Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerine göre 2004 yılı iç borç stokumuz, 1998 yılına kıyasla 4.5 kat, 2002 yılına kıyasla ise 1.8 kat arttı.
AKP iktidarının göreve başladığı 2002 yılından bu yana yüzde 84'lük bir iç borç stoku artışı söz konusu. Oldukça düşündürücü bir oran.
Gerek iç borçlarımızın gerekse toplam borcumuzun artmasının birçok sebebi mevcuttur. Bunlardan başlıcaları şunlardır:
* Hükümetimizin, borcumuzu ödememize yardımcı olacak kamu şirketlerini değerlendirememesi ve de işletemiyoruz mantığıyla cömertçe yerli ve yabancı sermaye gruplarına peşkeş çekmesi.
* Madenlerimizin değerlendirilemeyerek yabancılara peşkeş çekilmesi.
* Tarımda önemli atılımlar atılması gerekirken, AB ve IMF talepleri doğrultusunda tahditlerle, ucuz ithal ürünlerle ve desteklerin azlığıyla tarım kesiminin bitirilmesi.
* İhracata ağırlık verileceğine, önünün açılacağına, tam tersi ithalata ağırlık verilmesi. İthalatta yerli üretici korunmadığından dolayı da yerli üreticinin zor durumda kalması.
* Böylece her sene artan dış ticaret açığından kaynaklanan cari açıktaki artış.
* Hükümetin borçla borç ödeme politikaları. (Borçlar yüksek faizle alındığından bize maliyeti yüksek. Hükümetin ekonomik politikalarıyla asla azalmayacak bir borçlanma sistemi. Zaten Ali Babacan "Bu borç asla bitmez" diyor)
* Gerek faizlerin yüksek olması gerekse Türkiye üzerindeki siyasi baskıları arttırmak gayesiyle ülkemize giren spekülatif amaçlı sıcak paranın her yıl borca milyarlarca dolar eklemesi. (ATO'nun hazırladığı raporda geçen yıl bono, tahvil gibi spekülatif amaçlı piyasada 23.6 milyar dolar para 7 milyar dolar daha borcumuzu arttırmıştır. Buna rağmen, bu iyi bir şeymiş gibi ekonominin iyiye gittiği izlenimi verilmesi oldukça mantıksız, Borçla, para politikalarıyla zarar ederek ekonomiyi döndürmenin neresi iyi?)
* Hükümetin bu izlenimden yola çıkarak ve de kolayca para bulmanın verdiği rehavetle borcun büyümesine aldırış etmemesi.
* Hükümetin özel bankaların ve kuruluşların dışarıdan aldığı sendikasyon kredilerine kefil olması. (Batık bankalardan dolayı en az 40 milyar dolarlık bir borç daha eklenmiş oldu. Hala batıranlardan bu para tahsil edilemiyor. Bu devletin bu kefil olmasının devam etmesi konusunda IMF baskı yapıyor)
* Yatırımlar ve mekanizmanın işlemesi için gerekli paranın Merkez Bankası kullanılarak temin edilmesi gerekirken, yüksek faizli dövizle bu açığı kapatma politikaları.
* Merkez Bankasının emisyonu genişletmek yerine borçlanmayı teşvik edici tutumları. Enflasyonu kontrol ediyor görüntüsüyle dövizi düşük, faizi yüksek tutarak sıcak para hareketlerini teşviki.
* Kendi paramızı devreye koymayıp bize maliyeti daha fazla olan yabancı paraları devreye koymamızın üretim maliyetlerini yukarı çekmesi, vatandaştaki para darlığı sebebiyle tüketimin yetersizliği ve buna maliyetlerdeki diğer artışlar da ilave olduğunda her geçen gün üretimin daralması. (Üretim daralınca toplanan vergiler de belli sınırları geçememektedir. Vergi oranlarını arttırmak ise üreticiyi ve tüketiciyi tamamen bitirmektedir)
* Toplanan vergilerin, kat kat artan borcun faizini bile karşılayamayacak noktaya gelmesi ve ülkenin kalkınması için gerekli gelirlerin tamamına yakınının faize gitmesi.
* Daralan piyasa sebebiyle yeni belirlenen bütçenin bile hedef aşamasında açık vermesi. (Unakıtan'ın açıkladığı bütçede 29 katrilyon açık vardı, bu nasıl finanse edilecek? İşleyen çarkın dönmesi için bile borca ihtiyacın var, ekonominin neresi iyi?)
* Faize giden paranın büyük kısmı da ucuz olarak dövize çevrilerek yurtdışına kaçması.
Bütün bu ekonomik paradox içinde hükümet kıvranmaktadır.
Üretimimiz, tüketimimiz, kaynaklarımız bittikçe bitecektir, Cari açık arttıkça artacaktır.
İşte bütün bu gerçekler iç ve dış borçlarımızı sürekli arttırmaktadır.
Görünen o ki, IMF ile 3 yıl daha stand-by imzalayan AKP hükümetinin ekonomik politikalarında herhangi değişme olmayacaktır. Çünkü bu noktaya gelişimiz IMF talimatları sebebiyledir..
Dolayısıyla mevcut borcumuz katlanarak artmaya devam edecektir.
Burada şaşılacak olan, hiçbir tutulacak yanı bulunmayan, tamamen büyüyen bir borçla döndürülmeye çalışılan ekonominin iyiye gittiği söylemleridir.
Reel hayatın içinde bunun böyle olmadığını milletimiz, işçisiyle, çiftçisiyle, memuruyla, emeklisiyle, esnafıyla gayet iyi bilmektedir. Hükümetimiz ise sadece kendini kandırmaktadır.
Çözüm de var, çözecek insan da, uygulayacak millet de.
Dün en zor şartlarda sıhhatli politikalarla Mustafa Kemal Atatürk Osmanlıdan kalan borçları kapatmış ve ülkeyi artıya geçirmiştir.
Geçmişe nazaran nüfus, işgücü, eğitim ve teknoloji olarak çok daha avantajlıyız. Tek eksiğimiz, başında bağımsız düşünen ve milleti adına varolan Atatürk gibi bir lidere sahip iktidarımızın olmaması.
Bu noktada siyasilerimiz içerisinde IMF, AB ve ABD'ci olmayan, aziz Türk milletinin emeğini ve öz kaynaklarını devreye koyarak milli bir politika geliştiren proje sahibi, çözüm sahibi tek lider Prof. Dr. Haydar Baş Bey'dir.
İç ve dış siyaset, toplumsal yapı, milli bir duruş iktisadi bağımsızlıktan geçer.
Başkalarına el avuç açan bir iktidar, bu aziz milleti ancak köle ve dilenci yapar.
Milli projeler üreterek, kendi öz kaynaklarını devreye koyan bir iktidar ise bu milleti hakkettiği yere getirir.
AKP iktidarının göreve başladığı 2002 yılından bu yana yüzde 84'lük bir iç borç stoku artışı söz konusu. Oldukça düşündürücü bir oran.
Gerek iç borçlarımızın gerekse toplam borcumuzun artmasının birçok sebebi mevcuttur. Bunlardan başlıcaları şunlardır:
* Hükümetimizin, borcumuzu ödememize yardımcı olacak kamu şirketlerini değerlendirememesi ve de işletemiyoruz mantığıyla cömertçe yerli ve yabancı sermaye gruplarına peşkeş çekmesi.
* Madenlerimizin değerlendirilemeyerek yabancılara peşkeş çekilmesi.
* Tarımda önemli atılımlar atılması gerekirken, AB ve IMF talepleri doğrultusunda tahditlerle, ucuz ithal ürünlerle ve desteklerin azlığıyla tarım kesiminin bitirilmesi.
* İhracata ağırlık verileceğine, önünün açılacağına, tam tersi ithalata ağırlık verilmesi. İthalatta yerli üretici korunmadığından dolayı da yerli üreticinin zor durumda kalması.
* Böylece her sene artan dış ticaret açığından kaynaklanan cari açıktaki artış.
* Hükümetin borçla borç ödeme politikaları. (Borçlar yüksek faizle alındığından bize maliyeti yüksek. Hükümetin ekonomik politikalarıyla asla azalmayacak bir borçlanma sistemi. Zaten Ali Babacan "Bu borç asla bitmez" diyor)
* Gerek faizlerin yüksek olması gerekse Türkiye üzerindeki siyasi baskıları arttırmak gayesiyle ülkemize giren spekülatif amaçlı sıcak paranın her yıl borca milyarlarca dolar eklemesi. (ATO'nun hazırladığı raporda geçen yıl bono, tahvil gibi spekülatif amaçlı piyasada 23.6 milyar dolar para 7 milyar dolar daha borcumuzu arttırmıştır. Buna rağmen, bu iyi bir şeymiş gibi ekonominin iyiye gittiği izlenimi verilmesi oldukça mantıksız, Borçla, para politikalarıyla zarar ederek ekonomiyi döndürmenin neresi iyi?)
* Hükümetin bu izlenimden yola çıkarak ve de kolayca para bulmanın verdiği rehavetle borcun büyümesine aldırış etmemesi.
* Hükümetin özel bankaların ve kuruluşların dışarıdan aldığı sendikasyon kredilerine kefil olması. (Batık bankalardan dolayı en az 40 milyar dolarlık bir borç daha eklenmiş oldu. Hala batıranlardan bu para tahsil edilemiyor. Bu devletin bu kefil olmasının devam etmesi konusunda IMF baskı yapıyor)
* Yatırımlar ve mekanizmanın işlemesi için gerekli paranın Merkez Bankası kullanılarak temin edilmesi gerekirken, yüksek faizli dövizle bu açığı kapatma politikaları.
* Merkez Bankasının emisyonu genişletmek yerine borçlanmayı teşvik edici tutumları. Enflasyonu kontrol ediyor görüntüsüyle dövizi düşük, faizi yüksek tutarak sıcak para hareketlerini teşviki.
* Kendi paramızı devreye koymayıp bize maliyeti daha fazla olan yabancı paraları devreye koymamızın üretim maliyetlerini yukarı çekmesi, vatandaştaki para darlığı sebebiyle tüketimin yetersizliği ve buna maliyetlerdeki diğer artışlar da ilave olduğunda her geçen gün üretimin daralması. (Üretim daralınca toplanan vergiler de belli sınırları geçememektedir. Vergi oranlarını arttırmak ise üreticiyi ve tüketiciyi tamamen bitirmektedir)
* Toplanan vergilerin, kat kat artan borcun faizini bile karşılayamayacak noktaya gelmesi ve ülkenin kalkınması için gerekli gelirlerin tamamına yakınının faize gitmesi.
* Daralan piyasa sebebiyle yeni belirlenen bütçenin bile hedef aşamasında açık vermesi. (Unakıtan'ın açıkladığı bütçede 29 katrilyon açık vardı, bu nasıl finanse edilecek? İşleyen çarkın dönmesi için bile borca ihtiyacın var, ekonominin neresi iyi?)
* Faize giden paranın büyük kısmı da ucuz olarak dövize çevrilerek yurtdışına kaçması.
Bütün bu ekonomik paradox içinde hükümet kıvranmaktadır.
Üretimimiz, tüketimimiz, kaynaklarımız bittikçe bitecektir, Cari açık arttıkça artacaktır.
İşte bütün bu gerçekler iç ve dış borçlarımızı sürekli arttırmaktadır.
Görünen o ki, IMF ile 3 yıl daha stand-by imzalayan AKP hükümetinin ekonomik politikalarında herhangi değişme olmayacaktır. Çünkü bu noktaya gelişimiz IMF talimatları sebebiyledir..
Dolayısıyla mevcut borcumuz katlanarak artmaya devam edecektir.
Burada şaşılacak olan, hiçbir tutulacak yanı bulunmayan, tamamen büyüyen bir borçla döndürülmeye çalışılan ekonominin iyiye gittiği söylemleridir.
Reel hayatın içinde bunun böyle olmadığını milletimiz, işçisiyle, çiftçisiyle, memuruyla, emeklisiyle, esnafıyla gayet iyi bilmektedir. Hükümetimiz ise sadece kendini kandırmaktadır.
Çözüm de var, çözecek insan da, uygulayacak millet de.
Dün en zor şartlarda sıhhatli politikalarla Mustafa Kemal Atatürk Osmanlıdan kalan borçları kapatmış ve ülkeyi artıya geçirmiştir.
Geçmişe nazaran nüfus, işgücü, eğitim ve teknoloji olarak çok daha avantajlıyız. Tek eksiğimiz, başında bağımsız düşünen ve milleti adına varolan Atatürk gibi bir lidere sahip iktidarımızın olmaması.
Bu noktada siyasilerimiz içerisinde IMF, AB ve ABD'ci olmayan, aziz Türk milletinin emeğini ve öz kaynaklarını devreye koyarak milli bir politika geliştiren proje sahibi, çözüm sahibi tek lider Prof. Dr. Haydar Baş Bey'dir.
İç ve dış siyaset, toplumsal yapı, milli bir duruş iktisadi bağımsızlıktan geçer.
Başkalarına el avuç açan bir iktidar, bu aziz milleti ancak köle ve dilenci yapar.
Milli projeler üreterek, kendi öz kaynaklarını devreye koyan bir iktidar ise bu milleti hakkettiği yere getirir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025
- Hakaret ve küfür, siyasetin dili olamaz / 26.03.2025
- İmamoğlu’nun tutuklanması ve demokrasi sınavı / 25.03.2025
- ‘Onlar Kur'an'ın müşahhas halidir’ / 22.03.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025
- Hakaret ve küfür, siyasetin dili olamaz / 26.03.2025
- İmamoğlu’nun tutuklanması ve demokrasi sınavı / 25.03.2025
- ‘Onlar Kur'an'ın müşahhas halidir’ / 22.03.2025