Bu iş gittikçe hız kazanmaya ve eğlenceli bir hâl almaya başladı.
AGSK konusundan ve tarafların pozisyonundan bahsediyorum.
"Taraflar" derken okuyucu şüphesiz Türkiye ve onun AGSK'de yer almasını istemeyen NATO'lu müttefiklerini kastettiğimi düşünecektir.
Keşke o kadar açık ve kolay olsaydı.
AGSK konusunda, işin başlangıcından beri asıl "taraflar" bizzat Türk cenahının içinde teşekkül etmiştir.
Görüşmelere hazırlık ve koordinasyon çalışmaları, konu doğrudan askeri ilgilendirdiği için bu sefer Genelkurmay'ın da katılmasıyla yürütülmektedir.
Ve işte o zaman çatallaşmaktadır.
Asker uluslararası görüşmelerde arzu edilen "esnekliği" göstermemektedir. Vatanın, milletin ve bayrağın sırtından hovardalık yapılmasını reddetmekte, meselenin "nasıl olması" gerektiği noktasından hareket etmektedir.
Dışişleri de öyledir. Fakat Dışişleri'nin bürokrat kadrosu siyasi iktidarın talimatları doğrultusunda hareket etmeye pek meraklıdır.
Siyasi iktidarın Dışişlerine yansıyan kolu da, İsmail Cem'in koludur.
İşte bu kol meselenin "nasıl olması" gerektiği noktasından değil, NATO'lu müttefiklerimizin isteği doğrultusunda "nasıl çözülmesi" noktasından hareket etmekte, önce onlarla uzlaşmayı, mutlaka uzlaşmayı, bu arada koparabildiklerimizle yetinmeyi taktik olarak kabul etmektedir. Uzlaşma esastır, sonra Türkiye'nin çıkarları gelir.
Asker ise önce Türkiye'nin çıkarları, sonra uzlaşma olursa olur düşüncesindedir.
Okuyucu "taraflar" arasındaki fikir ayrılığının boyutlarını ve mesafenin bir türlü kapanamadığını mutlaka takib etmiştir. Kapanmasının da mümkün olmadığını görmüştür, çünkü kefe'nin bir gözünde devletin çıkarları, öbür gözünde müttefiklerin çıkarları var.
Bu arada müthiş bir dezenformasyon savaşı da medya arcılığı ile sürmektedir. Budapeşte toplantısının ardından Amerikan kaynaklı medya Atlantik ötesinden "Anlaşma tamam" masajları veriyor; Cem de hemen Financial Times'a yazı yazıp "uzlaşıyoruz" diyor fakat asker Rumsfeld'in ziyaretinde "hayır uzlaşma yok" diye kamuoyuna açıklama yapıyor.
Cem demeç verip "Biz haklıyız katılığıyla Türkiye yeni Avrupa savunma yapısı dışında kalabilir... Ama bu da Türkiye için iyi olmaz" diyor. Genelkurmay'la fikir ayrılıklarını da gizlemiyor; "Her konuda aynı şeyi mi düşüneceğiz? Mutlaka farklı düşünceler olacak ki, bunların tartışmasından doğruyu bulalım" dedikten sonra, "Ölçüsüz olmanın faturası büyük olabilir, fazla ölçülü olmanın da... 'Hep biz haklıyız' şeklindeki bir yaklaşım da, Türkiye'yi, şekillenmekte olan bir Avrupa güvenlik kimliğinin dışında bırakabilir. Ama emin olun ki, aramızda bir sorun yok" diye ilave ediyor.
Genelkurmay tekrar kamuoyuna "Barış zamanı faaliyetleri gözardı eden ve sadece çıkabilecek krizler bazında ve karar mekanizmalarında yer almadan ortaya konulacak katılım modelinin Türkiye tarafından kabul edilmesi mümkün değildir" diyor.
Siyasi iktidar anlaşmayı kapalı kapılar arkasında tutmaya gayret gösterdikçe asker anında kamuoyuna açıklama yapıyor.
Fakat son açıklama esnasında enteresan bir şey oluyor, iki gün sonra birileri basına "Genelkurmay'ın hiç açıklama yapmadığı"nı "açıklıyor". Kaynağı belli değil.
Aynı gün Dışişleri de başka bir açıklama yapıyor: "Türkiye, herhangi bir hakkından vazgeçmiş veya ulusal çıkarlarının gerektirdiği taleplerinden geri adım atmış değildir. AB'nin duyarlılıkları, NATO'nun ve NATO-AB ilişkilerinin geleceği, tarafımızdan kuşkusuz dikkate alınmaktadır. Ancak, burada esas olan Türkiye'nin çıkarları ve ulusal güvenliğidir" diyor, Genelkurmay ile olan fikir ayrılığına da zımnî bir cevap veriliyor ve AGSP konusunda iki kurumun "müşterek çalışma" yaptığına işaret edilerek "Bu çerçevede geçen hafta yapılan bir toplantıda, varılan sonuçların değerlendirilerek, önümüzdeki dönemde bu konuda yürütülecek müzakereler için Başbakan Bülent Ecevit'in talimatının alındığı belirtildi" deniyor.
Konu uzlaşma, istikrar ve uyum abidesi Başbakan Ecevit'e intikal edince bize de "Eyvah" demek düşüyor.
Çünkü Dışişlerinin açıklamasında yer alan; "Türkiye'nin eskiden beri savunduğu pozisyon, coğrafi yakınlık ve ulusal güvenlik çıkarlarının gerekli kıldığı her durumda, AB'nin ister NATO imkan ve yeteneklerine başvurmak suretiyle, ister kendi imkan ve yetenekleriyle olsun, AGSP kapsamında yürütmeyi kararlaştıracağı askeri kriz yönetim harekatlarının içinde yer almaktır" ifadesi; Türkiye'nin öteden beri savunduğu "NATO'suz AB operasyonlarının karar mekanizmalarına katılma isteğinden" vazgeçtiği anlamına gelmektedir.
Yâni Türkiye sadece "askeri kriz yönetim harekatlarının içinde" yer alacaktır.
Yâni AB, yâni Türkiye'nin AB ve aynı zamanda NATO üyesi müttefikleri, NATO imkanlarını kullanmadan Kıbrıs'a asker yollama, yahut Ege'de şimdiye kadar uluslararası anlaşmalardan doğan haklarımızı kullanarak engellediğimiz Yunanlıların tek taraflı bölgenin karasularını, hava sahasını kullanma taleplerini destekleme pozisyonu alabilecekler ve biz ses çıkaramayacağız demektir.
Yani şimdi Ege ve Kıbrıs'ta, çok uzak olmayan bir gelecekte de Kuzey Irak'ta NATO'lu müttefiklerimiz (!) karşımıza AB askeri kılığında çıkacaklar demektir.
Dışişlerinin açıklamasına göre konu Ecevit'in uyumlu işbirliği anlayışına bırakılmış.
O zaman iki kere eyvah!
AGSK konusundan ve tarafların pozisyonundan bahsediyorum.
"Taraflar" derken okuyucu şüphesiz Türkiye ve onun AGSK'de yer almasını istemeyen NATO'lu müttefiklerini kastettiğimi düşünecektir.
Keşke o kadar açık ve kolay olsaydı.
AGSK konusunda, işin başlangıcından beri asıl "taraflar" bizzat Türk cenahının içinde teşekkül etmiştir.
Görüşmelere hazırlık ve koordinasyon çalışmaları, konu doğrudan askeri ilgilendirdiği için bu sefer Genelkurmay'ın da katılmasıyla yürütülmektedir.
Ve işte o zaman çatallaşmaktadır.
Asker uluslararası görüşmelerde arzu edilen "esnekliği" göstermemektedir. Vatanın, milletin ve bayrağın sırtından hovardalık yapılmasını reddetmekte, meselenin "nasıl olması" gerektiği noktasından hareket etmektedir.
Dışişleri de öyledir. Fakat Dışişleri'nin bürokrat kadrosu siyasi iktidarın talimatları doğrultusunda hareket etmeye pek meraklıdır.
Siyasi iktidarın Dışişlerine yansıyan kolu da, İsmail Cem'in koludur.
İşte bu kol meselenin "nasıl olması" gerektiği noktasından değil, NATO'lu müttefiklerimizin isteği doğrultusunda "nasıl çözülmesi" noktasından hareket etmekte, önce onlarla uzlaşmayı, mutlaka uzlaşmayı, bu arada koparabildiklerimizle yetinmeyi taktik olarak kabul etmektedir. Uzlaşma esastır, sonra Türkiye'nin çıkarları gelir.
Asker ise önce Türkiye'nin çıkarları, sonra uzlaşma olursa olur düşüncesindedir.
Okuyucu "taraflar" arasındaki fikir ayrılığının boyutlarını ve mesafenin bir türlü kapanamadığını mutlaka takib etmiştir. Kapanmasının da mümkün olmadığını görmüştür, çünkü kefe'nin bir gözünde devletin çıkarları, öbür gözünde müttefiklerin çıkarları var.
Bu arada müthiş bir dezenformasyon savaşı da medya arcılığı ile sürmektedir. Budapeşte toplantısının ardından Amerikan kaynaklı medya Atlantik ötesinden "Anlaşma tamam" masajları veriyor; Cem de hemen Financial Times'a yazı yazıp "uzlaşıyoruz" diyor fakat asker Rumsfeld'in ziyaretinde "hayır uzlaşma yok" diye kamuoyuna açıklama yapıyor.
Cem demeç verip "Biz haklıyız katılığıyla Türkiye yeni Avrupa savunma yapısı dışında kalabilir... Ama bu da Türkiye için iyi olmaz" diyor. Genelkurmay'la fikir ayrılıklarını da gizlemiyor; "Her konuda aynı şeyi mi düşüneceğiz? Mutlaka farklı düşünceler olacak ki, bunların tartışmasından doğruyu bulalım" dedikten sonra, "Ölçüsüz olmanın faturası büyük olabilir, fazla ölçülü olmanın da... 'Hep biz haklıyız' şeklindeki bir yaklaşım da, Türkiye'yi, şekillenmekte olan bir Avrupa güvenlik kimliğinin dışında bırakabilir. Ama emin olun ki, aramızda bir sorun yok" diye ilave ediyor.
Genelkurmay tekrar kamuoyuna "Barış zamanı faaliyetleri gözardı eden ve sadece çıkabilecek krizler bazında ve karar mekanizmalarında yer almadan ortaya konulacak katılım modelinin Türkiye tarafından kabul edilmesi mümkün değildir" diyor.
Siyasi iktidar anlaşmayı kapalı kapılar arkasında tutmaya gayret gösterdikçe asker anında kamuoyuna açıklama yapıyor.
Fakat son açıklama esnasında enteresan bir şey oluyor, iki gün sonra birileri basına "Genelkurmay'ın hiç açıklama yapmadığı"nı "açıklıyor". Kaynağı belli değil.
Aynı gün Dışişleri de başka bir açıklama yapıyor: "Türkiye, herhangi bir hakkından vazgeçmiş veya ulusal çıkarlarının gerektirdiği taleplerinden geri adım atmış değildir. AB'nin duyarlılıkları, NATO'nun ve NATO-AB ilişkilerinin geleceği, tarafımızdan kuşkusuz dikkate alınmaktadır. Ancak, burada esas olan Türkiye'nin çıkarları ve ulusal güvenliğidir" diyor, Genelkurmay ile olan fikir ayrılığına da zımnî bir cevap veriliyor ve AGSP konusunda iki kurumun "müşterek çalışma" yaptığına işaret edilerek "Bu çerçevede geçen hafta yapılan bir toplantıda, varılan sonuçların değerlendirilerek, önümüzdeki dönemde bu konuda yürütülecek müzakereler için Başbakan Bülent Ecevit'in talimatının alındığı belirtildi" deniyor.
Konu uzlaşma, istikrar ve uyum abidesi Başbakan Ecevit'e intikal edince bize de "Eyvah" demek düşüyor.
Çünkü Dışişlerinin açıklamasında yer alan; "Türkiye'nin eskiden beri savunduğu pozisyon, coğrafi yakınlık ve ulusal güvenlik çıkarlarının gerekli kıldığı her durumda, AB'nin ister NATO imkan ve yeteneklerine başvurmak suretiyle, ister kendi imkan ve yetenekleriyle olsun, AGSP kapsamında yürütmeyi kararlaştıracağı askeri kriz yönetim harekatlarının içinde yer almaktır" ifadesi; Türkiye'nin öteden beri savunduğu "NATO'suz AB operasyonlarının karar mekanizmalarına katılma isteğinden" vazgeçtiği anlamına gelmektedir.
Yâni Türkiye sadece "askeri kriz yönetim harekatlarının içinde" yer alacaktır.
Yâni AB, yâni Türkiye'nin AB ve aynı zamanda NATO üyesi müttefikleri, NATO imkanlarını kullanmadan Kıbrıs'a asker yollama, yahut Ege'de şimdiye kadar uluslararası anlaşmalardan doğan haklarımızı kullanarak engellediğimiz Yunanlıların tek taraflı bölgenin karasularını, hava sahasını kullanma taleplerini destekleme pozisyonu alabilecekler ve biz ses çıkaramayacağız demektir.
Yani şimdi Ege ve Kıbrıs'ta, çok uzak olmayan bir gelecekte de Kuzey Irak'ta NATO'lu müttefiklerimiz (!) karşımıza AB askeri kılığında çıkacaklar demektir.
Dışişlerinin açıklamasına göre konu Ecevit'in uyumlu işbirliği anlayışına bırakılmış.
O zaman iki kere eyvah!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002