AKP'nin ve hükümetin en yetkili iki ismi Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 17 Aralık Zirvesi dönüşünde İstanbul ve Ankara'da "işte lider, işte AB" sloganları ve AB bayraklarıyla karşılanmış ve hatta Melih Gökçek'in aldığı talimatı biraz da abartarak yerine getirmesi sonucu Kızılay Meydanı'nda AB bayramı kutlanmıştı! Erdoğan ve Gül de, "bayramınız kutlu olsun" diyerek partilileri selamlamıştı.
Birkaç gün sonra Meclis'te Erdoğan ve Gül yine aynı pişkinlikle muhalefetin cılız da olsa dile getirdiği "Zirve sonuçları bayram yapılacak nitelikte değil, Kıbrıs şartı, kalıcı kısıtlamalar ve ucu açıklık konuları tehlikeli" eleştirilerine sadece gülüp geçmişlerdi. Hatta Gül büyük bir sinirle Meclis kürsüsüne çıkıp, "siz bizi kıskanıyorsunuz. Elinizdeki çeviriler yanlış" diyerek tepkisini dile getirmişti.
Başbakan ve Dışişleri Bakanı Brüksel'de "yedikleri kazığın" besbelli farkında değillerdi. Belli ki, Erdoğan'ın "çeptır(chapter)"lı İngilizcesi Zirve'de imza atılan bildiriyi çözmeye yetmemiş, Dışişleri Bakanı Gül ve Erdoğan'ın baştercümanı Egemen Bağış'ın İngilizceleri de "zafer sarhoşluğuna" erken kapılmadan olsa gerek, yetersiz kalmıştı.
Türkiye, geleceğini ilgilendiren böyle bir dönemeçte, bu önemdeki bir bildirinin ne anlama geldiğini çözecek bilirkişiden yoksun kalmıştı.
Aradan 10 gün geçti, Türk Dışişleri 17 Aralık'ta yediği kazığın farkına ancak varabildi.
Dışişleri Bakanlığı AB Daimi Temsilcisi Oğuz Demiralp tarafından AB Komisyonu'na verilen notayla, "süresi sınırlı olmayıp amacı geçici nitelik taşımayan kısıtlamaların AB temel ilkelerine aykırı olduğu ve Ortak tarım politikası ve yapısal fonlarda da kalıcı sınırlama getirilmesinin de AB'nin Türkiye'ye ayrımcı bir tutum benimseyeceği izlenimini doğuracağı" belirtildi.
Böyle bir komedi, trajedi ve çelişki örneğini Türkiye tarihi kaydetmediği gibi dünyada da bu olayın bir benzeri olduğunu sanmıyorum.
Bir ülkenin Başbakanı, Dışişleri bakanı, Dışişleri bürokratları
ve üst düzey tüm devlet erkânı önemli bir zirvede ülkenin kaderini tayin edecek bir metne imza atıyor. Daha sonra ülkelerine dönüşte bayram havasıyla karşılanıyorlar ve kendilerini eleştirenlere "bizi kıskanmayın" deniliyor. Bir süre sonra aynı ülkenin aynı Dışişleri bakanlığı imza attığı metne itiraz niteliğinde bir nota vererek, "burada alınan kararlar ayrımcılık, kabul edilemez" diyor. Böyle bir ülke, böyle bir siyasi irade, böyle bir komedi olabilir mi? Daha doğrusu bütün bunların olduğu "o ülke" Türkiye olabilir mi? Maalesef oluyor.
AB'ci sağır, dilsiz, kör ve duyusuz medya bu notayı ustaca görmezden geldi. Çünkü bugüne kadar yaptıkları AB bayramını, hazır Noel'e de denk gelmişken berbat edemezlerdi! Etmediler de. Ama bazıları bu nota haberini verirken, milleti "enayi" yerine koyup hükümeti göklere çıkarmanın bir yolunu buldu. Nasıl mı?
"Bir devletin başka bir devlete veya elçisine yaptığı bildiri" anlamına geleni ve Dışişleri'nin yaptığına uyan notayı; "bir devletin başka bir devlete verdiği ve hiçbir tartışma veya karşı koymaya yer bırakmaksızın, tanıdığı sürede isteklerinin yerine getirilmesini istediği nota" ile bilerek karıştırmak suretiyle "AKP'den AB'ye sert nota" şeklinde çarpıtarak.
Ama Dışişlerinin notası, AB nezdinde moda tabirle sadece "not edilir" nitelikte. O da belki!
Anlayacağınız, Dışişlerinin notası, hükümetin beceriksizliğini, basiretsizliğini ve kendi içinde yaşadığı büyük çelişkileri ortaya koymanın ötesinde, AB nazarında, 9. Senfoninin notaları kadar bile kıymeti yok!
Birkaç gün sonra Meclis'te Erdoğan ve Gül yine aynı pişkinlikle muhalefetin cılız da olsa dile getirdiği "Zirve sonuçları bayram yapılacak nitelikte değil, Kıbrıs şartı, kalıcı kısıtlamalar ve ucu açıklık konuları tehlikeli" eleştirilerine sadece gülüp geçmişlerdi. Hatta Gül büyük bir sinirle Meclis kürsüsüne çıkıp, "siz bizi kıskanıyorsunuz. Elinizdeki çeviriler yanlış" diyerek tepkisini dile getirmişti.
Başbakan ve Dışişleri Bakanı Brüksel'de "yedikleri kazığın" besbelli farkında değillerdi. Belli ki, Erdoğan'ın "çeptır(chapter)"lı İngilizcesi Zirve'de imza atılan bildiriyi çözmeye yetmemiş, Dışişleri Bakanı Gül ve Erdoğan'ın baştercümanı Egemen Bağış'ın İngilizceleri de "zafer sarhoşluğuna" erken kapılmadan olsa gerek, yetersiz kalmıştı.
Türkiye, geleceğini ilgilendiren böyle bir dönemeçte, bu önemdeki bir bildirinin ne anlama geldiğini çözecek bilirkişiden yoksun kalmıştı.
Aradan 10 gün geçti, Türk Dışişleri 17 Aralık'ta yediği kazığın farkına ancak varabildi.
Dışişleri Bakanlığı AB Daimi Temsilcisi Oğuz Demiralp tarafından AB Komisyonu'na verilen notayla, "süresi sınırlı olmayıp amacı geçici nitelik taşımayan kısıtlamaların AB temel ilkelerine aykırı olduğu ve Ortak tarım politikası ve yapısal fonlarda da kalıcı sınırlama getirilmesinin de AB'nin Türkiye'ye ayrımcı bir tutum benimseyeceği izlenimini doğuracağı" belirtildi.
Böyle bir komedi, trajedi ve çelişki örneğini Türkiye tarihi kaydetmediği gibi dünyada da bu olayın bir benzeri olduğunu sanmıyorum.
Bir ülkenin Başbakanı, Dışişleri bakanı, Dışişleri bürokratları
ve üst düzey tüm devlet erkânı önemli bir zirvede ülkenin kaderini tayin edecek bir metne imza atıyor. Daha sonra ülkelerine dönüşte bayram havasıyla karşılanıyorlar ve kendilerini eleştirenlere "bizi kıskanmayın" deniliyor. Bir süre sonra aynı ülkenin aynı Dışişleri bakanlığı imza attığı metne itiraz niteliğinde bir nota vererek, "burada alınan kararlar ayrımcılık, kabul edilemez" diyor. Böyle bir ülke, böyle bir siyasi irade, böyle bir komedi olabilir mi? Daha doğrusu bütün bunların olduğu "o ülke" Türkiye olabilir mi? Maalesef oluyor.
AB'ci sağır, dilsiz, kör ve duyusuz medya bu notayı ustaca görmezden geldi. Çünkü bugüne kadar yaptıkları AB bayramını, hazır Noel'e de denk gelmişken berbat edemezlerdi! Etmediler de. Ama bazıları bu nota haberini verirken, milleti "enayi" yerine koyup hükümeti göklere çıkarmanın bir yolunu buldu. Nasıl mı?
"Bir devletin başka bir devlete veya elçisine yaptığı bildiri" anlamına geleni ve Dışişleri'nin yaptığına uyan notayı; "bir devletin başka bir devlete verdiği ve hiçbir tartışma veya karşı koymaya yer bırakmaksızın, tanıdığı sürede isteklerinin yerine getirilmesini istediği nota" ile bilerek karıştırmak suretiyle "AKP'den AB'ye sert nota" şeklinde çarpıtarak.
Ama Dışişlerinin notası, AB nezdinde moda tabirle sadece "not edilir" nitelikte. O da belki!
Anlayacağınız, Dışişlerinin notası, hükümetin beceriksizliğini, basiretsizliğini ve kendi içinde yaşadığı büyük çelişkileri ortaya koymanın ötesinde, AB nazarında, 9. Senfoninin notaları kadar bile kıymeti yok!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012