Son zamanlarda en çok sorulan soruların başında geliyor; "bize ne oldu, ne oluyoruz, hangi yana gidiyoruz, bu gidiş nereye, şu zam yağmurları ne zaman duracak, tünelin ucunda bir ışık gören var mı?"
O hal ne haldir bu hal ne haldir?
Meşhur bir Kerkük türküsünün nakarat kısmını oluşturan "Canım ne haldir, güzel ne haldir?" dizesini çağrıştıran bu cümle şimdilerde yediden-yetmişe herkesin dilinde.
Bu Kerkük türküsünü şahsen Abdurahman Kızılay'ın sesinden dinlemenizi tavsiye ederim, bu günlerde iyi gelir.
Gerçekten, 'bu hal ne haldir?' sorusunun doğru cevabı mutlaka verilmelidir.
Beş bin yıllık devlet geleneği olan koskoca bir milleti çok kısa bir zaman diliminde bu kadar yoksullaştırmak, bu kadar yolsuzluklarla anılır hale getirmek nasıl mümkün olmuştur?
Nasıl oldu da, yirmi sene içinde parası pul olmuş, bin bir sıkıntıdan ötürü her günü yıl olmuş ve gözyaşları sel olmuş bir millet haline geldik ve nasıl bu hale getirildik?
Gerçekten o hal ne haldir bu hal ne haldir?
Bugüne kadar iktidar tarafından çok sayıda yapılan ve yapılmakta olan millet bahçelerinin nasıl kullanılacağı hakkında mufassal bilgiler verilirken; "gideceksiniz, çoluk-çocuk yatıp yuvarlanacaksınız" deniliyordu, şimdilerde sanki koskoca ülke topyekun millet bahçesi oldu ve artık topyekun millet olarak sabah-akşam yatıp yuvarlanıyoruz.
Hatta yatmadan yuvarlanıyoruz ve her an tepetaklak vaziyetindeyiz.
Yıllardan beridir sanki normal bir hal yaşıyormuşuz gibi, ekonomik nedenlerden ötürü olağanüstü hal ilan edilebilirmiş.
Zaten olağanüstü halin fevkinde, fevkalade bir hal içinde değil miyiz?
Yıllardan beridir iktidar partisini fasılasız ve sorgusuz alkışlayan hacı abiler, hacı ablalar dahi fevkalade şaşkınlıklar yaşıyorsa, market raflarında her gün değişen fiyatları incelerken birbirlerine; "bu hal ne haldir?" sorusunu sıkça soruyorlarsa, benzin istasyonlarına her giriş ve çıkışlarda bir 'lahavle' çekiyorlarsa, zaten yaşanan bu hal normal bir hal olmaktan çıkmış demektir.
İlan etmeye gerek yok, olağanüstü halin tam ortasındayız ve iliklerimize kadar bizzat yaşıyoruz.
Paramızın pula çevrildiği şu günlerden geriye doğru bakıp da merhum Haydar Hoca'yı rahmet ve minnetle yad etmemek mümkün mü?
Şimdi daha iyi anlıyoruz, günlük bir avuç ilaç içecek kadar hastalıkların pençesinde kıvranırken aralıksız koşmalarını, koşturmalarını.
Şimdilerde kulaklarımızda daha fazla çınlıyor canhıraş feryadları, milleti gafletten uyandırmak için bir baba şefkati ile bağırıp-çağırmaları.
Neredeyse her konuşmasında; "tarım sektörü stratejik bir sektördür, ihmale gelmez, mutlaka desteklenmeli ve üretim teşvik edilmelidir" tarzındaki ikazları, şimdilerde üç katına, beş katına çıkan hububat ürünleri elimizi yaktıkça Haydar Hoca'yı daha iyi anlıyoruz, amma neden sonra?
Son nefesine kadar yaklaşan tehlikelere karşı milleti ikaz eden Haydar Baş'a nice rahmetler ve aynı bayrağı devralıp vatan sathında dalgalandıran Hüseyin Baş'a da nice başarılar diliyoruz.
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025