Pendik'ten Üsküdar istiakmetine doğru ağır ağır yol alırken geçmşte İstanbul üzerine söz söylemiş, şiir yazmış edebiyatçıları ve şairleri hatırlamaya çalışıyordu.
Mesela;
"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer"
diyen Yahya Kemal bugün yaşıyor olsaydı İstanbul'u seyredecek bir tepe bulabilir miydi ya da herhangi bir tepeden İstanbul'u rahatça görebilir, seyredebilir miydi?
"Şehrin bağrına kazık
Çakmışlar ki çok yazık
Şehrin ruhu mustarip
Moreli hepten bozuk."
Mesela şair Nedim, bu şehrin bir taşına topyekûn Acem mülkünün feda edilmesi gerektiğini dillendiren Nedim, başını kaldırıp hal-i pürmelali görse 'kim kıydı bu şehre?' demez miydi?
"Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır."
Yeşiline kıyılmış, boş alanlarına beton kazıklar konulmuş, ormanları rant uğruna yolunmuş bu şehri mesela bu haliyle merhum Necip Fazıl görseydi, şu mısralarını geri alır mıydı acaba:
"Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul..."
Evet, kalıpta dondurulan ve toprağa kondurulan bir şeyler var ama o, ne şairin ruhu ne de şehrin ruhu.
On beş milyonluk şehirde günün hangi saatinde yola çıkılırsa çıkılsın kaplumbağa hızıyla gitmek mecburiyeti olduğu için yolcumuz, sağa döndü dağları, ormanları seyretmek için ama beton duvarlardan yol bulamadı, sola döndü, bari denizi seyredeyim dedi ama o da mümkün olmadı, çünkü aynı beton bloklar denize de perde olmuşlardı.
"Kim bu perde ustası?
Çağın yaman hastası
Yanlışı düzeltmeye
Lazım Musa Asası."
Yol boyunca, sağlı-sollu göklere kadar yükselen, kargacık-burgacık ve dibinden geçenlerin üstüne üstüne devrilecekmiş gibi duran binaların arasından geçip köprünün başına ulaşınca, derin bir nefes aldı, beton yığınlarından ve perdelerinden kurtulmuş olmanın sevinciyle boğazı bir güzel seyreyledi, sol tarafataki Süleymaniye, Sultanahmet, Fatih ve Yavuzselim camilerini doyasıya seyrederken zihninden şu mısralar geçti:
"Köprünün başındayım
Tam altmış yaşındayım
Boğaziçi muhteşem
Ömrümün kışındayım."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Tuttuğumuz oruç bizi tutamıyorsa… / 06.03.2025
- Merhaba ey Hak’tan ferman merhaba! / 04.03.2025
- Ağır misafir ağır ağır teşrif etti / 28.02.2025
- Gör / 25.02.2025
- Yaman yemişler / 24.02.2025
- Millet açlıkla, siyaset esnafı ise birbirleri ile... / 22.02.2025
- Heba edilen kaynaklar ve fitreye muhtaç on milyonlar / 19.02.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Tuttuğumuz oruç bizi tutamıyorsa… / 06.03.2025
- Merhaba ey Hak’tan ferman merhaba! / 04.03.2025
- Ağır misafir ağır ağır teşrif etti / 28.02.2025
- Gör / 25.02.2025
- Yaman yemişler / 24.02.2025
- Millet açlıkla, siyaset esnafı ise birbirleri ile... / 22.02.2025
- Heba edilen kaynaklar ve fitreye muhtaç on milyonlar / 19.02.2025