Geçenlerde İstanbul Boğazı'nın boyalı resmini gördüm. Orta kısımdan Beykoz'a doğru? Hoşuma gitti. Hatıralarımda çok şey uyandıran bu resim hakkında bir dörtlük yazdım.
"Ben bu resimde kaldım.
Ağacı, yeşili bitti
Boğazın mehtaplarında
Kürek vurdu gitti."
Resim bana Abdülhak Şinasi'nin 'Boğaziçi Mehtapları' isimli kitabını hatırlattı.
Mehtaplı gecelerdeki sandal sefaları, okunan şarkılar, çalınan sazlar, bin bir mana yüklenen yalılar ve boğazı seyreden asil aileler?
Çocukluğum eserde anlatılan musîki, insan ve çevre üçlüsü ile yaşanan medeniyeti görerek tadarak etkilenerek geçti.
Gerek Beykoz'da, gerek Kanlıca, Beylerbeyi, Yeniköy, Sarıyer, Beşiktaş, Ortaköy'de gördüğüm ahşap konaklar, cumbalı evler ve etrafı rengârenk çiçeklerle süslenmiş bahçeler. Hanımeli, güller, akasya, ıhlamur, kestane, duvarları süsleyen mor renkli sarmaşıklar?
Bahçelerin kapıları açıldığında içeriden çıkanları heyecanla seyrederdim. Belki giysileri çok süslü gösterişli değildi. Ama nine ile dedede başlayan, kız ve damatlarla devam eden, torunlarla tamamlanan bir medeni aile yapısını görürdüm. Karşılıklı saygı, özveri, değer, nezaket ile o küçücük bahçelerde oturanlar sanki bir sarayın kral kraliçe, prenses ve veliahtları. Gönül sarayların kıymetleri olmuşlar. Evler birbirine bitişik oma gürültü yok. Bağırtı yok.
İstanbul'un Eyüp semtinde büyüyen komşumuz hacı anneye şimdilik İstanbul Hanımefendisi desem yeterli olur. Baba'dan şefkat hayalleri bekleyeduralım, hacı annenin evine gideceksin öyle mi? Sanki padişah gelmiş. Aman evladım nasılsın bakayım? Yeryüzünün bütün gülüşlerini, bütün kıymetlerini bu yaramaz çocuğa gösteriyor.
Abartmıyorum. Komşuluklar olurdu. Birbirine bitişik minik evler. Çardak altında bir ve beraber oluyorlar. Çay içiyor sohbet ediyorlar. Bir bakarsın yandaki komşunun çiçeğine kendi penceresinden su döküyor. Çiçeği kurumasın. Komşu bir yere gidecek, Fatma teyze-Arif amca bizim eve göz kulak olun, denir karşıdan da tamam evladım, tamam kızım, tamam Hatice hanım cevabı alınırdı. Küçük çocukların dadıları komşu teyzelerdi. Bahçelerde yetişen meyveler karşılıklı ikram edilirdi. Evlerin önünde Belediyenin çöp bidonları yoktu. Ama yerde, kapıda bir tek çöp göremezsiniz?
Yok şartlarda, hastalık, vefat, yoksulluk, çaresizliklerde kol kanat olan, dert ortakları komşulardı. Dedikodu, gıybet, haset gibi kötü ahlaka bulaşanlar yok muydu? Elbette vardı. Ama bu asil insanlar, hakkaniyetleri, hoş görüşlü olmaları ile gönül dergâhları idiler. Hastalıklar, noksanlıklar, dertler engin asaletin karşısında etkisini gösteremiyordu. Devlet de insanı ile güçlü idi.
Yoklukta bir devlet nasıl kuruldu. Atatürk'ün önderliğinde, karış karış Anadolu insan medeniyetinin gücü ile.
Boğaz, yıllarca sit alanı ile biraz korunabildi.
Gelinen nokta. Hep kendine yontan siyaset, ve hep kendine yontan siyasete inananlar eliyle, sahil ilçeler tarihi, kültürel, sosyal yapılarını koruyamıyor.
Minik bir Boğaziçi benzetmesi aslında Müslüman Türk'ün kimliğidir.
Bu kimliğe uygun olarak mimarimiz olmalıydı. Bu kimliğe uygun olarak, dostluğumuz, birliğimiz, komşuluğumuz, teknolojimiz, maddi ve manevi kalkınmamız olmalı.
O günlerde doğudan, güneyden, Akdeniz'den, Karadeniz'den, İç Anadolu'dan, göç eden aileler bu sahillerde komşu oldular.
Şu bu, şucu bucu yoktu.
Beykoz'un sahilinde eski tarihi ilkokulun önünde dizilen çocuklar hep birlikte yüzerlerdi. Evden getirdikleri domates ve ekmekleri paylaşırlardı.
Bu ülkenin nimetleri bizi kat kat doyurur.
Kavgalar, bölünme ve ayrılılar gavurun işine gelir.
15 yılda kaç tane İslam ülkesi lime lime edildi.
Biz çöl ülkesi değiliz. Bin bir çeşit ovalarımız var. Kendimize gelelim. Ülkesine, şu veya bu sebeple düşman gözü ile bakan, İngiliz, Yunan, Fransız, Arap zehrini yemiş demektir.
Biz, milliyetçi, dindar, barışsever? Kimliğimiz ile Türkoğlu Türküz.
Birbirimizin çiçeğine su dökelim. Gâvurların zehrini dökmeyelim.
Çiçekler kurudu mu, ne mehtap kalır, ne çiçek ve de huzur.
"Ben bu resimde kaldım.
Ağacı, yeşili bitti
Boğazın mehtaplarında
Kürek vurdu gitti."
Resim bana Abdülhak Şinasi'nin 'Boğaziçi Mehtapları' isimli kitabını hatırlattı.
Mehtaplı gecelerdeki sandal sefaları, okunan şarkılar, çalınan sazlar, bin bir mana yüklenen yalılar ve boğazı seyreden asil aileler?
Çocukluğum eserde anlatılan musîki, insan ve çevre üçlüsü ile yaşanan medeniyeti görerek tadarak etkilenerek geçti.
Gerek Beykoz'da, gerek Kanlıca, Beylerbeyi, Yeniköy, Sarıyer, Beşiktaş, Ortaköy'de gördüğüm ahşap konaklar, cumbalı evler ve etrafı rengârenk çiçeklerle süslenmiş bahçeler. Hanımeli, güller, akasya, ıhlamur, kestane, duvarları süsleyen mor renkli sarmaşıklar?
Bahçelerin kapıları açıldığında içeriden çıkanları heyecanla seyrederdim. Belki giysileri çok süslü gösterişli değildi. Ama nine ile dedede başlayan, kız ve damatlarla devam eden, torunlarla tamamlanan bir medeni aile yapısını görürdüm. Karşılıklı saygı, özveri, değer, nezaket ile o küçücük bahçelerde oturanlar sanki bir sarayın kral kraliçe, prenses ve veliahtları. Gönül sarayların kıymetleri olmuşlar. Evler birbirine bitişik oma gürültü yok. Bağırtı yok.
İstanbul'un Eyüp semtinde büyüyen komşumuz hacı anneye şimdilik İstanbul Hanımefendisi desem yeterli olur. Baba'dan şefkat hayalleri bekleyeduralım, hacı annenin evine gideceksin öyle mi? Sanki padişah gelmiş. Aman evladım nasılsın bakayım? Yeryüzünün bütün gülüşlerini, bütün kıymetlerini bu yaramaz çocuğa gösteriyor.
Abartmıyorum. Komşuluklar olurdu. Birbirine bitişik minik evler. Çardak altında bir ve beraber oluyorlar. Çay içiyor sohbet ediyorlar. Bir bakarsın yandaki komşunun çiçeğine kendi penceresinden su döküyor. Çiçeği kurumasın. Komşu bir yere gidecek, Fatma teyze-Arif amca bizim eve göz kulak olun, denir karşıdan da tamam evladım, tamam kızım, tamam Hatice hanım cevabı alınırdı. Küçük çocukların dadıları komşu teyzelerdi. Bahçelerde yetişen meyveler karşılıklı ikram edilirdi. Evlerin önünde Belediyenin çöp bidonları yoktu. Ama yerde, kapıda bir tek çöp göremezsiniz?
Yok şartlarda, hastalık, vefat, yoksulluk, çaresizliklerde kol kanat olan, dert ortakları komşulardı. Dedikodu, gıybet, haset gibi kötü ahlaka bulaşanlar yok muydu? Elbette vardı. Ama bu asil insanlar, hakkaniyetleri, hoş görüşlü olmaları ile gönül dergâhları idiler. Hastalıklar, noksanlıklar, dertler engin asaletin karşısında etkisini gösteremiyordu. Devlet de insanı ile güçlü idi.
Yoklukta bir devlet nasıl kuruldu. Atatürk'ün önderliğinde, karış karış Anadolu insan medeniyetinin gücü ile.
Boğaz, yıllarca sit alanı ile biraz korunabildi.
Gelinen nokta. Hep kendine yontan siyaset, ve hep kendine yontan siyasete inananlar eliyle, sahil ilçeler tarihi, kültürel, sosyal yapılarını koruyamıyor.
Minik bir Boğaziçi benzetmesi aslında Müslüman Türk'ün kimliğidir.
Bu kimliğe uygun olarak mimarimiz olmalıydı. Bu kimliğe uygun olarak, dostluğumuz, birliğimiz, komşuluğumuz, teknolojimiz, maddi ve manevi kalkınmamız olmalı.
O günlerde doğudan, güneyden, Akdeniz'den, Karadeniz'den, İç Anadolu'dan, göç eden aileler bu sahillerde komşu oldular.
Şu bu, şucu bucu yoktu.
Beykoz'un sahilinde eski tarihi ilkokulun önünde dizilen çocuklar hep birlikte yüzerlerdi. Evden getirdikleri domates ve ekmekleri paylaşırlardı.
Bu ülkenin nimetleri bizi kat kat doyurur.
Kavgalar, bölünme ve ayrılılar gavurun işine gelir.
15 yılda kaç tane İslam ülkesi lime lime edildi.
Biz çöl ülkesi değiliz. Bin bir çeşit ovalarımız var. Kendimize gelelim. Ülkesine, şu veya bu sebeple düşman gözü ile bakan, İngiliz, Yunan, Fransız, Arap zehrini yemiş demektir.
Biz, milliyetçi, dindar, barışsever? Kimliğimiz ile Türkoğlu Türküz.
Birbirimizin çiçeğine su dökelim. Gâvurların zehrini dökmeyelim.
Çiçekler kurudu mu, ne mehtap kalır, ne çiçek ve de huzur.
Feyyaz inanç / diğer yazıları
- İnsanı bilmek insanca davranmak / 09.06.2019
- Eski Boğaziçi'nden Türkiye'ye baktım? / 30.06.2017
- Dini, menfaate alet etmek / 29.06.2017
- Çok şükür bayrama eriştik / 24.06.2017
- Elveda yâ Şehr-i Ramazan / 23.06.2017
- Zekât kimlere verilmez? / 22.06.2017
- Kadir gecesine erişmek / 21.06.2017
- Zekât kimlere verilir? / 20.06.2017
- Zekat kimlere, nelerden verilir? / 19.06.2017
- Bir hatırlatma ve sadakanın fazileti / 18.06.2017
- Eski Boğaziçi'nden Türkiye'ye baktım? / 30.06.2017
- Dini, menfaate alet etmek / 29.06.2017
- Çok şükür bayrama eriştik / 24.06.2017
- Elveda yâ Şehr-i Ramazan / 23.06.2017
- Zekât kimlere verilmez? / 22.06.2017
- Kadir gecesine erişmek / 21.06.2017
- Zekât kimlere verilir? / 20.06.2017
- Zekat kimlere, nelerden verilir? / 19.06.2017
- Bir hatırlatma ve sadakanın fazileti / 18.06.2017