Okumak öyle mi?
İlkokul'un ilk üç yılı dâhil uzak durduğum ders kitaplarıydı.
Babamın sertliği bile işe yaramıyordu.
Bir gün çayırda top oynarken alıp beni eve getirdi. Kitabı elime verdi. "Oku" dedi. Kitaba bakıyordum. Ama yine de okumuyordum. Okulda öğretmenler de çok baskı yapardı, arkadaşlarım da yalvarırcasına "oku" derdi. Yine de okumazdım. Allah'tan sınıf öğretmenim şefkatli biriydi. Rahmet diliyorum.
Ne zaman mı başladı?
Mahallemizin cami imamı Nuri hocayla?
Caminin küçük bir çay ocağı vardı. Dört tahta sandalye... Bir ocak? Birkaç bardak ve alüminyum demlik? Rafta dört beş kitap? Bir gün Nuri Hoca, bana bir kitap vererek, okumamı istedi. Nazik ve alçak gönüllü biriydi. O andaki tavrından içimde bir düşünce belirdi. "Vay be. Ben değerli biriymişim. Kitap okuyacak kadar değerli. Bu kitabı okumalıyım." Yanılmıyorsam Topuz isimli, Ömer Seyfettin'in kitabıydı. Okuyup cami imamına verdim. Bu sefer bir tane daha kitap okumamı istedi, derken bir tane daha?
Bundan sonra sanki benim kilidim açıldı. Artık kendim kitap almaya ve okumaya başladım.
Cami cemaatinden Abdülkadir Amca? Emekli ve rüştiye mezunu. Musikişinas. Gür sesli, camide müezzinlik yapardı. Şakacı, alçak gönüllü... Kitap okumamda bir büyük tesiri de bu vefalı amcadan gördüm. Benim kitap okumamı o kadar sevmişti ki beni takip ediyor ve "şunu okudun mu, bunu okudun mu" diyordu. Sanki karşısında koca bir adam var gibi mütalaalar yapıyordu. İleride ortaya çıkacak olan musiki çalışmamda, Abdulkadir amcanın tesiri büyük oldu.
Bir gün Cağaloğlu'ndan kitap almış eve dönüyordum. Üsküdar'dan Beykoz'a gelirken kitaplardan birini alıp okumaya başladım. Sürükleyici bir kitaptı. Beykoz'da indim. Kitap bitmemiş ben de sonucunu merak ediyordum. Hikâye kitabıydı. İnce bir kitap... Belki 100 küsur sayfalık? Kitabı bitirdim ve eve öyle gittim.
Bu arada ilkokul bitti. Babam yine Nuri Hoca'nın tavsiyesi ile İmam Hatip Lisesi'ne yatılı verdi. Burada da hemen Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısının yolunu öğrendim. Yeni bir kitap çıksa vitrinden tanıtırlardı.
Osmanlıca kitaplar dikkatimi çekerdi. Yanmış, yıpranmış veya sağlam birkaç kitap almıştım. Sonradan Osmanlıcayı öğrenince bana tarihi eser oldular.
Bize mütalaalarda dergi dağıtırlardı. Okurdum.
Okumadığım ve bir türlü barışamadığım ders kitapları idi. Bu yüzden her yıl ikmale kalır ve sonra geçerdim. Ta ki Lise 2. Sınıfta Kur'an- Kerim'den sınıfta kalana kadar. Ben tek dersten geçerim diye düşünürken meğer Kur'an-ı Kerim'den kalan sınıfta kalıyormuş. O yıl Göksu Kur'an-ı Kerim Kursunda okudum. Burada kalmam beni daha da kendimi tanımama vesile oldu. Arapça ve kıraat eğitimi, fıkıh eğitimi aldım. Sonra okula tekrar başladığımda artık derslerle de barışmıştım. Arkadaşlarım, öğretmenlerim notlarıma ders çalışmama şaşırıyorlardı.
Babam lise yıllarının ortalarına kadar genelde sadece yol parası verirdi. Az harçlık. O harçlıkları biriktirip kitap alırdım.
Liseden sonra imam-hatip olarak 1983 yılında göreve başladım. Aynı yıl İcmal Dergisi çıktı. İcmal ile birlikte daha bilinçli, usullü bir okuma çizgim oldu.
Roman, hikâye, makale, konulu yazı okuma iyice arttı.
Çocukluk yıllarında eve gelen kese kâğıtlarını açar okurdum. Belki gazetelere aşinalığım öyle başlamıştı.
İmam-hatip haliyle belli bir siyasi görüşün tesirinde olduğundan fazla çeşit kitap okuyamıyordum. Devrimin Çakıl Taşları'nı okuduğumda zaten kimi mason, kimi ateist, kimi ırkçı, derken bir türlü o eserleri okuyamıyordum. Edebiyat ve tarih alanında sonradan çok noksanlığını duyacağım eserleri zamanında okuyamadım.
Hatta Necip Fazıl'ın eserlerini de mezun olduktan sonra okuyabildim.
İcmal öyle bir mektep oldu ki, okumanın sınırlarını genişletti de genişletti. Sen yeter ki oku. Arı çiçeklere konar ama kendi bal yapar.
Bu sebeple bir kitap konusunda bile öteleri, insan fıtratına uyan engin görüşü ortaya koyan üstadımız Prof. Dr. Haydar Baş Bey daha da geç kalınmadan anlaşılmalıdır. Bugün İslam âlemi kitap konusunda maalesef hâlâ kendini aşabilmiş değildir.
Benim hediye edilen bir kitap ile dünyam değişti. Okumayı, okuyanı, okutmayı anlama temennisi ile, serüvenimim öz anlatımı böyle.
İlkokul'un ilk üç yılı dâhil uzak durduğum ders kitaplarıydı.
Babamın sertliği bile işe yaramıyordu.
Bir gün çayırda top oynarken alıp beni eve getirdi. Kitabı elime verdi. "Oku" dedi. Kitaba bakıyordum. Ama yine de okumuyordum. Okulda öğretmenler de çok baskı yapardı, arkadaşlarım da yalvarırcasına "oku" derdi. Yine de okumazdım. Allah'tan sınıf öğretmenim şefkatli biriydi. Rahmet diliyorum.
Ne zaman mı başladı?
Mahallemizin cami imamı Nuri hocayla?
Caminin küçük bir çay ocağı vardı. Dört tahta sandalye... Bir ocak? Birkaç bardak ve alüminyum demlik? Rafta dört beş kitap? Bir gün Nuri Hoca, bana bir kitap vererek, okumamı istedi. Nazik ve alçak gönüllü biriydi. O andaki tavrından içimde bir düşünce belirdi. "Vay be. Ben değerli biriymişim. Kitap okuyacak kadar değerli. Bu kitabı okumalıyım." Yanılmıyorsam Topuz isimli, Ömer Seyfettin'in kitabıydı. Okuyup cami imamına verdim. Bu sefer bir tane daha kitap okumamı istedi, derken bir tane daha?
Bundan sonra sanki benim kilidim açıldı. Artık kendim kitap almaya ve okumaya başladım.
Cami cemaatinden Abdülkadir Amca? Emekli ve rüştiye mezunu. Musikişinas. Gür sesli, camide müezzinlik yapardı. Şakacı, alçak gönüllü... Kitap okumamda bir büyük tesiri de bu vefalı amcadan gördüm. Benim kitap okumamı o kadar sevmişti ki beni takip ediyor ve "şunu okudun mu, bunu okudun mu" diyordu. Sanki karşısında koca bir adam var gibi mütalaalar yapıyordu. İleride ortaya çıkacak olan musiki çalışmamda, Abdulkadir amcanın tesiri büyük oldu.
Bir gün Cağaloğlu'ndan kitap almış eve dönüyordum. Üsküdar'dan Beykoz'a gelirken kitaplardan birini alıp okumaya başladım. Sürükleyici bir kitaptı. Beykoz'da indim. Kitap bitmemiş ben de sonucunu merak ediyordum. Hikâye kitabıydı. İnce bir kitap... Belki 100 küsur sayfalık? Kitabı bitirdim ve eve öyle gittim.
Bu arada ilkokul bitti. Babam yine Nuri Hoca'nın tavsiyesi ile İmam Hatip Lisesi'ne yatılı verdi. Burada da hemen Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısının yolunu öğrendim. Yeni bir kitap çıksa vitrinden tanıtırlardı.
Osmanlıca kitaplar dikkatimi çekerdi. Yanmış, yıpranmış veya sağlam birkaç kitap almıştım. Sonradan Osmanlıcayı öğrenince bana tarihi eser oldular.
Bize mütalaalarda dergi dağıtırlardı. Okurdum.
Okumadığım ve bir türlü barışamadığım ders kitapları idi. Bu yüzden her yıl ikmale kalır ve sonra geçerdim. Ta ki Lise 2. Sınıfta Kur'an- Kerim'den sınıfta kalana kadar. Ben tek dersten geçerim diye düşünürken meğer Kur'an-ı Kerim'den kalan sınıfta kalıyormuş. O yıl Göksu Kur'an-ı Kerim Kursunda okudum. Burada kalmam beni daha da kendimi tanımama vesile oldu. Arapça ve kıraat eğitimi, fıkıh eğitimi aldım. Sonra okula tekrar başladığımda artık derslerle de barışmıştım. Arkadaşlarım, öğretmenlerim notlarıma ders çalışmama şaşırıyorlardı.
Babam lise yıllarının ortalarına kadar genelde sadece yol parası verirdi. Az harçlık. O harçlıkları biriktirip kitap alırdım.
Liseden sonra imam-hatip olarak 1983 yılında göreve başladım. Aynı yıl İcmal Dergisi çıktı. İcmal ile birlikte daha bilinçli, usullü bir okuma çizgim oldu.
Roman, hikâye, makale, konulu yazı okuma iyice arttı.
Çocukluk yıllarında eve gelen kese kâğıtlarını açar okurdum. Belki gazetelere aşinalığım öyle başlamıştı.
İmam-hatip haliyle belli bir siyasi görüşün tesirinde olduğundan fazla çeşit kitap okuyamıyordum. Devrimin Çakıl Taşları'nı okuduğumda zaten kimi mason, kimi ateist, kimi ırkçı, derken bir türlü o eserleri okuyamıyordum. Edebiyat ve tarih alanında sonradan çok noksanlığını duyacağım eserleri zamanında okuyamadım.
Hatta Necip Fazıl'ın eserlerini de mezun olduktan sonra okuyabildim.
İcmal öyle bir mektep oldu ki, okumanın sınırlarını genişletti de genişletti. Sen yeter ki oku. Arı çiçeklere konar ama kendi bal yapar.
Bu sebeple bir kitap konusunda bile öteleri, insan fıtratına uyan engin görüşü ortaya koyan üstadımız Prof. Dr. Haydar Baş Bey daha da geç kalınmadan anlaşılmalıdır. Bugün İslam âlemi kitap konusunda maalesef hâlâ kendini aşabilmiş değildir.
Benim hediye edilen bir kitap ile dünyam değişti. Okumayı, okuyanı, okutmayı anlama temennisi ile, serüvenimim öz anlatımı böyle.
Feyyaz inanç / diğer yazıları
- İnsanı bilmek insanca davranmak / 09.06.2019
- Eski Boğaziçi'nden Türkiye'ye baktım? / 30.06.2017
- Dini, menfaate alet etmek / 29.06.2017
- Çok şükür bayrama eriştik / 24.06.2017
- Elveda yâ Şehr-i Ramazan / 23.06.2017
- Zekât kimlere verilmez? / 22.06.2017
- Kadir gecesine erişmek / 21.06.2017
- Zekât kimlere verilir? / 20.06.2017
- Zekat kimlere, nelerden verilir? / 19.06.2017
- Bir hatırlatma ve sadakanın fazileti / 18.06.2017
- Eski Boğaziçi'nden Türkiye'ye baktım? / 30.06.2017
- Dini, menfaate alet etmek / 29.06.2017
- Çok şükür bayrama eriştik / 24.06.2017
- Elveda yâ Şehr-i Ramazan / 23.06.2017
- Zekât kimlere verilmez? / 22.06.2017
- Kadir gecesine erişmek / 21.06.2017
- Zekât kimlere verilir? / 20.06.2017
- Zekat kimlere, nelerden verilir? / 19.06.2017
- Bir hatırlatma ve sadakanın fazileti / 18.06.2017