21 yıllık AKP iktidarı döneminde uygulanan yanlış ekonomi politikalarının karanlık sonuçlarını bugünlerde doya doya yaşıyoruz. Vergiler, cezalar ve zamlar 85 milyon insanımızın tamamını şok edecek şekilde sağanak sağanak yağıyor.
AKP hükümeti, kabine revizyonlarıyla, bakan değişiklikleriyle, MB başkanlarını değiştirmekle sanki bir çözüm ortaya koyacakmış gibi milleti oyalamaya devam etti.
Bakanlar, başkanlar, kabineler değişti ama hükümetin temel bakış açısı asla değişmedi: Borca ve ithalata dayalı neoliberal kapitalist anlayış.
Bu temel yanlışı düzeltmediğiniz müddetçe, sadece isimleri değiştirmek, suya yazı yazmaktan başka bir şey değildir; zaten böyle de oldu.
Yine bu 21 yıllık dönemde, uygulanan ekonomi politikalarının ismine "Yeni Ekonomi Programı (YEP)", "Yeni Ekonomik Model (YEM)", "Türkiye Ekonomi Modeli (TEM)", "heterodoks model", "ortodoks model" ve daha nicelerini demeniz sonucu değiştirmedi, dedik ya, isimler değişti ama özdeki temel yanlışta sebat edildi.
Hükümet seçimi kazanmak için seçimler öncesi estirdiği yalancı baharın aksine, seçimden sonra milletin kemerini sıkmaya yönelik politikalara yeniden döndü, hem de çok sert bir şekilde. Şimdi peş peşe yapılan zamlarla, seçim öncesi kaşıkla verdiklerinin tahsilatını kepçeyle yapıyor.
Hükümet bir taraftan bütçe açığını kapatmak için vatandaşların sırtına daha fazla vergi yükü yüklerken, bir taraftan da Merkez Bankası'nın rezerv açıklarını yeniden doldurmanın telaşına düştü.
Hazine ve Maliye Bakanlığının başına Mehmet Şimşek'in, Merkez Bankası'nın başına da Hafize Gaye Erkan'ın atanmasının nedeni, Batı fonlarının ülkemize çekilmesiydi.
Hatta bunun için seçim sonrası yapılan ilk Para Politikası Kurulu toplantısında politika faizi 650 baz puan artırılarak yüzde 8,5'ten yüzde 15'e çıkartıldı. Dün yapılan ikinci toplantıda da 250 baz puan artırılarak yüzde 17,5'e çıkartıldı.
Batılı fonlar için bu faiz artışı yeterli olmadı, çünkü onların beklentisi en az enflasyon kadardı, onlara göre faiz yüzde 40'ların üstünde olmalıydı.
MB'nin raporunda, mali sıkılaştırma politikalarının devam edeceği ifade edildi, yani politika faizinin artışı bunlarla sınırlı kalmayacak. Ama şu bir gerçek ki, faizi ne kadar artırırsanız artırın asla Batılı fonların istediği noktaya gelinemeyecek, çünkü faiz arttıkça finansal maliyetler artacağı için enflasyon da artış eğiliminde olacak.
Bir diğer husus ise, gördük ki, faiz artırdıkça dolar düşmedi. Dolardaki fahiş artış, ÖTV ve KDV başta olmak üzere vergilerdeki fahiş zamlar enflasyonda da rekor artışlara neden olacak.
Batılı fonlardan umduğunu bulamayan hükümet bu sefer Körfez ülkelerine yelken açtı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Mehmet Şimşek 3 günlük ziyaret kapsamında sırasıyla Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlerine gitti.
Bu ülkelerle, ülkemize para çekme amaçlı ikili anlaşmalara imzalar atıldı.
Doğal olarak talep eden biz, para verecek olan da Arap sermayesi olunca, aynen Batılı fonlarda olduğu gibi, aldığımız paranın sadece faiz karşılığı olmuyor.
Hatta faiz karşılığı buzdağının görünen kısmıysa, asıl kısmı taviz kısmı oluyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Körfez ülkelerine seyahate çıkmadan önce, yaptığı basın toplantısında, "Körfez ülkelerinin, Türkiye'den belli assetleri (değerli varlıklar) alma durumu olacak. Ama bazı cambazların dediği gibi BOTAŞ falan böyle bir durum yok. Biz neyin satılacağını, neyin satılmayacağını çok iyi biliriz" demişti.
Arap ülkelerinden "boyalı kağıt" gelecek diye, gayrimenkullerimizi, değerli şirketlerimizi, birçok varlığımızı elimizden çıkartacağız.
Halbuki para, Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'nde ifade ettiği gibi mal ve emeğin karşılığıdır. Yani paranın değerini belirleyen mal ve emektir, asıl kıymet parada değil, mal ve emektedir. Para bu manada mal ve emeğin gölgesi gibidir. Mal ve emek varsa paranın bir değeri vardır.
Hükümet o kadar büyük bir yanlışın içindeki ABD'nin, AB'nin, Körfez ülkelerinin "boyalı kağıdını" almaya çalışarak bunun karşılığı madenlerimizi, enerji kaynaklarımızı, değerli arazilerimiz, kârlı kamu şirketlerimizi verdi.
Halbuki bütün assetlerimizin yani değerli varlıklarımızın karşılığı kendi milli "boyalı kağıdımızı" devreye koyabilirdik.
Şimdi hükümet, assetlerimizin karşılığı 50,7 milyar dolar vereceği için dün "FETÖ finansörü" dediği BAE'ye minnettarlığını ifade ediyor.
Peki, ne olacak? Tabii ki BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş'ın ifade ettiği gibi, "Araplardan gelecek 50 milyar doları tatlı tatlı yemenin acı acı ödemesi olacak."
Yani bu seferki Duyun-u Umumiye'ye Arap ülkeleri de eklenecek.
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025
- Hakaret ve küfür, siyasetin dili olamaz / 26.03.2025