Nasrettin Hocamız ne güzel söylemiş "Parayı veren düdüğü çalar." Adeta bu çağın özetini yapmış. Parayı kim elinde tutuyorsa neredeyse bütün güç onda.
Bütün özgürlükler onların elinde. Paraya hükmeden dünyaya hükmediyor. Dünyada da onun borazanı çalınıyor. Bu kesim nüfus olarak ve sayı olarak o kadar da çok değiller, ama çok etkinler. Dünya nüfusunun yüzde biri kadar olan bu güç odakları, dünyanın her yerine her türlü operasyonu yapabiliyorlar.
Dünya kapitalinin neredeyse tamamını elinde bulunduran ve bankerlerden oluşan bu yüzde birlik stratejik yapı, tüm dünyayı önüne katmış sürüyor veya karşısına almış savaşıyor. Devletler üstü olan bu stratejik üst akıl bütün dünyayı bir örümcek ağı gibi sarmış durumda.
21. yüzyıla kadar paraya hükmeden bu güçlere Kapitalist diyorduk. Ancak bu yüzyılda Kapitalizmin yapmak istediğinin çok daha ötesinde istenen yeni bir dünya düzeni var, bu düzenin yeni bir felsefesi ve ideolojisi var.
İdeolojik ve adeta dini bir kavrama dönüşen ve Kapitalizmden sonra ki bir ileri basamak olan bu anlayışın adı "Küreselleşme".
Küreselci kitle dünya insanlığına geleneksel anlayışlardan çok farklı olarak yeni bir insan ve insanlık kurgulamaya çalışıyor. Kısaca dünya insanlığına yeni bir ayar vermek istiyorlar. Çok geniş bakıyorlar, tüm insanlığa yönelik iblisçe projeler geliştiriyorlar. 20. yüzyıla kadar gelen bütün anlayışları, inançları, kurumları, kavramları dönüştüren, değiştiren, melezleştiren bir dünya inşa ediliyor. Alışılmış olana aykırı olarak yeniden kurgulanmış bir sosyal hayat dayatılıyor.
Farkında olalım veya olmayalım yetişmekte olan nesiller açısından baktığımızda bu genel tercihlere aykırı olarak yetişen gençler geleneksel olanı küçümsüyor ve değersiz görüyor. Karşı yönelimler cazip hale getirilerek reklam yapılıyor ve değerli gösteriliyor. Sapkınlıklar popüler bir çerçeveye oturtularak pazarlanıyor. Bu yönelimler insanlığı Sodon-Gomore den de aşağı bir derekeye sürüklüyor, bu durum İnsanlığın geneli açısından çok tehlikeli, çünkü nesiller bozuluyor, nesiller çürütülüyor.
Burada küreselciler çok önemli bir strateji izliyor, şöyle ki bu oluşturulmak istenilen kurgulanan düzende aile yapısına, insan fıtratına, devlet anlayışlarına, vatan sevgisine ve daha pek çok geleneksel ve yerel anlayışlara en önemlisi de Müslümanlara dolayısıyla İslam'a saldırı var. İnsanlar bütün aidiyetlerinden koparılarak tek merkezden kontrol edilmek isteniyor. Bu kafa diyor ki aidiyeti sağlayan bağlar koparılırsa dijitalle, sosyal medya ile insanların beynini ruhunu ele geçiririm istediğim gibi oynarım.
Küreselcilerin; bu sapkınlıkları normlaştırma, normalleştirme çabalarına karşı bir direnç oluşturulması karşı hamle yapılması kaçınılmazdır. Tabi burada yerel olanın, millî olanın, belli bir kültüre özgü olanın daha çok sahiplenilmesi gerekiyor. Bu gün modern bir dille, iletişim sektörünün sunduğu imkânlarla küresel ölçekte kabul görecek şekilde o standartlara kavuşturularak yerel olanı, milli olanı, insanlığın kadim birikimine uygun olanı cazip bir hale getirerek sunulması gerekiyor. Mesela Türk milleti olarak biz milli ve manevi dinamiklerimizi bu yollarla harekâta geçirebilirsek, gençlerimizi bu potaya sokabilirsek, sosyal ve ekonomik olarak en ileri düzeyde ki imkânlarla yaşatabilirsek küreselcilerin zehrini bertaraf etmemiz mümkündür. Yoksa nesilleri kaybediyoruz.
Milli bir kimlik, milli bir eğitim, milli bir ekonomi politikası üretilmesi zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Yoksa nesillerimiz teslim alınıyor, kaybediyoruz. Bu durum bütün insanlık için büyük bir tehlike. Milli ya da ulus kimlikler üzerindeki tahkimata ilişkin kamusal otoritelerin burada sorumluluk alması gerekiyor. Milli bir kimlik politikası üretilmesi zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Bu süreçte aslında sizi tanımlayanın neler olduğu, farkındalığınızı öne çıkararak, koruyup kollayarak, bu küreselcilerin sapkın salgınına karşı yerli ve milli olan değerler aşısıyla karşı koyabilir, milletimizi dirençli kılabiliriz.
Yoksa insanlık, insanlıktan çıkıyor.
Dünya birbirine benzemeye başladı, standartlaşan kimliklerin ortaya çıktığı, görünür olduğu, hâkim olduğu bir çağın içindeyiz.
Mesela Batıya ait olan din, kültür anlayışlarının daha çok popüler edilerek gündeme taşındığını görüyoruz. Hollywood sinema sektörü vesilesiyle dünyadaki bütün bir insanlık tek tip müzik, tek tip dil, tek tip kıyafet, tek tip yiyecek ve içeceklerin öne çıkarılıp bunların tüketilmesine yönelik ve belli bir yaşam tarzına öyle veya böyle açık bir şekil de davet ediliyorlar.
Özellikle gençler bu davetten daha çok etkileniyorlar. Mesela Japon gençler batılılara benzemek için estetik ameliyat yaptırıyorlar.
Çünkü batı tarzı görüntüler karşı cinse daha şık, daha cazip geliyor.
Tek tipleştiren, homojenleştiren, standartlaştıran yeni bir biçim ortaya çıkıyor.
İnsanlar arasındaki bu tek tipleşme veya melezleşen kültür insanlığı çok farklı, sapkın boyutlara taşımaya başlıyor.
İnsanın da kendi içinde tek tipleşmesi amaçlanıyor.
Cinsiyette, dinde, ırkta birtakım melez unsurlarla batı tipi bir standart ortaya konuyor.
Küresel ölçekte de batı tipi bazı markaların, belli imgelerin, belli değerlerin dünya çapında genel kabul görür hale getirilerek, insanların adeta çılgınca bu markalara bağımlı kılındığını görüyoruz.
Bu öğütücü, dönüştürücü küreselci salgına dur diyecek politikaları oluşturmadığımız zaman senin olan değerler tartışma konusu yapılıyor. Mesela Kahve Türk kahvesi midir, yoksa Yunan mı veya baklava Türk'e mi ait yoksa Yunan'a mı gibi.
Üst akıllara üstün akıl olmadıklarını gösterecek cins kafalara ihtiyacımız var.
Yok mu? Çoook. Ancak Görene…
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ergül Güner / diğer yazıları
- Volkan Konak / 08.04.2025
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025