Adı İç Güvenlik Paketi'ne çıkmış bir yasa tasarısı TBMM gündeminde. Tasarının adı: "Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı".Kolluk güçlerince uygulanan şiddet, gözaltı ve tutuklamalardaki yoğunluk ile yargılama sürecindeki adaletsizliklerin dumanı tüterken, tüm bunların üstüne tüy diken İç Güvenlik Paketi'nin hükümet tarafından Meclis'e sevki, devlet terörünün yasamadaki izdüşümüdür. Devlet zorbalığına yasa biçilirken, bireyleri potansiyel suçlu kabul edilen toplum da mahkûm elbisesine sokulmaktadır.Siyasi iktidar, kolluk güçlerince keyfi ve hukuksuz biçimde yürütülen devlet şiddetini yasalaştırma kalkışması içindedir. Yasalaştırma girişimi hukukun katliamına dönüşürken, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olan anayasa ve insan hakları hukuku da hiçe gitmekte soykırıma uğramaktadır.Yargıya ait güç ve yetki, polis şeflerine ve kaymakam, vali gibi mülki âmirlere verilmektedir. Hâkim ve savcıların görev ve yetkisindeki işler, Yürütme organının emrindeki zevata havale edilmekle, çoktandır anayasa satırları arasında sıkışıp kalmış olan "güçler ayrılığı" ilkesi de ayaklar altına alınmıştır.Polisin yetkileri genişletilirken haklar daraltılıyor. Kolluk güçleri gözaltına alabilecek, 24 saat olan gözaltı süresini 48 saate çıkarabilecek. Arama mı, meydan alabildiğine onların.Bu zihniyete göre; Herkes, devlet için bir potansiyel tehlikedir ve polis devleti de bunun içindir. Zorba devletin şarkısı buysa, siyasal iktidarın heves ve arzusunu, "Bir tel kopar âhenk ebediyyen kesilir" diyen Yahya Kemal gibi şairane değil de hasmane tavırla boşa çıkarabiliriz. Neden hasmane diyoruz? Çünkü devlet kendi halkına karşı düşmanca tavır takınarak düşman ceza hukuku uygulama çabası içindedir; toplum ve bireyler adeta potansiyel suçludur.Yargıyı da ele geçirmiş olan siyasal iktidar, çoğunluğu yetmediği için anayasayı değiştiremediyse de, hukuka aykırı yasal düzenlemelerle ve haksız eylemleriyle anayasadaki ilkeleri yok saymış, fiili bir durumu dayatmaya kalkışmıştır.Bununla mücadele yolu şeklen Yargı'dan geçer. Şeklen olmasının nedeni de hukuka güvenin sarsılmış olmasıdır. Bu hükümet istediği kararları mahkemelerden alma güç ve cambazlığına sahiptir. Kazara istemediği bir karar çıkmışsa, onu da yerine getirmeyeceğini avaz avaz ilân etmekte, hukuka meydan okuyarak zorba olduğunu ortalığa döküp saçmaktadır.Hukukta son durak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'dir. Sonuç almak yılları gerektirebilir. Var mı bunun başka yolu? Var: Toplumsal muhalefet, sivil itaatsizlik ve neticeten direnme hakkı. Direnme hakkının demokratik bir hak olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından kabul görmüştür.Daha etkin bir yol var, o da siyasal eylem!"Ba de harab-ül Basra" ya da haklarımız yerle bir olmadan, 7 Haziran'da bu siyasi eylemi gerçekleştirelim.Yol ayrımındayız; ya polis devletinden diktatörlüğe geçişe evet diyeceğiz, ya da dikta heveslilerine dur diyerek, hukukun önünü açacağız! Oyumuza sahip çıkalım.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023