İngiltere'nin 47 yaşındaki genç başbakanı Tony Blair eşi doğum yapacak diye bir ay "doğum izni" alıp ayrılıyor, İngiltere'nin kılı kıpırdamıyor.
Ne dolar fırlıyor, ne borsa çöküyor.
Ama Türkiye'nin 80 yaşındaki; gaz sıkışıklığı sıkıntısından muzdarip, kaburga kemiği kırık, bacağında filibit olan, nörolojik rahatsızlığı bulunan başbakanı (Rahşan daha başka neleri saklıyor? Rahşan kim, statüsü ne?) hastahaneye gidiyor, ekonomi tepetaklak oluyor.
Ne çürük ekonomiymiş ki bir bağırsak düğümlenmesiyle yıkılıyor!..
Üstelik Başbakanımız, iki saatte bir ilaç almak kaydıyla günde ancak yedi saat tam olarak konsantrasyonunu sağlayabiliyormuş.
"Diğer zamanlarda", zorunlu olarak basınla muhatap olduğu takdirde nasıl cevaplar verdiğini hep beraber gördük.
Bu ne demektir? Türkiye'nin Başbakanlığı gibi zaman zaman 24 saatin az geleceği, en azından dinlenirken bile fikren uyanık olunması gereken bir görevi "part time" üstlenmek demektir.Bu yedi saatin dışında Türkiye'de ve dünyada hiçbir şey olmayacak, hayat duracak, krizler bitecek, hepsi tekrar harekete geçmek için başbakanın "periyotlarını" bekleyecek.
Durdurun dünyayı inecek var.
Bir insanın yaşlanması ayıp değildir. Hastalık da insanlar içindir. Her birimiz kim bilir nasıl yaşlılıklar yaşayacağız. Allah Ecevit'e ve herkese yardım etsin, âcil şifalar versin.
Fakat normal olmayan, yukarıda saydığımız rahatsızlıkları olan bu insanı "yok canım turp gibi" diyerek çalışmaya mecbur bırakıp, kırık kaburgayla evde saklayarak eziyet çektirmektir. Ecevit'in hasta olmaya, dinlenmeye hakkı yok mudur? Bırakın insanı yahu rahat rahat hasta olsun...
Yoksa bu saydığımız hastalıklarla malûl bir insanın Türkiye'yi yönetmesinden fayda umanlar mı vardır? 7 saatin dışındaki otorite boşluğunu, siyasi vakumu bildiği gibi kullananlar, meydanı boş bulup, dilediği gibi at koşturanlar mı vardır?
Başka bir açıdan bakarsanız Türkiye de en azından İngiltere kadar güçlüdür. Bağırsakları sıkışan, filibitli, nörotik, kırık kaburgalı, 80 yaşındaki, "part time" bir kimse bile bu ülkede başbakanlık yapabilmektedir.. Ülke iyi kötü yol almaktadır, günlük işler derinden, "derin derin" yürütülmektedir.
Ama krizler de bir türlü bitmemektedir. Yoksa o çok öğündükleri "uyum ve istikrar" denilen şey bu mudur? Böyle bir başbakanın "göstermelik" liderliğinde hükümetin, devletin, ülkenin diğer alanlarında ve o 7 saatin dışındaki zamanlarda bulanık-karanlık sularda "gemisini yüzdüren kaptan" rolü oynamak mıdır istikrar?
Mesut Yılmaz buyurmuş ki; "Kimse merak etmesin Türkiye muz cumhuriyeti değildir."
Elbette değildir. Ama ben de Türkiye'nin "olmadığı", "olmaması gereken" en az elli çeşit cumhuriyet türü sayabilirim.
Türkiye aynı zamanda; "bozukluklar, azgınlıklar, hırsızlıklar, talan ve soygunlar, hortumlamalar, rüşvetler, haram yemeler, saçı bitmedik yetimlerin haklarına göz dikmeler,
bunca ahlâksızlık, rezalet, kepazelikler" (M. Şevki Eygi. "Vertical Çözüm") Cumhuriyeti de değildir sayın Yılmaz, olmamalıdır..
Derviş acaba neden susuyor zannediyorsunuz? Geçen hafta, Atlantik ötesinden "aldığı işaretlerle" seçimden söz etmiş, "Ekonomi seçimle bozulmaz" demişti de herkes kızmıştı. Kahkonen de aynı şeyi söyledi, "sistem artık oturdu, bozulmaz" dedi.
Amerika, IMF, Dünya Bankası yoksa; 57'inci hükümetin görevini başarıyla tamamladığına, vâdesinin dolduğuna mı hükmettiler?
Derviş, teamüllere asla uymayan bir biçimde, Amerikan Büyükelçisi ile bunun için mi yemek yedi?
Ya Tayyip'e ne demeli? "Kahtı Rical"de fırsat bulup söz söylüyor, "Türkiye başsız ve başbakansız" diyor.
Başbakansız olduğunu sınama yanılma yoluyla öğrendik de, acaba hakikaten "başsız" mı? Neden "başsız" diyor?
"Baş'sız" olmasını mı tercih ediyor?
O da mı bulanık suda balık avlayacak?
Ne dolar fırlıyor, ne borsa çöküyor.
Ama Türkiye'nin 80 yaşındaki; gaz sıkışıklığı sıkıntısından muzdarip, kaburga kemiği kırık, bacağında filibit olan, nörolojik rahatsızlığı bulunan başbakanı (Rahşan daha başka neleri saklıyor? Rahşan kim, statüsü ne?) hastahaneye gidiyor, ekonomi tepetaklak oluyor.
Ne çürük ekonomiymiş ki bir bağırsak düğümlenmesiyle yıkılıyor!..
Üstelik Başbakanımız, iki saatte bir ilaç almak kaydıyla günde ancak yedi saat tam olarak konsantrasyonunu sağlayabiliyormuş.
"Diğer zamanlarda", zorunlu olarak basınla muhatap olduğu takdirde nasıl cevaplar verdiğini hep beraber gördük.
Bu ne demektir? Türkiye'nin Başbakanlığı gibi zaman zaman 24 saatin az geleceği, en azından dinlenirken bile fikren uyanık olunması gereken bir görevi "part time" üstlenmek demektir.Bu yedi saatin dışında Türkiye'de ve dünyada hiçbir şey olmayacak, hayat duracak, krizler bitecek, hepsi tekrar harekete geçmek için başbakanın "periyotlarını" bekleyecek.
Durdurun dünyayı inecek var.
Bir insanın yaşlanması ayıp değildir. Hastalık da insanlar içindir. Her birimiz kim bilir nasıl yaşlılıklar yaşayacağız. Allah Ecevit'e ve herkese yardım etsin, âcil şifalar versin.
Fakat normal olmayan, yukarıda saydığımız rahatsızlıkları olan bu insanı "yok canım turp gibi" diyerek çalışmaya mecbur bırakıp, kırık kaburgayla evde saklayarak eziyet çektirmektir. Ecevit'in hasta olmaya, dinlenmeye hakkı yok mudur? Bırakın insanı yahu rahat rahat hasta olsun...
Yoksa bu saydığımız hastalıklarla malûl bir insanın Türkiye'yi yönetmesinden fayda umanlar mı vardır? 7 saatin dışındaki otorite boşluğunu, siyasi vakumu bildiği gibi kullananlar, meydanı boş bulup, dilediği gibi at koşturanlar mı vardır?
Başka bir açıdan bakarsanız Türkiye de en azından İngiltere kadar güçlüdür. Bağırsakları sıkışan, filibitli, nörotik, kırık kaburgalı, 80 yaşındaki, "part time" bir kimse bile bu ülkede başbakanlık yapabilmektedir.. Ülke iyi kötü yol almaktadır, günlük işler derinden, "derin derin" yürütülmektedir.
Ama krizler de bir türlü bitmemektedir. Yoksa o çok öğündükleri "uyum ve istikrar" denilen şey bu mudur? Böyle bir başbakanın "göstermelik" liderliğinde hükümetin, devletin, ülkenin diğer alanlarında ve o 7 saatin dışındaki zamanlarda bulanık-karanlık sularda "gemisini yüzdüren kaptan" rolü oynamak mıdır istikrar?
Mesut Yılmaz buyurmuş ki; "Kimse merak etmesin Türkiye muz cumhuriyeti değildir."
Elbette değildir. Ama ben de Türkiye'nin "olmadığı", "olmaması gereken" en az elli çeşit cumhuriyet türü sayabilirim.
Türkiye aynı zamanda; "bozukluklar, azgınlıklar, hırsızlıklar, talan ve soygunlar, hortumlamalar, rüşvetler, haram yemeler, saçı bitmedik yetimlerin haklarına göz dikmeler,
bunca ahlâksızlık, rezalet, kepazelikler" (M. Şevki Eygi. "Vertical Çözüm") Cumhuriyeti de değildir sayın Yılmaz, olmamalıdır..
Derviş acaba neden susuyor zannediyorsunuz? Geçen hafta, Atlantik ötesinden "aldığı işaretlerle" seçimden söz etmiş, "Ekonomi seçimle bozulmaz" demişti de herkes kızmıştı. Kahkonen de aynı şeyi söyledi, "sistem artık oturdu, bozulmaz" dedi.
Amerika, IMF, Dünya Bankası yoksa; 57'inci hükümetin görevini başarıyla tamamladığına, vâdesinin dolduğuna mı hükmettiler?
Derviş, teamüllere asla uymayan bir biçimde, Amerikan Büyükelçisi ile bunun için mi yemek yedi?
Ya Tayyip'e ne demeli? "Kahtı Rical"de fırsat bulup söz söylüyor, "Türkiye başsız ve başbakansız" diyor.
Başbakansız olduğunu sınama yanılma yoluyla öğrendik de, acaba hakikaten "başsız" mı? Neden "başsız" diyor?
"Baş'sız" olmasını mı tercih ediyor?
O da mı bulanık suda balık avlayacak?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002