Selçuk Erenerol, pazar günü Karaköy'de bulunan Bağımsız Türk Ortodoks Patrikanesi'nde düzenlenecek cenaze töreninin ardından toprağa verilecek.
Elbette istisnası var... Ama genele baktığımız da huzuru hiç hak etmediğimiz gerçeğini kabul etmek zorundayız. Düne gerek yok. Bu asrın insanı, huzuru hak etmiyor. Hangi dünyanın, hangi kültürün, hangi uygarlığın insanı olursa olsun... Hiç kimse huzuru hak etmiyor.
Hangi meslekten olursa olsun; siyasetçisi, hukukçusu, ekonomisti, edebiyatçısı, tarihçisi, doktoru, mimarı, mühendisi, sosyoloğu, psikoloğu, eğitimcisi... Hiç kimse huzuru hak etmiyor.
Aileden mahalleye, köyden kente, devletten kıtalara hiç kimse huzuru hak etmiyor. Anneler, babalar, çocuklar, kardeşler, sevgililer, arkadaşlar, meslektaşlar... Hiç kimse huzuru hak etmiyor.
Bu pazar sabahı bu karamsarlık da nerden çıktı? Aklınıza hemen böyle bir sual gelebilir. Ama, dilerseniz önce suali kendi kendimize soralım. Evet: "ben huzuru hak ediyor muyum?"
Evet, hiç kimse, sağına soluna, önüne-arkasına, yakınına-uzağına bakmadan ısrarla ve sadece kendisine sorsun; "Ben huzuru hak ediyor muyum?" Kendimizi bu sualin hedefinden kaçırmazsak o zaman herkes için bu suali sormak bir mana ifade edebilir. Mesela, şimdi soralım, bugünün Amerikalısı, Avrupalısı, Asyalısı, Afrikalısı, huzuru hak ediyor mu?
Daha kötüsü, bütün bu insanlar, bırakın huzuru hak etmeyi; acaba gerçekten huzuru istiyor mu? Evet bu insanlar, bu milletler ve bu devletler kendi adlarına, aileleri adına, milletleri adına huzuru istiyorlar mı?
Bu suali belki de şöyle sormak lazım: Bütün bu insanlar ve topluluklar huzuru hak etmek ve istemek bir yana, acaba huzuru biliyorlar mı?
Bütün bu insanlar gerçek huzuru bilseler, kendilerini bu kadar haklı, bu kadar akıllı, bu kadar alacaklı, bu kadar yetkili, bu kadar sorumsuz kabul edebilirler mi?
Ve bütün bu insanlar, huzuru bilseler; kendilerini bu kadar korkak ve bu kadar yalnız hissederler mi?
Ve bütün bu insanlar, gerçek huzuru bilseler; bu kadar vahşi, bu kadar gaddar, bu kadar ahlaksız, bu kadar cani olabilirler mi?
Ve bütün bu insanlar, gerçek huzuru bilseler; küreselleşme ve globalleşme adına dünya dengeleri her gün alt-üst olur mu?
Ve bu insanlar, gerçekten huzuru hak etselerdi; bu kadar siyasi ekonomik ve toplumsal cinayetlerinin failleri olarak ortada dolaşırlarken, evinin önünde katledilen Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu'nun tetikçisini aramaya gerek kalır mıydı?
Evet, eğer bu insanlar, kendilerinden başkasına yaşama inanma, düşünme, konuşma ve tercih hakkı vermiyorlarsa; başta onlar ve onlar gibilerin hiç biri huzuru hak etmiyor demektir.
Çünkü huzur, huzuru başkalarının hayatında görenlerin hakkıdır. İşte, işin istisnası da budur.
Elbette istisnası var... Ama genele baktığımız da huzuru hiç hak etmediğimiz gerçeğini kabul etmek zorundayız. Düne gerek yok. Bu asrın insanı, huzuru hak etmiyor. Hangi dünyanın, hangi kültürün, hangi uygarlığın insanı olursa olsun... Hiç kimse huzuru hak etmiyor.
Hangi meslekten olursa olsun; siyasetçisi, hukukçusu, ekonomisti, edebiyatçısı, tarihçisi, doktoru, mimarı, mühendisi, sosyoloğu, psikoloğu, eğitimcisi... Hiç kimse huzuru hak etmiyor.
Aileden mahalleye, köyden kente, devletten kıtalara hiç kimse huzuru hak etmiyor. Anneler, babalar, çocuklar, kardeşler, sevgililer, arkadaşlar, meslektaşlar... Hiç kimse huzuru hak etmiyor.
Bu pazar sabahı bu karamsarlık da nerden çıktı? Aklınıza hemen böyle bir sual gelebilir. Ama, dilerseniz önce suali kendi kendimize soralım. Evet: "ben huzuru hak ediyor muyum?"
Evet, hiç kimse, sağına soluna, önüne-arkasına, yakınına-uzağına bakmadan ısrarla ve sadece kendisine sorsun; "Ben huzuru hak ediyor muyum?" Kendimizi bu sualin hedefinden kaçırmazsak o zaman herkes için bu suali sormak bir mana ifade edebilir. Mesela, şimdi soralım, bugünün Amerikalısı, Avrupalısı, Asyalısı, Afrikalısı, huzuru hak ediyor mu?
Daha kötüsü, bütün bu insanlar, bırakın huzuru hak etmeyi; acaba gerçekten huzuru istiyor mu? Evet bu insanlar, bu milletler ve bu devletler kendi adlarına, aileleri adına, milletleri adına huzuru istiyorlar mı?
Bu suali belki de şöyle sormak lazım: Bütün bu insanlar ve topluluklar huzuru hak etmek ve istemek bir yana, acaba huzuru biliyorlar mı?
Bütün bu insanlar gerçek huzuru bilseler, kendilerini bu kadar haklı, bu kadar akıllı, bu kadar alacaklı, bu kadar yetkili, bu kadar sorumsuz kabul edebilirler mi?
Ve bütün bu insanlar, huzuru bilseler; kendilerini bu kadar korkak ve bu kadar yalnız hissederler mi?
Ve bütün bu insanlar, gerçek huzuru bilseler; bu kadar vahşi, bu kadar gaddar, bu kadar ahlaksız, bu kadar cani olabilirler mi?
Ve bütün bu insanlar, gerçek huzuru bilseler; küreselleşme ve globalleşme adına dünya dengeleri her gün alt-üst olur mu?
Ve bu insanlar, gerçekten huzuru hak etselerdi; bu kadar siyasi ekonomik ve toplumsal cinayetlerinin failleri olarak ortada dolaşırlarken, evinin önünde katledilen Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu'nun tetikçisini aramaya gerek kalır mıydı?
Evet, eğer bu insanlar, kendilerinden başkasına yaşama inanma, düşünme, konuşma ve tercih hakkı vermiyorlarsa; başta onlar ve onlar gibilerin hiç biri huzuru hak etmiyor demektir.
Çünkü huzur, huzuru başkalarının hayatında görenlerin hakkıdır. İşte, işin istisnası da budur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010