Osmanlı Devleti 1760'lardan ve özellikle de 1780'lerden itibaren yoğun bir biçimde mali sorunlarla karşılaşıyordu. Bu durumda devlet, bir yandan iç piyasalarda, örneğin Galata sarraflarından borç bulmaya çalışıyor, öte yandan da tedavüldeki sikkelerin değerli maden içeriklerini sık sık düşürerek ek mali gelir sağlamayı hedefliyordu.
Örneğin sürekli savaşların bütçeye olağanüstü yükler getirdiği II. Mahmut (1808-1839) dönemindeki tağşişlerde, altın sikkelerin biçim ve ismi 35 kez, gümüş sikkelerinki ise 37 kez değiştirilmişti. Bu işlemler sonucunda fiyatlar hızla artarken Osmanlı parasının değeri de hızla gerilemiştir. 1814'te bir İngiliz Sterlini 23 Osmanlı Kuruşu ile eşit değerdeyken, 1839'da bir Sterlin 104 Kuruş ediyordu.
Tağşiş, altın ve gümüşün ayarlarıyla oynamak demektir. Diyelim ki, 1 kilo altından 500 adet altın sikke üretilirken, yapılan bir tağşişle bu sayı 600'e çıkarılmıştır. Bu şekilde sayılar artırılırken, içerik düşmüş; dolayısıyla vatandaşın özellikle yeniçerilerin alım gücü çok etkilenmiştir.
Nitekim 1826 yılında Vaka-yı Hayriye olarak adlandırılan, aslında "Şerriye" diyebileceğimiz hamle sonucunda Yeniçeri Ocağı kapatıldıktan sonra, tağşişlerin önündeki en önemli engel de ortadan kaldırılmış oluyordu. Bu olaydan sadece 2 yıl sonra, yine bir savaş ortamında devlet, Osmanlı tarihinin en büyük tağşişini başlatacak ve 4 yıl gibi kısa bir süre içinde, kuruşun gümüş içeriğini %79 düşürecekti.
1830'ların sonlarına gelindiğinde, Osmanlı İmparatorluğu'nda parasal koşullar bunalım boyutlarına ulaşmıştı. Devlet sık sık tağşişe başvurarak kendisine ek gelir sağlayabilmiş, ancak ortaya çıkan büyük enflasyon dalgası hem iktisadi hem de siyasi sorunlar yaratmıştı. Tağşiş sistemi 1844 yılında son kez uygulanmış ve 1 altın lira= 100 gümüş kuruş ile sabitlenmiştir.
İşte, devletin kendisine mali kaynak oluşturmak için yaptığı tağşişler (ve tabi başka uygulamalar), toplumsal düzende Galata Bankerlerini üretmiş ve büyütmüştür. Hem iç piyasalarda parayı tekellerine alıp topluma yön vermişler, hem de devlet erkanına borç para verip devlete yön vermişlerdir. Doğal olarak bunlara izin veren padişahlar ve yönetimleri, ilk başta eleştiri oklarına hedef olmuşlardır.
1838 ile 1854 arasında Galata Bankerleri, toplum ve devlet yönetiminde ağırlığını iyice hissettirmeye başlamış hatta doruğa ulaşmıştır diyebiliriz. Nitekim 1847 yılında Galata Bankerlerinden, Baltazzi ve Fransız Devrimi'nden sonra Osmanlı İmparatorluğu'na yerleşen bir Fransız banker ailesinden gelen J. Alleon, Osmanlı devletinin desteğiyle Osmanlı İmparatorluğu'nda kurulan ilk banka olan Dersaadet Bankası'nı (Banque de Constantinople) faaliyete geçirdiler. Çünkü bütçe açıkları, iç piyasanın gücünü aşmış ve Avrupalı sermayedarlar da devlet garantili bir dış borçlanma için baskı yapmaya başlamışlardır.
Bu bankanın baş görevi, kambiyo kurunu sabit tutmaktı. Bankanın tüccarlar adına ihraç ettiği senetler, bu iki bankerin uluslararası ünü sayesinde her yerde kabul edilmekteydi. Bu sayede 1848'e yani Fransa'daki devrim hareketine kadar kambiyo kuru düzelmiş ve hatta lehe dönmüştü. Fakat Fransa'daki devrimin ticaret hayatı üzerine yaptığı etki, Osmanlı dış ticaretinin büyük bir kısmının Marsilya limanı aracılığıyla yapılması dolayısıyla, iş hacminin daralması ile sonuçlanmıştı. Banka da 1852 yılında faaliyetlerine son vermek zorunda kalmıştır.
Artık ufukta ilk borçlanma vardır. Kırım Savaşı için ekonomik desteğe ihtiyaç duyan Osmanlı Devleti, Avrupa para piyasalarında borçlanma sürecini başlattı.
- ‘Masa da masaymış ha!’ / 11.03.2023
- Reddiye-III / 29.12.2020
- Reddiye-II / 28.12.2020
- ABDAL MUSA SULTAN PEND-NAMESİ / 26.12.2020
- Reddiye-I / 25.12.2020
- Peygamberimiz (s.a.v) okuma yazma biliyordu! / 23.12.2020
- ‘Sınavsız üniversite’ ontolojisi / 18.12.2020
- Haydar Haydar… / 24.04.2020
- Sonuç ve Milli Ekonomi Modeli / 21.04.2020