ABD Başkanı Trump, içeride sıkıştığı için Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilân ederek Yahudilerin desteğini sağlamak ve böylece rahatlamak istedi demek, maksatlı değilse, tam bir cehalet örneğidir. Çünkü Kudüs'ün, İsrail'in başkenti yapılması, siyasetten öte dini bir meseledir. O bakımdan Kudüs'e dini açıdan bakmayan Müslümanlar, zokayı yutmakta ve kendilerini hür sanan kölelere dönüşmektedirler.
ABD ve İsrail, Kudüs konusunda ortak inanca sahipler ve ortak dini bir savaş yürütmektedirler. Kudüs'ün başkent yapılması, söz konusu savaşta yeni safhaya geçiştir.
Michael Baıget, "Dünyanın Sonunu Getirme Plânları" adlı kitabında, ABD'nin dış politikasının ABD ve İsrail'in ortak inancına göre şekillendirildiğini belirtiyor ve şöyle diyor: "Yeni Haçlı Seferi diğer adıyla Armageddon Savaşı, bizzat baba Bush tarafından Birinci Körfez Savaşı ile başlatıldı, ancak ilânını oğul Bush, 11 Eylül olaylarının ertesinde yaptı."
Buna rağmen İslâm ülkeleri, yine gafletten uyanmamış ve politikalarını değiştirmemişlerdir. Türkiye dâhil, tüm İslâm ülkeleri ABD ve İsrail ile ilişkileri aynı minval üzere sürdürmüşlerdir. Hâlbuki ABD ve İsrail, asırlık plânlarını nakış nakış işlemiş ve zamanı geldiğinde de gerekli adımları atmışlardır.
Kudüs adımından önce, Suriye, Irak, Libya, Mısır ve Yemen'de yapılanları doğru okuyamayanlar ve hatta o yapılanlara destek verenler, şimdi feryat ediyor ve hamasi nutuklarla iş göreceklerini zannediyorlar.
Peki, iş işten tamamıyla geçti mi? Hayır, geçmemiştir. Alınması gereken somut kararlar hâlâ mevcuttur. Ne yazık ki, İstanbul'da toplanan İslâm İşbirliği Teşkilâtı, bu kararların hiçbirisini gündeme getirmemiştir.
"Meselâ hangi kararlar alınabilirdi?" denilirse, ilk akla gelenler şöyle sıralanabilir: Kral Faysal'ın yaptığı ve Batılı ülkeleri dize getirdiği gibi, petrol ambargosu kararı alınabilirdi. Buna ilâveten ABD ile yapılan silâh antlaşmaları iptal edilebilir ve İslâm ülkelerinde bulunan ABD'nin bütün askeri üsleri kapatılabilirdi. Dahası, İslâm İşbirliği Teşkilâtı'nın 57 üye ülkesi, ABD'deki elçilerini ve bankalarındaki mevduatlarını geri çekebilirdi.
Maalesef, İslâm İşbirliği Teşkilâtı bu yönde hiçbir karar alamadı. Sadece yaptığı, bağımsız ve özgür olmayan Filistin devletinin başkenti olarak Doğu Kudüs'ü ilân etmek ve bunu da tarihi karar diyerek dünyaya duyurmak oldu.
İyi de, bunun anlamı Batı Kudüs'ü İsrail'e bırakmak demek değil mi? Bu durumda ABD ve diğer devletler, büyükelçiliklerini Batı Kudüs'e taşırlarsa, İslâm İşbirliği Teşkilâtı'nın tepkisi anlamsız kalmaz mı?
Hâsılı Müslümanlar, Kudüs meselesini, ilkönce gönüllerinde ve zihinlerinde çözmek zorundadırlar. Bunu başarabilirlerse, çağın Selâhaddin'i haşmetiyle, kuvvet ve kudretiyle ortaya çıkar ve Kudüs meselesinin nasıl çözüleceğini dünyaya gösterir.
ABD ve İsrail, Kudüs konusunda ortak inanca sahipler ve ortak dini bir savaş yürütmektedirler. Kudüs'ün başkent yapılması, söz konusu savaşta yeni safhaya geçiştir.
Michael Baıget, "Dünyanın Sonunu Getirme Plânları" adlı kitabında, ABD'nin dış politikasının ABD ve İsrail'in ortak inancına göre şekillendirildiğini belirtiyor ve şöyle diyor: "Yeni Haçlı Seferi diğer adıyla Armageddon Savaşı, bizzat baba Bush tarafından Birinci Körfez Savaşı ile başlatıldı, ancak ilânını oğul Bush, 11 Eylül olaylarının ertesinde yaptı."
Buna rağmen İslâm ülkeleri, yine gafletten uyanmamış ve politikalarını değiştirmemişlerdir. Türkiye dâhil, tüm İslâm ülkeleri ABD ve İsrail ile ilişkileri aynı minval üzere sürdürmüşlerdir. Hâlbuki ABD ve İsrail, asırlık plânlarını nakış nakış işlemiş ve zamanı geldiğinde de gerekli adımları atmışlardır.
Kudüs adımından önce, Suriye, Irak, Libya, Mısır ve Yemen'de yapılanları doğru okuyamayanlar ve hatta o yapılanlara destek verenler, şimdi feryat ediyor ve hamasi nutuklarla iş göreceklerini zannediyorlar.
Peki, iş işten tamamıyla geçti mi? Hayır, geçmemiştir. Alınması gereken somut kararlar hâlâ mevcuttur. Ne yazık ki, İstanbul'da toplanan İslâm İşbirliği Teşkilâtı, bu kararların hiçbirisini gündeme getirmemiştir.
"Meselâ hangi kararlar alınabilirdi?" denilirse, ilk akla gelenler şöyle sıralanabilir: Kral Faysal'ın yaptığı ve Batılı ülkeleri dize getirdiği gibi, petrol ambargosu kararı alınabilirdi. Buna ilâveten ABD ile yapılan silâh antlaşmaları iptal edilebilir ve İslâm ülkelerinde bulunan ABD'nin bütün askeri üsleri kapatılabilirdi. Dahası, İslâm İşbirliği Teşkilâtı'nın 57 üye ülkesi, ABD'deki elçilerini ve bankalarındaki mevduatlarını geri çekebilirdi.
Maalesef, İslâm İşbirliği Teşkilâtı bu yönde hiçbir karar alamadı. Sadece yaptığı, bağımsız ve özgür olmayan Filistin devletinin başkenti olarak Doğu Kudüs'ü ilân etmek ve bunu da tarihi karar diyerek dünyaya duyurmak oldu.
İyi de, bunun anlamı Batı Kudüs'ü İsrail'e bırakmak demek değil mi? Bu durumda ABD ve diğer devletler, büyükelçiliklerini Batı Kudüs'e taşırlarsa, İslâm İşbirliği Teşkilâtı'nın tepkisi anlamsız kalmaz mı?
Hâsılı Müslümanlar, Kudüs meselesini, ilkönce gönüllerinde ve zihinlerinde çözmek zorundadırlar. Bunu başarabilirlerse, çağın Selâhaddin'i haşmetiyle, kuvvet ve kudretiyle ortaya çıkar ve Kudüs meselesinin nasıl çözüleceğini dünyaya gösterir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018