Ehl-i Beyt’in kurtarıcı nefesine ihtiyacımız var.
Öteden beri Alevi - Sünni ayrılığı İslam âleminin gündemindedir. Bu bizim yumuşak karnımızdır. Bunu bildikleri için emperyalist güçler hep bu sahayı kaşımışlardır. Zaman zaman iç çatışmalar meydana gelmiş, mesele bir kan davasına bile dönüşmüştür. Yaşadığımız şu dönemde artık işler iyiden iyiye çığırından çıktı. Şia - Sünni çatışmaları artık bölgesel bir karakter almanın eşiğindedir. İslam ülkeleri Şia - Sünni diye iki bloğa ayrılmaya ve fitne güçler tarafından vuruşmaya doğru süratle yol alıyorlar. Üstelik her iki taraf da din iddiasında ve insani gerekçeleri öne sürüyorlar.
Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın öncülüğünde tertiplenen “Birlik ve Beraberliğimiz İçin Ehl-i Beyt” sempozyumu münasebetiyle yaptığım bir araştırmayı okuyucularımla paylaşmak isterim. Ehl-i Beyt’in şahsında tarihle yüzleşmek gerektiği; Alevileri nasıl algıladığımızı; ayrılıkların hangi güçler tarafından istendiği; İslam dünyasındaki ayrılıkların faturasının ne kadar kabarık olduğunu; günümüz de mezhep ayrılığının siyasi yönünü; Ehl-i Beyt birliğin adresi olduğu; birlik olmazsa varlığımızın da devam etmeyeceğini ve çözümün adresini gündem edeceğim.
Her şey zıddıyla kaimdir. Sünni ile Şia arasındaki mevcut olan ayrılıkların temel sebebini analiz etmek gerekmektedir.
Tarihi hakikatleri ortaya koymak, Ehl-i Beyt’in hayatını gündeme getirmek ve tarihle yüzleşmek gerekmektedir.
İşte bu yaklaşım, Ehl-i Beyt’i sevenlere iadeyi itibar ve süregelen gönül kırıklığının da önüne geçecektir.
Hiç uzağa gitmeden kendimizi ve çevremizi sorgulayalım. Göreceksiniz ki Şia, Alevi, Caferi ve Sünniler birbirlerini yeterince tanımıyor. Bırakınız tanımayı, birbiri hakkında eksik ve yanlış bilgilerle donatılmış durumdalar. İşin bir başka yönü, çoğunluk itibarıyla Sünniler de, Şia mensupları da maalesef dinimiz İslam’ı yeterince bilmemektedir.
İslam tarihinde peygamberimizden sonra Ehl-i Beyt ciddi anlamda mağdur edilmiştir. Emevi ve Abbasi’lerin uyguladıkları siyaset maalesef bu ayrılıkların temel sebebini teşkil etmektedir.
Hz. Fatıma anamız mağdur edilmiştir. O kadar kalbi kırılmıştır ki, cenazesine kimseyi kabul etmemiştir.
İmamı Ali mağdur edilmiştir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında da beyan edildiği gibi Gadr-i Hum’da ilan edilen halifeliği kendisine verilmemiştir. Daha sonraki halifelik döneminde ise türlü türlü entrikalarla karşılaşmıştır.
İmam Hasan zehirlenerek şehit edilmiştir.
İmam Hüseyin Kerbela’da susuz bırakılarak şehit edilmiştir. Hem de Fırat nehrinin kenarında olduğu halde.
Ehl-i Beyt mensupları niçin Orta Asya’da kendilerine vatan arama ihtiyacı hissetmiştir?
Ehl-i Beyt’in, dünyanın değişik yerlerine dağılmaları neticesinde, İslam’ın yayılması ve kendine vatan bulması da mümkün olmuştur.
Haksız uygulamalar o günden bu güne devam edegelmiştir. İşin acı tarafı sanki Alevi (İmam’ı Ali’yi sevenler, onun taraftarı) olmak ile Sünni olmak birbirinin karşıtı olarak gösterilmiştir.
İşte biz Türkler Ehl-i Beyt eliyle İslam’la müşerref olduk. Biz Türkleri, diğer Sünni milletlerden ayıran özellik Ehl-i Beyt’e olan sevdamızdır. Biz isim olarak hayattaki en değerli varlıklarımızdan olan çocuklarımıza hep Ehl-i Beyt’in isimlerini verdik.
Biz Türkler asakirullah olduk, hep mağdurun yanında yer aldık. Elbette tarihin bize yüklediği bir sorumluluk vardır.
Şia ile Sünnileri bir araya getirecek olan da Türk milleti olması gerekirken bugün hangi safta duruyoruz, bölen tarafta mı, birleştiren tarafta mı?
Öteden beri Alevi - Sünni ayrılığı İslam âleminin gündemindedir. Bu bizim yumuşak karnımızdır. Bunu bildikleri için emperyalist güçler hep bu sahayı kaşımışlardır. Zaman zaman iç çatışmalar meydana gelmiş, mesele bir kan davasına bile dönüşmüştür. Yaşadığımız şu dönemde artık işler iyiden iyiye çığırından çıktı. Şia - Sünni çatışmaları artık bölgesel bir karakter almanın eşiğindedir. İslam ülkeleri Şia - Sünni diye iki bloğa ayrılmaya ve fitne güçler tarafından vuruşmaya doğru süratle yol alıyorlar. Üstelik her iki taraf da din iddiasında ve insani gerekçeleri öne sürüyorlar.
Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın öncülüğünde tertiplenen “Birlik ve Beraberliğimiz İçin Ehl-i Beyt” sempozyumu münasebetiyle yaptığım bir araştırmayı okuyucularımla paylaşmak isterim. Ehl-i Beyt’in şahsında tarihle yüzleşmek gerektiği; Alevileri nasıl algıladığımızı; ayrılıkların hangi güçler tarafından istendiği; İslam dünyasındaki ayrılıkların faturasının ne kadar kabarık olduğunu; günümüz de mezhep ayrılığının siyasi yönünü; Ehl-i Beyt birliğin adresi olduğu; birlik olmazsa varlığımızın da devam etmeyeceğini ve çözümün adresini gündem edeceğim.
Her şey zıddıyla kaimdir. Sünni ile Şia arasındaki mevcut olan ayrılıkların temel sebebini analiz etmek gerekmektedir.
Tarihi hakikatleri ortaya koymak, Ehl-i Beyt’in hayatını gündeme getirmek ve tarihle yüzleşmek gerekmektedir.
İşte bu yaklaşım, Ehl-i Beyt’i sevenlere iadeyi itibar ve süregelen gönül kırıklığının da önüne geçecektir.
Hiç uzağa gitmeden kendimizi ve çevremizi sorgulayalım. Göreceksiniz ki Şia, Alevi, Caferi ve Sünniler birbirlerini yeterince tanımıyor. Bırakınız tanımayı, birbiri hakkında eksik ve yanlış bilgilerle donatılmış durumdalar. İşin bir başka yönü, çoğunluk itibarıyla Sünniler de, Şia mensupları da maalesef dinimiz İslam’ı yeterince bilmemektedir.
İslam tarihinde peygamberimizden sonra Ehl-i Beyt ciddi anlamda mağdur edilmiştir. Emevi ve Abbasi’lerin uyguladıkları siyaset maalesef bu ayrılıkların temel sebebini teşkil etmektedir.
Hz. Fatıma anamız mağdur edilmiştir. O kadar kalbi kırılmıştır ki, cenazesine kimseyi kabul etmemiştir.
İmamı Ali mağdur edilmiştir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında da beyan edildiği gibi Gadr-i Hum’da ilan edilen halifeliği kendisine verilmemiştir. Daha sonraki halifelik döneminde ise türlü türlü entrikalarla karşılaşmıştır.
İmam Hasan zehirlenerek şehit edilmiştir.
İmam Hüseyin Kerbela’da susuz bırakılarak şehit edilmiştir. Hem de Fırat nehrinin kenarında olduğu halde.
Ehl-i Beyt mensupları niçin Orta Asya’da kendilerine vatan arama ihtiyacı hissetmiştir?
Ehl-i Beyt’in, dünyanın değişik yerlerine dağılmaları neticesinde, İslam’ın yayılması ve kendine vatan bulması da mümkün olmuştur.
Haksız uygulamalar o günden bu güne devam edegelmiştir. İşin acı tarafı sanki Alevi (İmam’ı Ali’yi sevenler, onun taraftarı) olmak ile Sünni olmak birbirinin karşıtı olarak gösterilmiştir.
İşte biz Türkler Ehl-i Beyt eliyle İslam’la müşerref olduk. Biz Türkleri, diğer Sünni milletlerden ayıran özellik Ehl-i Beyt’e olan sevdamızdır. Biz isim olarak hayattaki en değerli varlıklarımızdan olan çocuklarımıza hep Ehl-i Beyt’in isimlerini verdik.
Biz Türkler asakirullah olduk, hep mağdurun yanında yer aldık. Elbette tarihin bize yüklediği bir sorumluluk vardır.
Şia ile Sünnileri bir araya getirecek olan da Türk milleti olması gerekirken bugün hangi safta duruyoruz, bölen tarafta mı, birleştiren tarafta mı?
Doç. Dr. Ahmet H. Kepekçi / diğer yazıları
- Kritik bir süreç: Umut hakkı / 02.01.2025
- Suriye'de kim kazandı, kim kaybetti? / 26.12.2024
- Suriye’de büyük oyun / 20.12.2024
- Suriye'de Pandora'nın Kutusu Açıldı / 12.12.2024
- 12'ye 5 kala Esad ile barışma / 06.12.2024
- Bayrak çekilen gemiler bizi savaşa sürükledi / 05.12.2024
- Karışıklık Suriye ile mi sınırlı kalacak? / 04.12.2024
- Dikkat! Çözümün adresi / 30.11.2024
- NATO’nun oltasındaki yemler / 29.11.2024
- Birinci, İkinci derken şimdi de Üçüncü Dünya Savaşı / 28.11.2024
- Suriye'de kim kazandı, kim kaybetti? / 26.12.2024
- Suriye’de büyük oyun / 20.12.2024
- Suriye'de Pandora'nın Kutusu Açıldı / 12.12.2024
- 12'ye 5 kala Esad ile barışma / 06.12.2024
- Bayrak çekilen gemiler bizi savaşa sürükledi / 05.12.2024
- Karışıklık Suriye ile mi sınırlı kalacak? / 04.12.2024
- Dikkat! Çözümün adresi / 30.11.2024
- NATO’nun oltasındaki yemler / 29.11.2024
- Birinci, İkinci derken şimdi de Üçüncü Dünya Savaşı / 28.11.2024