Türkiye'deki ekonomik durumun olumsuz tablosu, resmi kurumların verilerine bile yansırken, bağımsız araştırma kuruluşlarının raporlarında çok daha vahim bir hâl aldığı açıkça görülmektedir.
Birleşik Kamu-İş Konfederasyonunun Ar-Ge birimi olan KAMUAR'ın araştırmasına göre, gıda fiyatları Haziran ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 171.36 oranında arttı. Diğer bir ifadeyle vatandaşlar, Haziran 2021'de 100 liraya dolan bir sepet için bu yıl 271.36 lira ödemek zorunda kaldılar.
KAMUAR, fiyatlarını Ankara'daki marketlerden düzenli olarak derlediği ve halkın en fazla tükettiği 64 gıda maddesinden oluşan bir sepeti esas alarak hazırlıyor.
Şu işe bakın; asgari ücretlinin, memurun, emeklinin maaşları, gerçekleri yansıtmayan resmi enflasyon karşısında bile eriyip giderken, sadece gıdada yüzde 171'lik bir enflasyona maruz kalmış. Gördüğünüz gibi, hükümetin ısrarla ve inatla uyguladığı serbest piyasa ekonomisi, dar gelirlilerin gelirlerini daha da daraltıyor, nüfusun çoğunluğunu açlığa ve sefalete sürüklüyor. Zaten Bakan, hatırlarsanız, uyguladıkları modelin dar gelirlere faydası olmadığını bizzat itiraf etmişti.
KAMUAR'ın verilerinin detayları da oldukça dikkat çekici…
Bu yıl Haziran'da geçen yılın aynı ayına göre ekmek, un, bulgur, makarna fiyatlarında yüzde 169.89, et-balık fiyatlarında 110.39, süt ve süt ürünleri ile yumurta fiyatlarında yüzde 123.35 oranında artış oldu. Bir yıl öncesine göre yağ fiyatları yüzde 104.98 oranında arttı. Meyve fiyatları yüzde 180.99, sebze fiyatları ise yüzde 477.2 oranında artış gösterdi. Bakliyat fiyatları son bir yılda yüzde 128.51, diğer gıda fiyatları ise yüzde 117.27 oranında zamlandı.
Dikkat ederseniz; "buğdayın anavatanı", ""buğday ambarı" olarak adlandırılan ülkemiz, uygulanan yanlış tarım politikaları neticesinde dünyanın en fazla buğday ithal eden ikinci ülkesi konumuna düşünce, ekmek, un, bulgur, makarna fiyatlarında yüzde 170 artış yaşanmış.
İthalat demek; dolar kuru demek; savaş, pandemi gibi küresel sorunların ürün fiyatlarına zam olarak yansıması demek.
Milli üretim ise; dış etkenlerden zarar görmemek, dışarıda fırtınalar yaşansa da ülkemiz insanlarının gıdaya sağlıklı ve ucuz bir şekilde ulaşması demek.
Ama bir hususun altını çizelim; milli üretim demek, sadece Türkiye'nin tarım arazilerinde üretmek anlamına gelmiyor; üretim için kullanılan finansın, tohumun, gübrenin, ilacın, mazotun, elektriğin de yerli kaynaklardan üretilmesi anlamına geliyor. Türkiye maalesef kapitalist ve bağımlı ekonomi anlayışlıyla tüm girdi kalemlerini dışarıdan temin ettiği için, Türkiye'nin topraklarında yapılan üretim asla "milli" olmuyor.
Zaten bir hükümet, tarımı ithalata ve borca bağımlı hale getirince, bu siyaset anlayışının yetkilileri için Türkiye'de üretmekle, Venezuela, Sudan'da ya da Nijer'de üretmek arasında bir fark kalmıyor.
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş, "Türkiye'deki enflasyonun sebebi hükümettir" derken, uygulanan yanlış politikalara baktığımızda bu tespitin gerçekliğini daha net görüyoruz.
Üretici, faiz, ithalat ve döviz kuru darbesiyle yüksek maliyetlerle ürününü üretebiliyor, bir de bu ürün, pazara markete gelirken 4'e 5'e katlanarak geliyor.
Böyle yanlışlar silsilesinde, bu temel yanlışları düzeltmeyen hükümet ise enflasyonla mücadele ettiğini zannediyor. Bu kafayla enflasyon düşmez.
Finansal özgürlüğümüze kavuşmadan, İstanbul'u bir finans merkezi yapmakla finansal sorunlarımız asla çözülmeyecektir.
Birileri, finansı tek bir merkezde toplayarak bunu da bir ranta döndürmenin hesabını yapıyor olabilir, yani yine milletin yararına bir adım atılmıyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, "Enflasyonla mücadeleye katkı sağlamak amacıyla kamu olarak 2022 yılında 241.3 milyar lira vergi gelirinden vazgeçiyoruz" dedi.
Bildiğiniz gibi, bazı mağazalar önce 100 TL zam yapıp sonra 30 TL indirim yapıyor, sonra da buna "büyük kampanya" diyor. Bizimkilerin hali de böyle…
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzasıyla hafta başında TBMM'ye sunulan 2022 yılı bütçe kanununda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklifinde, 2022 yılı merkezi yönetim bütçe vergi gelir hedefi yüzde 86 oranında artırılarak 2 trilyon 342 milyar TL'ye yükseltilmişti. Bakan Nebati'nin bahsettiği "vergi gelirinden vazgeçme", vergi artışının yaklaşık yüzde 20'sine tekabül ediyor. Yani vatandaştan toplanacak olan vergi gelirlerini yüksek oranda artırıp, ardından biraz düşürmek, vergi gelirinden vazgeçmek anlamına gelmiyor.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; hükümetin sanki yeni çözümmüş gibi sunduğu bütün modeller de ülkeleri ve milletleri borç batağına sürükleyen, bildiğiniz kapitalist politikalar… Türkiye olarak bizler, zaten bu politikaların sonucunda bu zifiri karanlığın içine düşmedik mi?
Çözüm olarak tek çıkış noktamız Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'dir. Bu eşsiz modeli ülkemizde uygulayacak tek siyasi hareket Bağımsız Türkiye Partisi ve tek lider Hüseyin Baş'tır. Acilen fırsat vermeliyiz, baş tacı etmeliyiz.
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025
- Hakaret ve küfür, siyasetin dili olamaz / 26.03.2025
- İmamoğlu’nun tutuklanması ve demokrasi sınavı / 25.03.2025