı yapılan savaştır. Toplum olarak cahillikle mücadeleyi "Şam da bizim, Halep de bizim" efsanesinin önüne koyabilirsek, efendi kim, köle kim daha belirgin hale gelecektir.
- MELEK KERESTECİ: Birlik ve beraberlik üzerine / 23.12.2024
- AV. AHMET HAYDAR İLİK: Türk gençliğine verilen büyük vazife / 26.11.2024
- HAYDAR NECMEDDİN KAZANCI / Çözümsüz vaatler / 24.11.2024
- ÖMER SAY/ Vah ki yurdum evladına vah, vah ki Türk'ün devletine vah... / 23.11.2024
- MELEK KERESTECİ: Kerbela’dan çıkarılacak dersler / 24.07.2024
- MERVE ZIVALI: Yüreklerimize dokunan kahramanlar / 17.05.2024
- CEZMİ YURTSEVER: Ermeni soykırım yalanları -2- ‘Türklere yapılan soykrımı’ anlatan haritanın hikâyesidir / 24.04.2024
- CEZMİ YURTSEVER: Ermeni soykırım yalanları -1- ‘Zeytun’a Ağıt’ olayının gözyaşı hikâyesidir / 23.04.2024
- HİLMİ SALBAŞ: Neden Bağımsız Türkiye Partisi / 25.03.2024