31 Mayıs’ta İsrail’in Mavi Marmara’da yaptığı katliam ikinci yılını doldurmuş oldu.
Tam 2 yıl önce 9 vatandaşımız uluslar arası sularda acımasızca katledilmişti.
Bu hadisede uluslar arası ilişkilerde pasifliğin had safhasını ortaya koyan siyasilerimiz, İsrail’in özür dilemesini, kurbanların yakınlarına tazminat ödemesini ve Gazze ablukasını kaldırmasını istedi.
“Bunlar gerçekleşti mi gerçekleşmedi mi” konusundan ziyade önemli olan “bu talepler yapılan bu katliamın karşılığı mıydı” konusuna eğilmek lazım.
Katliamın yaşandığı dönemlerde de ifade ettiğimiz gibi, Türk vatandaşlarına uluslar arası sularda yapılan bu katliam, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tehdit eder niteliktedir.
İsrail’in özür dilemesi, ölenlerin yakınlarına tazminat ödemesi ya da Gazze ablukasını kaldırması asla bu meydan okumayı telafi etmez.
Türkiye’nin bu olaydan hemen sonra yapması gereken İsrail ile yapılan anlaşmaları rafa kaldırması, İsrail’in diplomatlarını geriye göndermesi, Türk donanmasını İsrail’e yakın sulara göndermesi, İsrail’i korumaya yönelik olan hiçbir uluslar arası projede yer alamaması idi. Ama öyle olmadı. Bırakın bunları yapmayı, özür istedi, 2 yıldır alamadı, tazminat istedi alamadı, Gazze ablukasının kalkmasını istedi o da gerçekleşmedi.
Daha da ötesi, bu kriz gibi görünen dönemde Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri daha da güçlendi. Malatya Kürecik’e füze kalkanının beyni radar sistemi yerleştirilerek İsrail’in hamiliğine soyunuldu.
Hatta İsrail basınında çıkan habere bakılırsa, Başbakan Erdoğan, ilişkileri yeniden canlandırmak üzere İsrail Başbakanı Netanyahu’ya özel temsilci dahi gönderdi. Habere herhangi bir yalanlama da şu ana kadar gelmedi.
İsrail iki askeri kaçırıldı bahanesiyle sivil Müslümanlara yapmadığı katliam kalmamıştı ama bizim 9 insanımız uluslar arası sularda göz göre göre, naklen yayında katlediliyor ve Türkiye’nin siyasi iktidarı bunun için elle tutulur gözle görülür bir yaptırım uygulamıyor.
Biz de İsrail gibi katliam yapalım demiyorum, gerekeni yapalım diyorum.
Bize hiçbir zararı olmadığı halde Suriye’ye yaptıklarımıza bir bakın, bir de şu İsrail konusundaki pasifliğimize bir bakın. İşte bu pasifliğin neticesinde daha da cesaretlenen İsrail Türkiye’nin hükümranlık sahasında bulunan coğrafyalar hakkında da talepkar olmaya başladı.
Kıbrıs’ta yaşanan gelişmeleri biliyorsunuz.
İsrail önce Güney Rum kesimiyle münhasır alan anlaşması imzaladı ardından yine Rum kesimi ve de Yunanistan ile askeri anlaşmalar imzaladı, bugün de Ada’da terminal inşaatı bahanesiyle 50 bin İsrailli’yi buraya yerleştirmeye çalışıyor. Yani küçük bir İsrail oluşturuyor.
Gönderdikleri savaş uçaklarıyla da KKTC hava sahasını işgal ederek bu sahiplenmeyi pekiştiriyor.
İşte bu ve benzeri sahiplenmelerin hepsi, siyasilerimizin sıfır sorun politikası adı altında uyguladıkları pasif siyasetin neticesidir.
Bu arada, İstanbul’da bir ağır ceza mahkemesinde kabul edilen iddianamede İsrail Genelkurmay Başkanı’nın da bulunduğu 4 üst düzey asker hakkında 9’ar kez ağırlaştırılmış müebbet istendi.
Ama siyasi irade İsrail konusunda yapması gerekeni yapmadığı müddetçe bu tür iddianameler hiçbir işe yaramayacaktır.
İlk yapması gereken de mimarı İsrail’in olduğu Büyük Ortadoğu Projesi’nde işgalcilerin safında yer almaktan derhal vazgeçmek ve yeniden milli bir kimlikle beraber terk ettiği tarihi misyonuna geri dönmektir.
Tam 2 yıl önce 9 vatandaşımız uluslar arası sularda acımasızca katledilmişti.
Bu hadisede uluslar arası ilişkilerde pasifliğin had safhasını ortaya koyan siyasilerimiz, İsrail’in özür dilemesini, kurbanların yakınlarına tazminat ödemesini ve Gazze ablukasını kaldırmasını istedi.
“Bunlar gerçekleşti mi gerçekleşmedi mi” konusundan ziyade önemli olan “bu talepler yapılan bu katliamın karşılığı mıydı” konusuna eğilmek lazım.
Katliamın yaşandığı dönemlerde de ifade ettiğimiz gibi, Türk vatandaşlarına uluslar arası sularda yapılan bu katliam, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tehdit eder niteliktedir.
İsrail’in özür dilemesi, ölenlerin yakınlarına tazminat ödemesi ya da Gazze ablukasını kaldırması asla bu meydan okumayı telafi etmez.
Türkiye’nin bu olaydan hemen sonra yapması gereken İsrail ile yapılan anlaşmaları rafa kaldırması, İsrail’in diplomatlarını geriye göndermesi, Türk donanmasını İsrail’e yakın sulara göndermesi, İsrail’i korumaya yönelik olan hiçbir uluslar arası projede yer alamaması idi. Ama öyle olmadı. Bırakın bunları yapmayı, özür istedi, 2 yıldır alamadı, tazminat istedi alamadı, Gazze ablukasının kalkmasını istedi o da gerçekleşmedi.
Daha da ötesi, bu kriz gibi görünen dönemde Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri daha da güçlendi. Malatya Kürecik’e füze kalkanının beyni radar sistemi yerleştirilerek İsrail’in hamiliğine soyunuldu.
Hatta İsrail basınında çıkan habere bakılırsa, Başbakan Erdoğan, ilişkileri yeniden canlandırmak üzere İsrail Başbakanı Netanyahu’ya özel temsilci dahi gönderdi. Habere herhangi bir yalanlama da şu ana kadar gelmedi.
İsrail iki askeri kaçırıldı bahanesiyle sivil Müslümanlara yapmadığı katliam kalmamıştı ama bizim 9 insanımız uluslar arası sularda göz göre göre, naklen yayında katlediliyor ve Türkiye’nin siyasi iktidarı bunun için elle tutulur gözle görülür bir yaptırım uygulamıyor.
Biz de İsrail gibi katliam yapalım demiyorum, gerekeni yapalım diyorum.
Bize hiçbir zararı olmadığı halde Suriye’ye yaptıklarımıza bir bakın, bir de şu İsrail konusundaki pasifliğimize bir bakın. İşte bu pasifliğin neticesinde daha da cesaretlenen İsrail Türkiye’nin hükümranlık sahasında bulunan coğrafyalar hakkında da talepkar olmaya başladı.
Kıbrıs’ta yaşanan gelişmeleri biliyorsunuz.
İsrail önce Güney Rum kesimiyle münhasır alan anlaşması imzaladı ardından yine Rum kesimi ve de Yunanistan ile askeri anlaşmalar imzaladı, bugün de Ada’da terminal inşaatı bahanesiyle 50 bin İsrailli’yi buraya yerleştirmeye çalışıyor. Yani küçük bir İsrail oluşturuyor.
Gönderdikleri savaş uçaklarıyla da KKTC hava sahasını işgal ederek bu sahiplenmeyi pekiştiriyor.
İşte bu ve benzeri sahiplenmelerin hepsi, siyasilerimizin sıfır sorun politikası adı altında uyguladıkları pasif siyasetin neticesidir.
Bu arada, İstanbul’da bir ağır ceza mahkemesinde kabul edilen iddianamede İsrail Genelkurmay Başkanı’nın da bulunduğu 4 üst düzey asker hakkında 9’ar kez ağırlaştırılmış müebbet istendi.
Ama siyasi irade İsrail konusunda yapması gerekeni yapmadığı müddetçe bu tür iddianameler hiçbir işe yaramayacaktır.
İlk yapması gereken de mimarı İsrail’in olduğu Büyük Ortadoğu Projesi’nde işgalcilerin safında yer almaktan derhal vazgeçmek ve yeniden milli bir kimlikle beraber terk ettiği tarihi misyonuna geri dönmektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- 23 Nisan neden çocuklara armağan edildi? / 23.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025