Bir edebiyat öğretmeni ne okumayı sever? Her türlü kitabı okumayı sever, diye düşündüyseniz yanıldınız, her türlüsünü okumak zorundadır evet ancak onların da okurken zevk aldığı ya da zorla tamamladığı kitaplar vardır. Öyleyse edebiyat öğretmenleri bile böyleyse çocuğunuzun veya sizin bir kitabı bitiremediğiniz veya hoşlanmadığınız için hayıflanmanız gayet normal. Bu konunun detayını sonraya bırakalım, gelelim asıl yazmak istediğime.
Okurken iğrenme noktasına geldiğim, içimin karardığı, hafakanların bastığı birkaç kitaptan söz etmek istiyorum, ancak amacım sizi kitaptan soğutmak değil, bazı şeyleri birlikte sorgulayabilmek.
Bir kadın var, romantik, hayalci bir kadın. Bir doktorla evli, ancak aklı ve gözü dışarıda, başka erkeklerde ve lüks bir yaşamda. Kitabı okuduğumuzda; yok artık, böyle bir kadın olabilir mi; eşini neredeyse her gördüğü erkekle aldatabilir mi, bir insan bu kadar nankör olabilir mi, göz göre göre lüks için bu kadar borca girer mi, namus, vicdan nerede, diye bir sürü soru geliveriyor aklımıza.
Eser yazıldığı dönemde -19. yy. da - yazar G. Flaubert'e de aynı şeyi söylemişler, hatta yazarı çok ciddi eleştirmişler, din adamları yazara ciddi tepkiler göstermiş. Flaubert: "Elimde bir ayna var ve aynayı topluma tutuyor, gördüklerimi olduğu gibi yazıyorum." diye cevap vermiş. Böylece realizm (gerçekçilik) akımının da kurucusu olmuş. Bunu öğrenince 'Eyvah, bu daha büyük bir facia!' diye düşünmeden edemiyoruz. Okurken tahammül edemediğimiz şeyler meğer 19. yy. Fransa'sının ta kendisiymiş. Benzer bir eser Rusya'da ve ardından Türkiye'de yazılıyor. Yani tüm dünya ahlaken çöküntüde! Bu durumda insan sorgulamadan edemiyor:
Yazar ya gördüklerini yazmalı ya da gördüklerini unutturacak şeyleri, öyle mi? Yazılanlar okundukça yaygınlaştığına göre bunları hiç mi yazmamalı? Öyleyse yazar ne yazmalı?
Aradan yıllar geçiyor, teknoloji baş döndürücü bir hızla gelişiyor, ahlaki çöküntü de onu o hızla takip ediyor. Realizm akımı da bilimle birlikte gelişiyor, natüralizm, parnasizm gibi türleri ortaya çıkıyor.
Gelelim bir diğer kitaba. Küfür, içki ve sevgili muhabbetlerinin bolca yer aldığı yerli (!) bir roman. Yazarı en başta hikâyeyi paylaşan kişiye teşekkür etmiş, gerçeğin ta kendisi yani. Bunu bilerek okumak insana daha acı veriyor. Sorularımın ardı arkası kesilmiyor:
Bir yazar neden güzel, örnek alınacak bir üslup kullanmak yerine bolca küfür kullanır?
Alkol kullanımın sonunda yaşanan olumsuzluklara kitapta bile yer veriliyorken neden kahramanlar alkol tüketimine roman boyunca devam eder?
Bir sevgiliden bıkıp ötekine geçmek, aldatmak insanları bu kadar mutsuz ediyorken neden kitaplarda bu kadar çok yer alır?
Sahi bu kitapların işlevi nedir?
Toplum gerçekten bu halde mi?
'Aman Allah'ım!!' demek bizi mesuliyetten kurtarır mı?
Bu kitaplar bu çarpık durumu yaygınlaştırır mı?
Neden iyi örnekler 'trend' olmaz?
İnsanlar neden küfürlü konuşur?
Küfürlü konuşan insana küfredilince neden kızar?
Yazarlar güzel şeyler yazsa okuyanlar bu güzellikleri yaşasa ve iyilik, güzellik, erdem yaygınlaşsa olmaz mı?
İçinde çirkinliklerin olduğu bir eser nasıl edebi bir eser olur?
Bir sohbetinde Prof. Dr. Haydar Baş Bey, Batı yaptığı filmlerle içindeki çirkinlikleri sergiliyor, demişti. Artık filmler, kitaplar içlerden dışarı taşan ve dünyayı kaplayan çirkinlikleri işliyor.
Peki, bize ne yapmak düşüyor?
- Ev okulu/okul gerekli mi? / 29.09.2020
- Okullar açılmadan, ziller çalmadan… / 28.08.2020
- Kendimize uygun mesleği seçmek / 30.07.2020
- Meslek seçiminin ilk adımı / 29.07.2020
- YKS gençliği ne alemde? / 21.07.2020
- Hayatın anlamını yakalamak / 19.07.2020
- LGS sonrası ebeveyn tutumları / 09.07.2020
- YKS öncesi / 26.06.2020
- Üstat ve eğitim-II / 25.06.2020