Atina Olimpiyatlarının arefesinde, Türkiye'de çok garip şeyler oldu. Türkiye'ye defalarca dopingsiz olarak altın madalya kazandıran milli atletimiz Süreyya Ayhan sakatlığı sebebiyle olimpiyatlardan çekildi. Sonra bir anda doping iddiaları ortaya çıktı, bakanlık soruşturma başlattı ve medya kesinlik kazanmadan doping sebebiyle diskalifiye olduğu söylentilerini bütün dünyaya ilan etti.
Hatırlarsanız Dünya kupasında Milli Takım teknik direktörü Şenol Güneş ve futbolcularımız hakkında da ilgili medya, daha karşılaşmalar bitmeden, en çok moral ve motivasyona ihtiyaç duyulduğu sıralarda futbolcularımız ve Şenol Güneş hakkında suçlamalar ve tartışmalar yapmıştı. İçimizdeki ve dışımızdaki her türlü engele rağmen milli takımımız başarıdan başarıya koşmuş ve Türkiye dünya üçüncüsü oluvermişti.
Bu ülkede gerçekten garip şeyler oluyor. Adamın biri çıkar, bir terörist ordu kurar, 30 binin üzerinde Türk insanını hunharca katleder, onu Türkiye'nin en görkemli yerinde padişah gibi ağırlarız, hiçbir Türk vatandaşının sahip olmadığı imkanlarla ona bakarız, hatta şahsına hastane açar, beş adet doktor da tahsis ederiz.
Diğer taraftan da yıllarca Türkiye için mücadele eden ve dopingsiz bir şekilde atletizmde defalarca altın madalya kazandıran milli atletimize bir anda damgayı vururuz. Üstelik bütün kamuoyuna ilan ederek, hem de kesinleşmeden.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.
Diyelim ki -zannetmiyorum ama- doğru olsun. Ülkemize defalarca altın madalya kazandıran milli atletimize bu şekilde mi muamele edilmeliydi? Devletin Bakanı soruşturma açar, medya da bunu bütün aleme yayar. Üstelik kesinleşmeden.
Bu kadar mı kendimize yabancıyız, milli değerlerimize düşmanız.
Kendi kendimizi bütün dünyaya şikayet etmek, hem hükümetimizi hem de medyamızı bir kez daha sınıfta bıraktı. Böyle bir davranışı hiçbir dünya ülkesinde göremezsiniz.
Böyle bir olay ABD'de, İngiltere'de veya başka bir ülkede yaşanmış olsaydı, olay kesinleşene kadar beklerler, eğer kesinleşirse de hemen kamufle ederler ve milli atletlerini yarışmadan sakatlığı sebebiyle dışarıda tuttuklarını dünya kamuoyuna ilan ederlerdi. Böylece kendi iç meselelerini dışarıya ilan etmeden çözmeye çalışırlardı.
Bu olay şunu gösterdi ki, hala hükümetimiz ve medyamız milli olmayı ve milli düşünmeyi öğrenememiş.
Bir ders olması bakımından "aidiyet" duygusunu ve milli olmayı öğreten şu iki misali aktarmayı kendime borç biliyorum.
Atatürk, yabancı elçilerle yemek yerken, servis yapan bir Türk garson elçinin üzerine yemek döker. Atatürk garsona kızar ve garson gittikten sonra elçiye dönerek " Bu millete her şeyi öğrettim, ama uşak olmayı öğretemedim" der.
Ne büyük incelik.
Prof. Dr. Haydar Baş Bey İngiltere Cambridge Üniversitesi'ne öğrencilere konferans vermek için gittiğinde yanında bulunan Türk tercümana "Evladım, bende aidiyet duygusu vardır. Bir lider dilini, parasını ve kültürünü dışarıya ihraç edendir. Bu sebeple ben Türkçe konuşacağım, sen İngilizce'ye çeviri yapma. Eğer bizden istifade etmek istiyorlarsa Türkçe bilen, kendilerinden bir tercüman bulsunlar" der ve zaten Haydar Bey'in fikirlerinden istifade etmek için İngiltere'ye çağıran yetkililer, bir tercüman bulmak zorunda kalırlar.
Aidiyet duygusuna sahip bu iki örnek liderden alınacak çok ders var.
Milli meselelerimiz aile içindeki sırlar gibidir. Onlar mahremdir.
Atalarımız ne güzel ifade etmişler :
"Kol kırılır, yen
içinde kalır."
Hatırlarsanız Dünya kupasında Milli Takım teknik direktörü Şenol Güneş ve futbolcularımız hakkında da ilgili medya, daha karşılaşmalar bitmeden, en çok moral ve motivasyona ihtiyaç duyulduğu sıralarda futbolcularımız ve Şenol Güneş hakkında suçlamalar ve tartışmalar yapmıştı. İçimizdeki ve dışımızdaki her türlü engele rağmen milli takımımız başarıdan başarıya koşmuş ve Türkiye dünya üçüncüsü oluvermişti.
Bu ülkede gerçekten garip şeyler oluyor. Adamın biri çıkar, bir terörist ordu kurar, 30 binin üzerinde Türk insanını hunharca katleder, onu Türkiye'nin en görkemli yerinde padişah gibi ağırlarız, hiçbir Türk vatandaşının sahip olmadığı imkanlarla ona bakarız, hatta şahsına hastane açar, beş adet doktor da tahsis ederiz.
Diğer taraftan da yıllarca Türkiye için mücadele eden ve dopingsiz bir şekilde atletizmde defalarca altın madalya kazandıran milli atletimize bir anda damgayı vururuz. Üstelik bütün kamuoyuna ilan ederek, hem de kesinleşmeden.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.
Diyelim ki -zannetmiyorum ama- doğru olsun. Ülkemize defalarca altın madalya kazandıran milli atletimize bu şekilde mi muamele edilmeliydi? Devletin Bakanı soruşturma açar, medya da bunu bütün aleme yayar. Üstelik kesinleşmeden.
Bu kadar mı kendimize yabancıyız, milli değerlerimize düşmanız.
Kendi kendimizi bütün dünyaya şikayet etmek, hem hükümetimizi hem de medyamızı bir kez daha sınıfta bıraktı. Böyle bir davranışı hiçbir dünya ülkesinde göremezsiniz.
Böyle bir olay ABD'de, İngiltere'de veya başka bir ülkede yaşanmış olsaydı, olay kesinleşene kadar beklerler, eğer kesinleşirse de hemen kamufle ederler ve milli atletlerini yarışmadan sakatlığı sebebiyle dışarıda tuttuklarını dünya kamuoyuna ilan ederlerdi. Böylece kendi iç meselelerini dışarıya ilan etmeden çözmeye çalışırlardı.
Bu olay şunu gösterdi ki, hala hükümetimiz ve medyamız milli olmayı ve milli düşünmeyi öğrenememiş.
Bir ders olması bakımından "aidiyet" duygusunu ve milli olmayı öğreten şu iki misali aktarmayı kendime borç biliyorum.
Atatürk, yabancı elçilerle yemek yerken, servis yapan bir Türk garson elçinin üzerine yemek döker. Atatürk garsona kızar ve garson gittikten sonra elçiye dönerek " Bu millete her şeyi öğrettim, ama uşak olmayı öğretemedim" der.
Ne büyük incelik.
Prof. Dr. Haydar Baş Bey İngiltere Cambridge Üniversitesi'ne öğrencilere konferans vermek için gittiğinde yanında bulunan Türk tercümana "Evladım, bende aidiyet duygusu vardır. Bir lider dilini, parasını ve kültürünü dışarıya ihraç edendir. Bu sebeple ben Türkçe konuşacağım, sen İngilizce'ye çeviri yapma. Eğer bizden istifade etmek istiyorlarsa Türkçe bilen, kendilerinden bir tercüman bulsunlar" der ve zaten Haydar Bey'in fikirlerinden istifade etmek için İngiltere'ye çağıran yetkililer, bir tercüman bulmak zorunda kalırlar.
Aidiyet duygusuna sahip bu iki örnek liderden alınacak çok ders var.
Milli meselelerimiz aile içindeki sırlar gibidir. Onlar mahremdir.
Atalarımız ne güzel ifade etmişler :
"Kol kırılır, yen
içinde kalır."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025
- Hakaret ve küfür, siyasetin dili olamaz / 26.03.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025
- Hakaret ve küfür, siyasetin dili olamaz / 26.03.2025