Türkiye’nin manzarası içten de ve dıştan da hiç iç açıcı görünmüyor.
Türkiye sadece sürükleniyor.
Bırakın İran’ın, Rusya’nın, Çin’in, İsrail’in geleceğe dönük programlarını… Kıbrıs Rum kesiminin dahi gelecek 20-30 yılına dair bir planı var, projeksiyonu var.
Türkiye’nin de önümüzdeki yılları için şu planı var, diyebilir misiniz?
Diyemiyoruz…
Şu devlet ve hükümet manzarasına bakın:
Kim, kimi alaşağı edecek? Kim, kimin kasetini, dosyasını piyasaya sürecek? Kim, kimin koltuğunu kapacak? Kim, kimi kodese tıkacak? Bugün Silivri’ye kim postalanacak?!
Devlet ve milletin hayatı bu sorular ekseninde geçip gidiyor. Türkiye bu gelişmeler çerçevesinde harala gürele sürükleniyor.
Hükümetin bir planı olmadığı icraatlarından belli… Gidişatından belli. Ama “devlet mekanizması” diye bir şey de kalmadı ortada.
Evet, Anayasa’mızda “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” kimliği ve tarifi var. Lakin bu tariften ne kaldı ortada?
Demokrasi perspektifinden, laik perspektiften, sosyal devlet ve hukuk devleti perspektifinden bakın bakalım, “devlet” adına ne görünüyor ortada?
10-15 sene önce “devlet” denildiği zaman, hatıra bir şeyler geliyordu. Tüzel kişilik de olsa, zihinlerde “devlet” adına bir imaj oluşuyordu.
Vatandaşın “devlet kapısı” diye varacağı yeri kalmamış.
Yasama ve Yürütme erki, devletin temel nizamının ve esaslarını tartışma zemininde ele alıyor. Devleti, bizzat kendi erkleri, kendi dişlileri yiyor adeta. Kendi kendine eriyor.
Yargının vaziyeti ortada… Yargı’nın kalbi, Silivri’de atıyor. Hukuk devleti perspektifinden bakılınca, adalet adeta Silivri’de can çekişiyor.
İktidarın icraatlarına aykırı sesleri susturma, muhalefetin dilini kesme; azınlıklara ve ecnebilere her türlü hak ve hizmeti temin etme, Habur girişinde ise PKK’ya kırmızı halı serme mekanizmasına dönüştürülmüş bir imaj var!
O zaman da, devlet kim, devlet ne, suali karşılıksız kalıyor.
AKP hükümeti icraatlarıyla diyor ki, devlet benim.
Özel yetkili savcı ise, hayır, devlet benim, diyor… Genelkurmay Başkanı dahil tutukladığını kodese gönderiyor. Başbakan ise yıllarca beraber çalıştığı, terfi ettirip rütbe taktığı devletin en üst düzey personelinin yaşadığı vaziyet karşısında, “keşke tutuksuz yargılama yapılsa, daha isabetli olurdu” temennisini bildiriyor…
Bu vaziyet karşısında, vatandaş, yoksa bazı stratejistlerin son günlerde dikkat çektiği, “Yoksa devlet mekanizmasının bazı çarkları Başbakan’a da mı oyun kuruyor?!” endişesine kapılıyor.
Bu arada BDP de, devlet benim diyor. Selahattin Demirtaş, Genelkurmay Başkanına “benim nezdimde onbaşısın” cümlesini patlatıyor.
Erdoğan, Süleymaniye’de Türk komutan ve askerinin başına çuval geçiren işgalci Amerika karşısında dik dursa ve “nota verecek misiniz” sorusunu “nota mı, müzik notası değil ki…” cümlesiyle geçiştirmeseydi; Demirtaş böyle bir çıkış yapamazdı.
Bor’un pazarı geçtikten sonra; Erdoğan’ın şimdilerde güya asker yanlısı çıkışlar yapması, ne kendisini, ne de devleti kurtarıyor.
Vatandaş, Habur’da PKK’nın ayaklarının altına kırmızı halı serilmesi ile 6-7 ay önce Genelkurmay Başkanı olan zâtın Silivri’ye tıkılması manzaralarını yan yana getirince; devlet nerede, ne iş yapar sorusuna cevap bulamıyor. Aklı karışıyor. Devletini hafızasında kaybediyor.
Yapılan yanlış icraatlar ve basiretsiz idare sebebiyle geçmişten düne devlet milletini, dünden de bugüne millet devletini kaybetmiş vaziyette… Millet de, devlet de adeta enkaz halinde!
Milletinin yüreğinde kaybolmaya başlamış bir devletin, ne geleceğe dair bir projeksiyonu olabilir, ne de geleceği… AKP iktidarı böyle bir devlet ve millet enkazını taşıyamaz.
Türkiye sadece sürükleniyor.
Bırakın İran’ın, Rusya’nın, Çin’in, İsrail’in geleceğe dönük programlarını… Kıbrıs Rum kesiminin dahi gelecek 20-30 yılına dair bir planı var, projeksiyonu var.
Türkiye’nin de önümüzdeki yılları için şu planı var, diyebilir misiniz?
Diyemiyoruz…
Şu devlet ve hükümet manzarasına bakın:
Kim, kimi alaşağı edecek? Kim, kimin kasetini, dosyasını piyasaya sürecek? Kim, kimin koltuğunu kapacak? Kim, kimi kodese tıkacak? Bugün Silivri’ye kim postalanacak?!
Devlet ve milletin hayatı bu sorular ekseninde geçip gidiyor. Türkiye bu gelişmeler çerçevesinde harala gürele sürükleniyor.
Hükümetin bir planı olmadığı icraatlarından belli… Gidişatından belli. Ama “devlet mekanizması” diye bir şey de kalmadı ortada.
Evet, Anayasa’mızda “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” kimliği ve tarifi var. Lakin bu tariften ne kaldı ortada?
Demokrasi perspektifinden, laik perspektiften, sosyal devlet ve hukuk devleti perspektifinden bakın bakalım, “devlet” adına ne görünüyor ortada?
10-15 sene önce “devlet” denildiği zaman, hatıra bir şeyler geliyordu. Tüzel kişilik de olsa, zihinlerde “devlet” adına bir imaj oluşuyordu.
Vatandaşın “devlet kapısı” diye varacağı yeri kalmamış.
Yasama ve Yürütme erki, devletin temel nizamının ve esaslarını tartışma zemininde ele alıyor. Devleti, bizzat kendi erkleri, kendi dişlileri yiyor adeta. Kendi kendine eriyor.
Yargının vaziyeti ortada… Yargı’nın kalbi, Silivri’de atıyor. Hukuk devleti perspektifinden bakılınca, adalet adeta Silivri’de can çekişiyor.
İktidarın icraatlarına aykırı sesleri susturma, muhalefetin dilini kesme; azınlıklara ve ecnebilere her türlü hak ve hizmeti temin etme, Habur girişinde ise PKK’ya kırmızı halı serme mekanizmasına dönüştürülmüş bir imaj var!
O zaman da, devlet kim, devlet ne, suali karşılıksız kalıyor.
AKP hükümeti icraatlarıyla diyor ki, devlet benim.
Özel yetkili savcı ise, hayır, devlet benim, diyor… Genelkurmay Başkanı dahil tutukladığını kodese gönderiyor. Başbakan ise yıllarca beraber çalıştığı, terfi ettirip rütbe taktığı devletin en üst düzey personelinin yaşadığı vaziyet karşısında, “keşke tutuksuz yargılama yapılsa, daha isabetli olurdu” temennisini bildiriyor…
Bu vaziyet karşısında, vatandaş, yoksa bazı stratejistlerin son günlerde dikkat çektiği, “Yoksa devlet mekanizmasının bazı çarkları Başbakan’a da mı oyun kuruyor?!” endişesine kapılıyor.
Bu arada BDP de, devlet benim diyor. Selahattin Demirtaş, Genelkurmay Başkanına “benim nezdimde onbaşısın” cümlesini patlatıyor.
Erdoğan, Süleymaniye’de Türk komutan ve askerinin başına çuval geçiren işgalci Amerika karşısında dik dursa ve “nota verecek misiniz” sorusunu “nota mı, müzik notası değil ki…” cümlesiyle geçiştirmeseydi; Demirtaş böyle bir çıkış yapamazdı.
Bor’un pazarı geçtikten sonra; Erdoğan’ın şimdilerde güya asker yanlısı çıkışlar yapması, ne kendisini, ne de devleti kurtarıyor.
Vatandaş, Habur’da PKK’nın ayaklarının altına kırmızı halı serilmesi ile 6-7 ay önce Genelkurmay Başkanı olan zâtın Silivri’ye tıkılması manzaralarını yan yana getirince; devlet nerede, ne iş yapar sorusuna cevap bulamıyor. Aklı karışıyor. Devletini hafızasında kaybediyor.
Yapılan yanlış icraatlar ve basiretsiz idare sebebiyle geçmişten düne devlet milletini, dünden de bugüne millet devletini kaybetmiş vaziyette… Millet de, devlet de adeta enkaz halinde!
Milletinin yüreğinde kaybolmaya başlamış bir devletin, ne geleceğe dair bir projeksiyonu olabilir, ne de geleceği… AKP iktidarı böyle bir devlet ve millet enkazını taşıyamaz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019