AB sürecinde Genel başkanlar başta olmak üzere poltikacılarımızın büyük çoğunluğu güya demokratikleşme paketleri açıyor. Paket üstüne paket açılıyor. Bu arada yeldeğirmenleri karşısındaki Don Kişot edasıyla global odakların güdümündeki politikacılarımız tarafından kendi imalatları olan sanal "statüko"lara karşı cepheler açılıyor.
Ne menem şeydir bu statüko mu, diyorsunuz?
Dış odakların ve onların güdümündeki yerlilerin statükodan maksatları, ABD eski Büyükelçisi ve CIA uzmanı Morton Abromowitz'in editörlüğüyle piyasaya sürülen Türkiye'nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası raporunda değinildiği üzere, Türk devletini ayakta tutan ve her türlü riskleri göğüsleyen iradeler ve kurumlardır. Bu statüko kavramı içinde Kuvay-ı Milliye ruhuna sahip vatan evladının tamamı düşünüldüğü gibi öncelikle ve bizzat ordu kastediliyor. AB kriterleri çerçevesinde üzerinde işlem yapılması istenen işte bu alanlardır.
Dolayısıyla mesela, hiçbir AB kriteri Türkiye'deki partiiçi statükoyu veya lider sultasınını hedef almıyor. Partiiçi statüko ve lider sultasıyla can çekişen siyasi yapılanmalarla "ülke yönetiminin demokratikleşmesi"nin zor olacağına hiçbir AB şefi dikkat çekmiyor.
Bu bağlamda AB'nin Türkiye'ye dayattığı demokratikleşme paketi, halkın temel hak ve hürriyetlerinin teminat altına alınması şeklindeki "bir tutam göstermelik demokratik nimet"le devletin gücünün zayıflatılması ve onu ayakta tutan iradelerinin zaafiyete düşürülmesidir.
Milletimizin, bu bir tutam nimetle esarete ve yokedilişe doğru çekilmesidir; hiç kimse kimseyi kandırmasın.
Bu noktada kendi halkımıza çok rahatlıkla ve doyasıya verilmesi mümkün olan temel hakların ve hürriyetlerin adresini, "ancak global odaklar ve AB" olarak gösteren siyasetçiler ve aydınlar, maalesef bu "demokratik pakete sarılı global yıkıcı oyun"un birer figüranıdırlar.
Bu oyun, ülkesinde idam cezasını aksatmadan uygulayan ABD şeflerinin, güya yardımcı oluyormuş edasıyla Türkiye'ye AB bağlamında "idamı kaldırması" baskısına benzer paradoksları da günyüzüne çıkartıyor
Aynı demokratik vaziyet, "ABD-AB kurmalı ve IMF köstekli" yerli siyasetçilerimiz için de sözkonusudur.
İlginçtir, hepsi güya demokratikleşmeyi istiyor, ama yıllarca şikayetçi oldukları "seçim yasaları"ndan kurtulup bir türlü "demokratik bir seçim ve parti" düzenlemesine gidemiyorlar. Dahası, demokrasinin varlığının işareti sayılan muhalefetilerinin parti içindeki 0.2 desibellik seslerini dahi kısmak için derhal "lider sultası veya parti töresi"ni işletiveriyorlar.
Böylece, başkanı bulundukları partileri yüzde 25-30'luk oranlardan yüzde 2'lere düşürseler bile onların koltuğu hiç sallanmıyor.
Aynı şekilde bazıları, ülkeyi yokluktan yokluğa, borçtan borca, bataktan batağa sürükleseler de kendi koltuklarının sallanmaması için her türlü yola başvurmayı "demokratik hak" olarak telakki ediyor. Bu hak, tam bir istismar niteliğindedir.
İşte bu kabil "demokratik istismarlara engel" olarak görülen irade, kurum ve toplum kesimlerinin "statüko" ve "statükocu" olarak değerlendirilerek çeşitli bahanelerle yola getirilmesi bir siyasi vazife kabul ediliyor.
Bu arada siyaset, "projesiz popülizm" ile "medya yazılarının ilhamlarıyla sınırlı" muhalefet arasında gidip gelen bir sarkaç olmayı sürdürüyor. Ülkemiz ise her bakımdan tehlike üstüne tehlike geçiriyor. Global odaklar da, ülkemizdeki tüm insan ve ekonomik kaynakları yağma Hasan'ın böreği olarak uzun ve kısa vadeli planlarında değerlendiriyor.
Tam bu noktada toplum, ders ve icazetini kendisinden ziyade global odaklardan almaya kilitlenip ülkeyi bölünmeye ve parçalanmaya sürükleyenlere, ülkenin kaynaklarını har vurup harman savuranlara asıl dersi, biraz gecikmeli de olsa seçimde veriyor. Uzmanların siyasal istikrarsızlık dedikleri gerçek, biraz da milletin bu kabil "hayırlı şamarlaması"ndan kaynaklanıyor.
Düşünün, 1991'de oy oranı 24.1 olan ANAP'ı, 1995'de 19.6'ya ve 1999'de 13.3'e kadar düşürdükten sonra en güncel anketlerde şimdi yüzde 2'lerde gezinen sayın Mesut Yılmaz'ın koltuğunu, parti içi demokrasi sallayamayınca, millet ilk seçimde savurmak durumunda kalacaktır. Pipolu Yılmaz'a ilişkin, ülkeye ne faydası olmuştur, sorusu bile zait düşmektedir.
Aynı durum DYP için de sözkonusudur. 1991'de 27.3 oranındaki DYP'yi güçlü desteklere rağmen 1995'te 19.1'e düşürmekle kalmayıp iktidarında ülkeye fayda sağlamayan ve hatta 55 milyar dolarlık AB-Gümrük Birliği zararına batıran Tansu Çiller, 1999'da 12.5'e düşürmüştür. Şimdi ise tabanına M. Ali Bayar'ın musallat olduğu DYP, baraj umudunu yitirmekle kalmamış, anketlerde yüzde 4-5'lerde gezinmektedir.
1991'de 4.9 oyu olan ve kendilerinin de hiç beklemedikleri biçimde 1999'da 18.1 fırlatılan MHP kurmayları, maalesef "belki bir umut"la verilen samimi desteğin adreslerini kaybetmişlerdir. MHP, şimdi, sayın Devlet Bahçeli'nin 1999 seçimlerinden bir hafta sonrasında bir "özel sohpet"teki bizzat ifadesiyle "gökten yere doğru fırlatılmış" vaziyetedir. Yere çakılmak üzere olan bir uçakta bulunanların yapacağı ne ise bugün, MHP kadrosunun yapması gereken odur.
İç ve dış oyunların ve figüranlarının farkına varan milletimiz, Kuvay-ı Milliye ruhuyla öyle bir Bağımsız Türkiye hesabına girmiştir ki, bugüne kadar bir şekilde Meclis'te kırmızı koltuk kapmış olanların artık hiçbir hesaplarının tutması mümkün değildir.
Millet, demokratikleşmesini ve kalkınmasını, biraz maliyetli ve uzun aralıklı da olsa kendisi gerçekleştiriyor. Bunun için AB'ye de ihtiyacı yok, IMF'ye de... AB ve IMF cenderesinde başını kaybetmekten ise, bu geleneksel yöntemin daha hayırlı ve doğru olduğuna kanaat ediyor. Kendi başının ağrısını kendi yöntemleriyle hallediyor.
Toplumumuzun, BTP'nin tüzel kişiliğinde ve Prof. Dr. Haydar Baş beyin şahsında abideleştirdiği Bağımsız ve Vergisiz Türkiye sevdası, işte bu milli geleneğin tüm global oyunlara rağmen şahlanışıdır. Sürpriz arayanlar, bu adrese koşsun.
Ne menem şeydir bu statüko mu, diyorsunuz?
Dış odakların ve onların güdümündeki yerlilerin statükodan maksatları, ABD eski Büyükelçisi ve CIA uzmanı Morton Abromowitz'in editörlüğüyle piyasaya sürülen Türkiye'nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası raporunda değinildiği üzere, Türk devletini ayakta tutan ve her türlü riskleri göğüsleyen iradeler ve kurumlardır. Bu statüko kavramı içinde Kuvay-ı Milliye ruhuna sahip vatan evladının tamamı düşünüldüğü gibi öncelikle ve bizzat ordu kastediliyor. AB kriterleri çerçevesinde üzerinde işlem yapılması istenen işte bu alanlardır.
Dolayısıyla mesela, hiçbir AB kriteri Türkiye'deki partiiçi statükoyu veya lider sultasınını hedef almıyor. Partiiçi statüko ve lider sultasıyla can çekişen siyasi yapılanmalarla "ülke yönetiminin demokratikleşmesi"nin zor olacağına hiçbir AB şefi dikkat çekmiyor.
Bu bağlamda AB'nin Türkiye'ye dayattığı demokratikleşme paketi, halkın temel hak ve hürriyetlerinin teminat altına alınması şeklindeki "bir tutam göstermelik demokratik nimet"le devletin gücünün zayıflatılması ve onu ayakta tutan iradelerinin zaafiyete düşürülmesidir.
Milletimizin, bu bir tutam nimetle esarete ve yokedilişe doğru çekilmesidir; hiç kimse kimseyi kandırmasın.
Bu noktada kendi halkımıza çok rahatlıkla ve doyasıya verilmesi mümkün olan temel hakların ve hürriyetlerin adresini, "ancak global odaklar ve AB" olarak gösteren siyasetçiler ve aydınlar, maalesef bu "demokratik pakete sarılı global yıkıcı oyun"un birer figüranıdırlar.
Bu oyun, ülkesinde idam cezasını aksatmadan uygulayan ABD şeflerinin, güya yardımcı oluyormuş edasıyla Türkiye'ye AB bağlamında "idamı kaldırması" baskısına benzer paradoksları da günyüzüne çıkartıyor
Aynı demokratik vaziyet, "ABD-AB kurmalı ve IMF köstekli" yerli siyasetçilerimiz için de sözkonusudur.
İlginçtir, hepsi güya demokratikleşmeyi istiyor, ama yıllarca şikayetçi oldukları "seçim yasaları"ndan kurtulup bir türlü "demokratik bir seçim ve parti" düzenlemesine gidemiyorlar. Dahası, demokrasinin varlığının işareti sayılan muhalefetilerinin parti içindeki 0.2 desibellik seslerini dahi kısmak için derhal "lider sultası veya parti töresi"ni işletiveriyorlar.
Böylece, başkanı bulundukları partileri yüzde 25-30'luk oranlardan yüzde 2'lere düşürseler bile onların koltuğu hiç sallanmıyor.
Aynı şekilde bazıları, ülkeyi yokluktan yokluğa, borçtan borca, bataktan batağa sürükleseler de kendi koltuklarının sallanmaması için her türlü yola başvurmayı "demokratik hak" olarak telakki ediyor. Bu hak, tam bir istismar niteliğindedir.
İşte bu kabil "demokratik istismarlara engel" olarak görülen irade, kurum ve toplum kesimlerinin "statüko" ve "statükocu" olarak değerlendirilerek çeşitli bahanelerle yola getirilmesi bir siyasi vazife kabul ediliyor.
Bu arada siyaset, "projesiz popülizm" ile "medya yazılarının ilhamlarıyla sınırlı" muhalefet arasında gidip gelen bir sarkaç olmayı sürdürüyor. Ülkemiz ise her bakımdan tehlike üstüne tehlike geçiriyor. Global odaklar da, ülkemizdeki tüm insan ve ekonomik kaynakları yağma Hasan'ın böreği olarak uzun ve kısa vadeli planlarında değerlendiriyor.
Tam bu noktada toplum, ders ve icazetini kendisinden ziyade global odaklardan almaya kilitlenip ülkeyi bölünmeye ve parçalanmaya sürükleyenlere, ülkenin kaynaklarını har vurup harman savuranlara asıl dersi, biraz gecikmeli de olsa seçimde veriyor. Uzmanların siyasal istikrarsızlık dedikleri gerçek, biraz da milletin bu kabil "hayırlı şamarlaması"ndan kaynaklanıyor.
Düşünün, 1991'de oy oranı 24.1 olan ANAP'ı, 1995'de 19.6'ya ve 1999'de 13.3'e kadar düşürdükten sonra en güncel anketlerde şimdi yüzde 2'lerde gezinen sayın Mesut Yılmaz'ın koltuğunu, parti içi demokrasi sallayamayınca, millet ilk seçimde savurmak durumunda kalacaktır. Pipolu Yılmaz'a ilişkin, ülkeye ne faydası olmuştur, sorusu bile zait düşmektedir.
Aynı durum DYP için de sözkonusudur. 1991'de 27.3 oranındaki DYP'yi güçlü desteklere rağmen 1995'te 19.1'e düşürmekle kalmayıp iktidarında ülkeye fayda sağlamayan ve hatta 55 milyar dolarlık AB-Gümrük Birliği zararına batıran Tansu Çiller, 1999'da 12.5'e düşürmüştür. Şimdi ise tabanına M. Ali Bayar'ın musallat olduğu DYP, baraj umudunu yitirmekle kalmamış, anketlerde yüzde 4-5'lerde gezinmektedir.
1991'de 4.9 oyu olan ve kendilerinin de hiç beklemedikleri biçimde 1999'da 18.1 fırlatılan MHP kurmayları, maalesef "belki bir umut"la verilen samimi desteğin adreslerini kaybetmişlerdir. MHP, şimdi, sayın Devlet Bahçeli'nin 1999 seçimlerinden bir hafta sonrasında bir "özel sohpet"teki bizzat ifadesiyle "gökten yere doğru fırlatılmış" vaziyetedir. Yere çakılmak üzere olan bir uçakta bulunanların yapacağı ne ise bugün, MHP kadrosunun yapması gereken odur.
İç ve dış oyunların ve figüranlarının farkına varan milletimiz, Kuvay-ı Milliye ruhuyla öyle bir Bağımsız Türkiye hesabına girmiştir ki, bugüne kadar bir şekilde Meclis'te kırmızı koltuk kapmış olanların artık hiçbir hesaplarının tutması mümkün değildir.
Millet, demokratikleşmesini ve kalkınmasını, biraz maliyetli ve uzun aralıklı da olsa kendisi gerçekleştiriyor. Bunun için AB'ye de ihtiyacı yok, IMF'ye de... AB ve IMF cenderesinde başını kaybetmekten ise, bu geleneksel yöntemin daha hayırlı ve doğru olduğuna kanaat ediyor. Kendi başının ağrısını kendi yöntemleriyle hallediyor.
Toplumumuzun, BTP'nin tüzel kişiliğinde ve Prof. Dr. Haydar Baş beyin şahsında abideleştirdiği Bağımsız ve Vergisiz Türkiye sevdası, işte bu milli geleneğin tüm global oyunlara rağmen şahlanışıdır. Sürpriz arayanlar, bu adrese koşsun.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019