1 Ocak 2006 itibariyle İngiltere'den AB dönem başkanlığı görevini devralan Avusturya, koltuğa oturur oturmaz Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili önemli sayılabilecek açıklamalar yaptı. Hem Avusturya Başbakanı Schüssel, hem de Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik, Avusturya'nın dönem başkanlığı döneminde Türkiye ile asıl müzakerelere başlanmayacağı yönünde ifadeler kullandılar. Bu da şu anlama gelir; 2006'nın ilk altı ayında Türkiye müzakerelere başlamayacak. Avusturya dönem başkanlığı koltuğunu 30 Haziran 2006'da devredecek. Bu tarihe kadar Avusturya, Türkiye'nin "asıl müzakerelere" başlamasını pekâlâ engelleme potansiyeline sahip. Türkiye, birkaç aydır devam eden tarama sürecinin ardından 2006'nın ilk aylarında müzakerelere başlamayı umarken, Avusturya takozunu hesaba katmış mıdır bilinmez ancak Avusturya'nın birilerinin iddia ettiği gibi "duygusal değil, profesyonelce" davranacağını düşünmek de safdillik olur. Zaten dönem başkanlığını devralır almaz yapılan açıklamalar, Türkiye - AB ilişkilerinde soğuk ve gergin geçecek bir altı ayı haber verir nitelikte.Wolfgang Schüssel, International Herald Tribune gazetesinde yayınlanan söyleşide AB'nin genişlemesi konusunu değerlendirirken Türkiye'nin hiç bir zaman AB üyesi olmayabileceği mesajını gayet net bir şekilde ifade etti. Ağırlığı etki alanı olan Balkanlara kaydıracağını ifade eden Schüssel, Romanya, Bulgaristan, Hırvatistan ve çok kısa bir süre önce aday ilan edilen Makedonya'nın üyeliklerinin çabuk gerçekleşmesi için çaba göstereceğini, Romanya ve Bulgaristan'ın 2007 veya 2008 yılına kadar, Hırvatistan ve Makedonya'nın ise, hemen sonra üye olabileceklerini söyledi. 3 Ekim öncesinde de Avusturya Hırvatistan üzerinde önemle durmuş ve hatta Türkiye noktasında sembolik de olsa yumuşamasının karşılığını Hırvatistan üzerinden AB'ye geri adım attırmak suretiyle almıştı. Şimdi dönem başkanı ve bunun nimetlerini sonuna kadar kullanarak Türkiye'yi birliğin kıyısında bekletmek ve daha fazla sömürülmesini temin etmek için çaba harcayacak. Aynı şekilde 3 Ekim sonrasında Abdullah Gül'e duyduğu yakınlığını ve çektirdikleri fotoğrafı masasından hiç indirmediğini belirten Avusturya'nın uzun, inatçı ve sarışın Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik de, Türk hükümetinin beklentilerinin aksine asıl müzakerelerin Şubat veya Mart'ta başlamayabileceğini belirtiyor. 3 Ekim'de zoraki olarak yaptığı "hedef tam üyeliktir" açıklamasının aksine Plassnik, Türkiye'nin müzakereler için heveslenmemesi gerektiğini ifade ediyor. Avusturya cephesinden gelen bu açıklamalar sonrasında İngiliz basını ilginç yorumlarda bulunuyor. Dönem başkanlığının Avusturya'ya geçmesini, "Viyanalılar, Türklerin Batı'ya yeni akınını püskürtmeye hazırlanıyor" şeklinde yorumlayan İngiliz basını 1683 Viyana kuşatmasını hatırlatıyor ve "300 yıldan uzun bir süre önce Osmanlı ordusunu Viyana kapılarından geri çeviren Avusturya, şimdi de 24 müttefiki adına, Avrupa Birliği'ne girmeye çalışan Türkiye'yle masaya oturacak" diyor.Aslında burada iki olay arasında ciddi farklar bulunuyor. Öncelikle 1683 Viyana Kuşatması'nda Türkleri durduran zihniyetin birinci önceliği kendi mevcudiyetinin devamı idi. O gün Türkler durdurulamasaydı ve Viyana kapılarından girseydi, onlar gibi önüne çıkan herkesi kılıçtan geçirip, taş üstünde taş, omuz üstünde baş koyma gibi bir yola tevessül etmeyecekti. Ancak onlar da Osmanlı'nın hakimiyeti altına girecek ve Türkün dünya nizamında mütevazi yerlerini alacaklardı. Bu, onlar için hazmedilemeyecek ve aradan asırlar geçmesine rağmen asla unutamayacakları acı bir geçmiş olarak kalacaktı. O gün Türkleri durdurarak bu acı geçmişi engellemiş ve kendi mevcudiyetlerini devam ettirmiş oldular. Fakat bugünkü durum çok farklı. Bugün Türkleri durduran Viyana, kendi mevcudiyetlerinden ziyade, Türkiye'nin mevcudiyetinin devam etmesi yönünde farkında olmadan önemli bir rol oynuyor. Şayet gerçekten Türkiye'nin AB üyeliğini engelleme noktasında samimi iseler, Türkiye için büyük bir hizmet icra edecekler. Çünkü Türkiye o birliğe girdiği zaman bağımsızlığını ve üniter devlet yapısını altın tepsi içinde AB'ye takdim edecek ve AB'nin sıradan, ikinci sınıf bir eyaleti haline gelecek. İşte bu yüzden 1683'teki Viyana engellemesiyle, bugünkü Viyana engellemesi arasında dağlar kadar fark var. Belki o gün için atalarımız bu engellemeye çok üzülmüşlerdi ancak bugünkü engellemeye -eğer ciddiyseler- sevinmemiz gerekiyor?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012