İstanbul'un taşında, toprağında, rüzgarında bir hikaye saklıdır. Sucuk ekmek satan bir seyyar arabadan yükselen duman, tavuk pilavın buğusu, balık ekmeğin Boğaz'da süzülen kokusu… Bu şehir, lezzetleriyle de insanı büyüler. Midye dolma, kokoreç, döner, kestane… Bunların cazibesine kapılıp giderken, sormadan edemiyorum: İyi de ne kadar sağlıklı? İstanbul'da temiz gıdaya ulaşmak, fazlasıyla zorlaşmış olabilir mi?
Bir sabah, Eminönü'nde balık ekmek kuyruğunda dururken düşünmüştüm bunu. Ekmek arası uskumru verdi, Norveç uskumrusu... Eskiden lüferdi bu, derdi babam. "Lüfer, Boğaz'ın efendisiydi" diye anlatırdı, gözleri parlayarak. Şimdi o efendi gitmiş, yerine uskumrunun en yorgun, en şoklu, en acı hali gelmiş. Peki, soru şu; Boğaz'ın üzerindeki teknede ta Norveç'ten balık getirip satmak kimin fikriydi? Kim bozdu bu geleneği? Maalesef fırsatçılar devreye girmiş; kalite düşmüş, nostalji vitrine konmuş. Balık ekmeğin o eski ruhu, marketlerden şoklu ürünlerle gölgelenmiş.
Sucuk ekmek de farklı değil. Laleli'de, öğrencilerin aktığı bir sokakta, ızgaradan yükselen sucuk kokusu beni de çeker. Ama durup düşünüyorum: Bu gerçekten sucuk mu? Mavi-kırmızı market raflarında "pek doğal" ambalajlarla satılan o et parçaları ne kadar et, ne eti, ne kadar katkı maddesi? Tostlara kalın kalın doğranan "kaşar" dedikleri peynirlerin, besin değeri düşük, işlenmiş gıda olduğu artık sır değil. Bu sahtelik, İstanbul'un ruhuna yakışmıyor.
Şehir fısıldıyor: "Dikkat et." Tavuk pilavdaki tavuğun hikâyesi nerede başlıyor? O pilav hangi yağla pişiyor? Sandviçteki salam hangi ellerden geçti, neyle yapıldı? -Doğru, yalan bilmiyorum- Geçenlerde bir haber çarpmıştı gözüme: Antep fıstığı, toksik bir madde yüzünden Avrupa'ya ihraç edilemeyince iç piyasaya dönmüş, "Dubai çikolatasının patlamasının sebebi de bu olabilirmiş. "Avrupa'nın yemediğini içerde bize çikolataya sarıp yedirdiler, üstüne de kâr ettiler" hayali bile mide bulandırıyor. Can sıkıyor. Bu oyunu bu millete kim oynuyor? Bizi zehirleyenlerin karşısında kim duracak? Açıklamayı kim yapacak?
Temiz gıda, bu şehirde, bu ülkede artık çok zor. Tarım ve Orman Bakanlığı'nın ekipleri, Sağlık Bakanlığı'nın ekipleri, vatandaşın lehine daha çok çalışmalı. Denetimler sıkılaşmalı, sokaklardaki ve marketlerdeki bu sorun sona ermeli. Yediğimiz her lokmada bir şüphe var. Sucuk ekmek yerken, balık ekmekle Boğaz'a bakarken ya da bir parça çikolata yerken acaba zehirleniyor muyum diye sormak istemiyorum. Bu şehir, bu insanlar, bu tatlar bunu hak etmiyor.
Belki bir gün, balık ekmek yeniden lüferle yapılır. Sucuk damak çatlatır. Tosttaki peynir, çocukluğumdaki gibi lezzetlenir... O gün, İstanbul'un sokaklarına huzur da gelir... O güne kadar, her lokmamda aynı soruyu soracağım: Bu şehir, bizi besliyor mu, yoksa yavaşça tüketiyor mu?..
Bir sabah, Eminönü'nde balık ekmek kuyruğunda dururken düşünmüştüm bunu. Ekmek arası uskumru verdi, Norveç uskumrusu... Eskiden lüferdi bu, derdi babam. "Lüfer, Boğaz'ın efendisiydi" diye anlatırdı, gözleri parlayarak. Şimdi o efendi gitmiş, yerine uskumrunun en yorgun, en şoklu, en acı hali gelmiş. Peki, soru şu; Boğaz'ın üzerindeki teknede ta Norveç'ten balık getirip satmak kimin fikriydi? Kim bozdu bu geleneği? Maalesef fırsatçılar devreye girmiş; kalite düşmüş, nostalji vitrine konmuş. Balık ekmeğin o eski ruhu, marketlerden şoklu ürünlerle gölgelenmiş.
Sucuk ekmek de farklı değil. Laleli'de, öğrencilerin aktığı bir sokakta, ızgaradan yükselen sucuk kokusu beni de çeker. Ama durup düşünüyorum: Bu gerçekten sucuk mu? Mavi-kırmızı market raflarında "pek doğal" ambalajlarla satılan o et parçaları ne kadar et, ne eti, ne kadar katkı maddesi? Tostlara kalın kalın doğranan "kaşar" dedikleri peynirlerin, besin değeri düşük, işlenmiş gıda olduğu artık sır değil. Bu sahtelik, İstanbul'un ruhuna yakışmıyor.
Şehir fısıldıyor: "Dikkat et." Tavuk pilavdaki tavuğun hikâyesi nerede başlıyor? O pilav hangi yağla pişiyor? Sandviçteki salam hangi ellerden geçti, neyle yapıldı? -Doğru, yalan bilmiyorum- Geçenlerde bir haber çarpmıştı gözüme: Antep fıstığı, toksik bir madde yüzünden Avrupa'ya ihraç edilemeyince iç piyasaya dönmüş, "Dubai çikolatasının patlamasının sebebi de bu olabilirmiş. "Avrupa'nın yemediğini içerde bize çikolataya sarıp yedirdiler, üstüne de kâr ettiler" hayali bile mide bulandırıyor. Can sıkıyor. Bu oyunu bu millete kim oynuyor? Bizi zehirleyenlerin karşısında kim duracak? Açıklamayı kim yapacak?
Temiz gıda, bu şehirde, bu ülkede artık çok zor. Tarım ve Orman Bakanlığı'nın ekipleri, Sağlık Bakanlığı'nın ekipleri, vatandaşın lehine daha çok çalışmalı. Denetimler sıkılaşmalı, sokaklardaki ve marketlerdeki bu sorun sona ermeli. Yediğimiz her lokmada bir şüphe var. Sucuk ekmek yerken, balık ekmekle Boğaz'a bakarken ya da bir parça çikolata yerken acaba zehirleniyor muyum diye sormak istemiyorum. Bu şehir, bu insanlar, bu tatlar bunu hak etmiyor.
Belki bir gün, balık ekmek yeniden lüferle yapılır. Sucuk damak çatlatır. Tosttaki peynir, çocukluğumdaki gibi lezzetlenir... O gün, İstanbul'un sokaklarına huzur da gelir... O güne kadar, her lokmamda aynı soruyu soracağım: Bu şehir, bizi besliyor mu, yoksa yavaşça tüketiyor mu?..
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Fatih Haydar GÜNER / diğer yazıları
- Lüfer nerede Lüfer? / 09.03.2025
- “Deeplomasi” & Diplomasi / 03.03.2025
- Yemekteyiz: Trump’tan Putin’e yemek masası analizi / 02.03.2025
- Adı gönüllere yazılan isim: Mustafa Kemal Atatürk / 28.02.2025
- Annelik mi, kariyer mi? Sistemden başka suçlu yok! / 27.02.2025
- Fort Knox’un durumu ve doların geleceği / 24.02.2025
- Ekonomik bağımsızlık ve ‘milli para’ üzerine / 22.02.2025
- “Deeplomasi” & Diplomasi / 03.03.2025
- Yemekteyiz: Trump’tan Putin’e yemek masası analizi / 02.03.2025
- Adı gönüllere yazılan isim: Mustafa Kemal Atatürk / 28.02.2025
- Annelik mi, kariyer mi? Sistemden başka suçlu yok! / 27.02.2025
- Fort Knox’un durumu ve doların geleceği / 24.02.2025
- Ekonomik bağımsızlık ve ‘milli para’ üzerine / 22.02.2025