Bundan tam 81 yıl evvel vefat ettiği halde, eşsiz eseri Safahat'ın sayfaları arasında feryadına devam eden Mehmet Akif Ersoy, yetişmekte olan nesillere çok iyi tanıtılmalı ve anlatılmalıdır.
Ortaöğretimde görev yapan özellikle Türkçe-Edebiyat öğretmenlerimizin önce kendileri, şairimizin eşsiz eseri Safahat'ı sayfa sayfa, satır satır hazmetmeli sonra da gençlere anlatmalıdırlar.
İstiklal Marşı'mızın on kıtasının, ilkokul öncesi dört-beş yaşındaki yavrularımız tarafından ezbere okunması elbette hepimizi sevinç göz yaşlarına boğuyor ama ilerleyen yaşlarında bu çocuklarımıza mısra mısra anlatılmalı ve hazmettirilmelidir.
Başta İstiklal Marşı'mız olmak üzere merhum şairimiz hemen bütün şiirlerinde okuyucuya şuur, ideal, yüce hedefler, erdemler ve daha nice insanı insan yapan üşütün hedefler aşılamaktadır.
Şu beyitlerin her biri hepimiz için özellikle de gençlerimiz için birer altın öğüt ve mutlaka hayata geçirilmesi gereken eşsiz tavsiyelerdir:
"Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..
- Boğamazsın ki!
- Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?"
Bugün hepimizin şikayet ettiği, çevresinde olup-bitenlere karşı duyarsız, umursamaz, vurdumduymaz, vatanı, milleti ve ait olduğu coğrafya ile ilgili gelişmelerle asla ilgilenmeyen "İnterent" gençliğinin mutlaka Safahat'ın sayfalarına dalarak uyanıp kendine gelmesi lazım.
İstiklalimizin ve istikbalimizin teminatı olan gençliğimiz bugün çok hızlı bir şekilde; "Zulmü alkışlayamam zalimi asla sevemem" ilkesinden uzaklaşmakta ve "kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim" duyarlılığından her gün bir şeyler kaybetmektedir.
Gençliğimiz Safahat'ın sayfaları arasında yoğun bir emek sarf ederek, o sayfalardan yükselen feryada kulak vermeli, sebeplerini anlamaya çalışmalı ve şairimizin idealindeki genç olan "Asımın Neslinin" sıfatları ile donanmalıdır:
"Irkımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan...
Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bâri gülmekten utan!..
'His' denen devletliden olsaydı halkın behresi:
Pâyıtahtından bugün taşmazdı sarhoş nârası!
Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lâkin, aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutan ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!...
Bir hakikattır bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok:
Hâlimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız;
Bir bakın: hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:
Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!
Davranın haykırmadan nâkûs-u izmihlâliniz...
Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zira, haliniz:
Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme!
Davranın, zîra gülünç olduk bütün bir âleme,
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervâh, intikam;
Yerde kalmış na'şa benzer kavm için durmak haram!
Kahraman ecdâdınızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa istikbâlinizden korkulur, pek korkulur!"
Ortaöğretimde görev yapan özellikle Türkçe-Edebiyat öğretmenlerimizin önce kendileri, şairimizin eşsiz eseri Safahat'ı sayfa sayfa, satır satır hazmetmeli sonra da gençlere anlatmalıdırlar.
İstiklal Marşı'mızın on kıtasının, ilkokul öncesi dört-beş yaşındaki yavrularımız tarafından ezbere okunması elbette hepimizi sevinç göz yaşlarına boğuyor ama ilerleyen yaşlarında bu çocuklarımıza mısra mısra anlatılmalı ve hazmettirilmelidir.
Başta İstiklal Marşı'mız olmak üzere merhum şairimiz hemen bütün şiirlerinde okuyucuya şuur, ideal, yüce hedefler, erdemler ve daha nice insanı insan yapan üşütün hedefler aşılamaktadır.
Şu beyitlerin her biri hepimiz için özellikle de gençlerimiz için birer altın öğüt ve mutlaka hayata geçirilmesi gereken eşsiz tavsiyelerdir:
"Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..
- Boğamazsın ki!
- Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?"
Bugün hepimizin şikayet ettiği, çevresinde olup-bitenlere karşı duyarsız, umursamaz, vurdumduymaz, vatanı, milleti ve ait olduğu coğrafya ile ilgili gelişmelerle asla ilgilenmeyen "İnterent" gençliğinin mutlaka Safahat'ın sayfalarına dalarak uyanıp kendine gelmesi lazım.
İstiklalimizin ve istikbalimizin teminatı olan gençliğimiz bugün çok hızlı bir şekilde; "Zulmü alkışlayamam zalimi asla sevemem" ilkesinden uzaklaşmakta ve "kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim" duyarlılığından her gün bir şeyler kaybetmektedir.
Gençliğimiz Safahat'ın sayfaları arasında yoğun bir emek sarf ederek, o sayfalardan yükselen feryada kulak vermeli, sebeplerini anlamaya çalışmalı ve şairimizin idealindeki genç olan "Asımın Neslinin" sıfatları ile donanmalıdır:
"Irkımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan...
Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bâri gülmekten utan!..
'His' denen devletliden olsaydı halkın behresi:
Pâyıtahtından bugün taşmazdı sarhoş nârası!
Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lâkin, aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutan ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!...
Bir hakikattır bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok:
Hâlimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız;
Bir bakın: hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:
Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!
Davranın haykırmadan nâkûs-u izmihlâliniz...
Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zira, haliniz:
Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme!
Davranın, zîra gülünç olduk bütün bir âleme,
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervâh, intikam;
Yerde kalmış na'şa benzer kavm için durmak haram!
Kahraman ecdâdınızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa istikbâlinizden korkulur, pek korkulur!"
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025